24 Nisan soykırım anmasından hemen sonra yaptığımız panelde görüşlerine çok önem verdiğim Taner Akçam, Hrant Dink’in eşsiz yazısından yola çıkarak, Türkiye’de sola, 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlaması gerektiğini öneriyordu. Akçam, son zamanlarda cumhuriyetin kurucu babalarını rahat bırakmamız yönünde de uyarılar yapıyor. Benim facebook’ta gördüğüm son iletisinde ise 24 Nisan anması ardından daha karamsar görüşler dile getirdi. Hem AKP’nin Ermeni sorununda geleneksel devlet aygıtının demir attığı yerde konumlandığını, hem de Hrant Dink’in ölümünün ardından oluşan alanın artık sonuna gelindiğini ya da gelinmek üzere olduğunu söylüyordu.
Bu fikirlerin düşündürttüğü bazı tartışmaları 1 Mayıs vesilesiyle başlatmak önemli.
Akçam, başka bir bağlamda, sanırım enerjinin manasız ve ikna edici olmayan alanda harcanmaması için uyarı yapıyor. Ama enternasyonal sosyalistler diyerek, geri kalan ulusalcı, devletçi, belki de AKP dışında devletin birçok politikası ve geleneğiyle uyumlu olan solculardan ayrıştırmaya çalışacağım blokta toplananlar, cumhuriyetin kurucu babalarıyla durduk yerde uğraşmıyorlar. İçinde yaşadığımız siyasi koşullar birkaç on yılda bir darbe ya da darbe girişimleriyle, resmi eğitimle, sanatla, marşlarla, hâkim milliyetçi devlet geleneğiyle kurucu babaların sürekli gündemi işgal etmesine neden oluyor. Aslında, sosyalistler kurucu babalarla uğraşmıyor, güncel politikalarına devlet geleneğine yaslanarak meşru bir zemin yaratmak isteyen her dönemin egemen sınıf siyasetçilerinin de katkısıyla, kurucu babalar sürekli olarak bizlerle, yeni nesillerle uğraşıyor. Marx’ın “Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker.” sözü, Türkiye açısından ele alınırsa, karşı karşıya olduğumuz her gün uyanıp aynı güne başlayan ve insanı sıkboğaz eden bir milliyetçilik bombardımanı gibi görünüyor.
Kurucu babalar değilse bile kurucuların hayata geçirmek istedikleri projeleri en iyi kendilerinin anladığını iddia eden devlet yöneticileri, yaşayanların beynine bir kâbus gibi çöküyor. Mevcut cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini savunanlar da, bu sisteme karşı çıkarken kendilerince demokratik günler olarak geçmiş gitmiş olan parlamenter rejimi savunanlar da Mustafa Kemal’in liderliğinin perçinlendiği tek parti dönemine referans verebiliyor.
Egemenlik ilişkilerinin yeniden inşasına yardımcı olan göçüp gitmişlerin geleneğiyle tartışmak bugün demokrasi ve özgürlük alanlarının genişlemesi ya da korunması için bazen kaçınılmaz olabiliyor.
Önemli bir diğer nokta ise (bu, demokratikleşme alanında da en önde mücadele vermesi gereken sosyalistlere dair bir tartışma) Akçam’ın yaptığı öneriyi bir adım daha ilerletip, tarihsel bağlantıyı, 23 Nisan’la 24 Nisan arasında değil, 24 Nisan’la 1 Mayıs arasında kurmaya çalışmaktır.
24 Nisan uzun süre görmezden gelindi. 24 Nisanlar solun geniş kesimleri açısından 1 Mayıs hazırlıklarını yapacakları sıradan bir gündü. 1 Mayıs’tan bir hafta önceki bir tarih olması dışında bir anlamı yoktu. 2010 yılında bir grup Ermeni sosyalistle birlikte 24 Nisan anmasını Taksim Meydanı’nda yapmayı konuştuğumuzda, kendi adıma solun genişçe kesimlerinin anmaya ilgi göstermeyeceğini biliyordum ama solun neredeyse bir bütün olarak ilgisiz kalacağını da düşünmemiştim. Bütün anmalara katılan ünlü bir aktivist arkadaşımıza, bir etkinlikte basın muhabirleri, önümüzdeki seçimlerde hangi adaylara oy vereceği sorusuna, “24 Nisan anmasına meydanda birlikte katılacağımız arkadaşlarımıza oy vereceğim” demişti ama ne yazık ki solcu adayların hepsi, her nedense 24 Nisan anmasıyla aynı gün yapılan Çernobil-nükleer santral etkinliğine katılmışlardı.
