Altı yıl önce Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamı yaşandı. Soma Holdinge ait kömür işletmesinde, kömür damarlarından birinin kızışması (oksidasyonu) sonucu meydana gelen yangın ve zehirlenme sonucunda 301 işçi hayatını kaybetti.
Felaketin boyutları ilk andan itibaren gizlenmeye çalışıldı. İlk açıklamalarda trafo patlaması denilerek olağan bir kaza izlenimi verilmeye çalışıldı. Ancak olay mahallinden gelen haberler, ölümlerin kaza değil ihmaller zinciri sonucunda meydana geldiğini gösteriyordu. Daha sonra TMMOB’nin yayınladığı rapor da olayın bir kaza olmadığını söylüyordu.
Raporun, “Maden ocaklarında ortam sıcaklığının ortalama 25 derece civarında olduğu bilinmektedir. Bu ocaktaki sıcaklık sensörünün sonuçları incelendiğinde; ocaktaki sıcaklığın 13 Mayıs 2014 tarihinden neredeyse 30 gün önce yükselmeye başladığı ve olay günü 45 dereceye kadar çıktığı görülmektedir. Bu durum, ocaktaki kömür yangınının daha önceden başladığını ve devam ettiğini göstermektedir” kısmı, facianın önceden bilinmesine rağmen önlem alınmadığını kanıtlamakta.
Yine aynı raporda; “otopsi sonuçlarına göre ölümlerin çoğunluğunun karbon monoksit zehirlenmesi sonucu yaşandığı” belirtiliyor ve şöyle devam ediliyordu: “Ortamdaki karbon monoksit sensörlerinden bir kısmında karbon monoksit değerleri ölçülemeyecek derecede en üst sınırları aşmıştır. Bu sınır değerlerin aşılmakta olduğunun en büyük göstergesi, çalışanların sağlık ünitesinden her gün avuç avuç ağrı kesici talepleri olmuştur. Ortam karbon monoksit seviyesinin aşılmakta olduğunun belki de ilk bulguları, çalışanlardaki zonklayıcı tarzda baş ağrılarıdır. Bu bile uyarıcı olmamıştır”.
Ocaktaki ortam ısısı ve karbonmonoksit seviyesi yükselmişti, ama önemsenmiyordu. Çünkü en az maliyetle, en yüksek üretim seviyesine çıkarak maksimum kar hedefleniyordu. İşçilerin hayatta kalmalarını sağlayacak her türlü tedbirin alınmasından imtina edilmişti. Olay sırasında 800 işçi ocaktaydı. Yüzlerce işçiyi dumandan koruyacak hiçbir sağlık ekipmanı yoktu. Havalandırma sistemleri yetersizdi. Şirket patronu maliyetten kaçınmak için maskeleri bile yenilememişti. TMMOB raporunda maskelerin son kullanma tarihlerinin geçtiği belirtiliyor.
Covid 19 salgını nedeniyle piyasalaşan sağlık sisteminin çökmesi, tüm yükün sağlık emekçilerinin üzerine yıkılmasına yol açtı. Soma’daki işçiler de özellikle AKP hükümeti döneminde yoğunlaştırılarak sürdürülen özelleştirme, taşeronlaştırma ve piyasalaştırma politikalarının altında kaldı.
Emekçi kitlelerde derin bir öfkeye yol açan Soma faciasının ardından yaşanan gelişmeler daha vahimdi. AKP hükümeti yüzlerce işçinin ölümüne yol açan facianın üzerini örtmeye, sorumluları aklamaya çalıştı. “Her şey denetlenmiştir, kusur yoktur, Türkiye’nin en modern madenidir” denildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ölümleri “fıtrat” diyerek normalleştirmeye çalıştı. Tekmeler, tokatlar havalarda uçuştu. Katliamı protesto etmek isteyen emekçilerin gösterileri dağıtıldı. Nihayetinde Soma’da her türlü gösteri yasaklandı, giriş çıkışlar engellendi.
İşçi yakınları tarafından açılan dava da tam bir hukuk skandalına dönüştü. Sorumluluğu bulunan kamu görevlileri yargı önüne çıkarılmadı. 45 sanıktan sadece 8’i tutuklandı, bir süre sonra onlar da tahliye edildi. Katliamın sorumluları cezalandırılmak bir yana “yeniden maden işletebilir” belgesi aldılar. Halen tutuklu bulunan sanıkları ise ceza infaz yasasından yararlandırıldı. Öte yandan kapatılan ocakta çalışan 3500 maden işçisi tazminatsız işten atıldı.
Türkiye’de İşçi ve Emekçi ihlalleri raporuna göre son 2002-2020 arasında 23 bin 980 işçi, iş cinayetleri sonucu yaşamını kaybetti. 2014’den bugüne yaşamını kaybeden işçi sayısı ise 11 bin 125.
Covid 19 salgını nedeniyle OHAL koşulları ilan edilip, “evde kal” çağrıları yapılırken, diğer yandan sermaye birikimini garantiye almak için “çarklar dönecek” denildi. Milyonlarca işçi işsiz kalırken, milyonlarca işçi de hiç bir önlem alınmayan salgın ortamlarında çalışmaya zorlandı. Marketlerde, fabrikalarda, bürolarda çalışan işçilerin enfekte olmasına, ölümlerin meydana gelmesine rağmen patronlar, kapısına bile uğramadıkları işyerlerinde üretimin devam etmesi için işçilere baskı yaptılar, yapmaktalar. Şimdi de iktidar, salgının aşısı ve tedavisi bulunmadan, sermaye lehine “normalleşme” kararı aldı. Virüsün bulaşmasını önleyecek sınırlı karantina koşulları da Mayıs ayı sonuna kadar kaldırılmış olacak. Kâr uğruna AVM çalışanları gibi milyonlarca işçi daha maske, fiziksel mesafe ve hijyen koşullarının sağlanamadığı işyerlerine, çalışmak için sürülüyor.
Çok açık ki iktidar ve sermaye “normalleşme” adı altında işçi sınıfının iş gücü dışında canını da ekonominin çarkları için feda etmesini istiyor. Sadece Türkiye’de değil, ABD’den, Almanya’ya, Brezilya’dan Çin’e kadar tüm devletler krizin ve salgının faturasını işçilerden çıkarmak için “normalleşme” çağrıları yapıyorlar. İşçi sınıfının, sermeye ve hükümetler karşısında, gasp edilen ekonomik, siyasal haklarını ve yaşam hakkını savunmak için mücadele etmekten başka bir seçeneği yok. Bu mücadele tek tek iş yerlerinden başlayan, işçi sınıfının tüm kesimlerini birleştiren, fiili bir mücadeleyi hedeflemek zorunda. Milyonlarca işçinin ve yakınlarının hayatı, sermaye uğruna felakete sürükleniyorsa, ekonominin çarkları durdurulmalıdır.
Çağla Oflas