24 Nisan’la yüzleşmemiş olan bir sol; egemen sınıf milliyetçiliğiyle, Türkiye egemen sınıfının bizzat kendisiyle ve devletin üzerinde yükseldiği temellerle yüzleşemez, hesaplaşamaz. 1 Mayıs bu yüzleşmenin simge günlerinden birisi ve kuşkusuz bu topraklarda köklü bir geleneğe sahip. İşçi sınıfının sermayeye ve hükümetlere karşı mücadele tarihinin belirleyici günlerinden. 1 Mayıs, Türkiye’de işçilerin senede bir gün meydanlarda özgürce kendi sloganlarını haykırdığı (ama hemen her yıl gaz bombasıyla susturulmaya çalışıldığı), tüm topluma ve egemen sınıfa, ama en başta kendisine bu toplumun her günkü üretiminde ve yeniden üretiminde oynadığı rolü gösterdiği bir gün olageldi. Ama 1 Mayıs, sadece Türk işçilerin eyleminden ibaret değil, farklı halklardan emekçilerin de ortak mücadele günü.
Stefo Benlisoy’un yazdığı gibi, Osmanlı başkentindeki işçi hareketi gibi sosyalist örgütlenmeler de çok dilli/uluslu/dinli karaktere sahipti ve bu husus onların tanımlayıcı özelliğiydi. Bu çok uluslu işçi sınıfı, ilk 1 Mayıs’ı, bütün baskıcı koşullara rağmen İstanbul’da kutlar: “1 Mayıs kutlaması için uygun koşullar yoktur. Yine de 1909’da, Bulgar RabotniçeskaIskra (İşçi Kıvılcımı) gazetesinin İstanbul muhabiri olan Stefanos Papadopulos; kendisi, matbaa işçisi Theodor Sivaçef, öğretmen ve gazeteci Nikos Yanyos, daha sonra İştirak gazetesini yayımlayacak Hüseyin Hilmi ve arkadaşları tarafından 1 Mayıs vesilesiyle Kâğıthane’ye bir gezi düzenlendiğini anımsamaktadır.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/1-mayis-istanbulda-ve-taksimde-ilk-ne-zaman-nasil-kutlandi-731021)
1 Mayıs nispeten kitlesel olarak 1910’da kutlanır. Bu mitingde “işçi Yorgo Karakaş ve başka işçilerle Ermeni Canikyan konuşmalar” yapar.
İşçi sınıfının, tarihsel çokuluslu, çok kültürlü şekillenmesinin nasıl yıkıma uğradığını anlamak için, bu 1 Mayıs’tan 5 sene sonra 24 Nisan günü başlayan sürecin bilgisine sahip olmak bir zorunluluk. İşçi sınıfı açısından geçmiş, sadece 1 Mayıs 1977 değil, aynı zamanda 1 Mayıs 1910 ve 24 Nisan 1915. 1 Mayıs 1977’nin cüretkâr tetikçileri ve cinayet planlayıcılarının izlerini takip ettiğimizde 1915’i planlayanlarla da karşılaşırız.
Bu karşılaşma çok önemli.
İşçi sınıfının egemen sınıfın fikirlerinden, “aynı gemideyiz” propagandasının etkisinde sıyrılması ve her kritik dönemde fedakarlığın neden işçilerden beklendiğinin anlaşılması için 24 Nisan’la yüzleşmek çok önemli.
Bu 24 Nisan’da örneğin EHP bir açıklama yapmadı, Sol Parti bir açıklama yapmadı, EMEP bir açıklama yapmadı, TKP’den ayrılanların kurduğu TKH adlı parti elbette 24 Nisan açıklaması yapmadı. Ulusalcı sosyalistler zaten 24 Nisan’ı anmaz ya da emperyalizmin yalanı olduğunu söylerler. DSİP, YSGP ve HDP dışında 24 Nisan’ı anan, önemseyen yok!
İşçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinde güçlenmesi için, işçi hareketinin içinde 24 Nisan’la 1 Mayıs arasındaki bağlantıyı kuranlar güçlenmelidir. Irkçılıkla, milliyetçilikle yüzleşen binlerce işçi bir araya geldikçe, birlikte örgütlendikçe işçi sınıfının mücadelesinin birleşik bir nitelik kazanması, kalıcı haklar elde etmesi, salgın günlerinde “Sakin ol şampiyon!” diye dalga geçen patronların geriletebilmesi daha kolay olacaktır.
Sermaye gücünü tarihimizi silmesinden, işçi sınıfı ise tarihi gerçeklerden alıyor.
Şenol Karakaş