Koronavirüs tüm dünyada yayılırken, egemenler de her yerde şok doktrini uyguluyorlar. Virüsün hızla yayılması, her gün yüzlerce insanın ölmesi korku ve panik havasının yaygınlaşmasında etkili oluyor. Türkiye’de korona virüs açıklamasının ardından insanların marketlere koşması, raflardaki kolonyaların, temizlik malzemelerin boşalması panik havasının etkisini göstergesi. Egemenler açısından korku ve panik havası toplumu şekillendirme açısından yeni bir fırsat ortamı yaratmakta.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ulusa sesleniş konuşmasında salgının Türkiye’nin Çin gibi yükselen merkezlerinden biri olma fırsatı yarattığını boşuna söylemedi. Çin’in dünya ekonomisinde yükselişinin ardında işçi sınıfının düşük maliyetlerle çalıştırıldığını düşündüğümüzde, Erdoğan’ın konuşmasının işçi sınıfına karşı yeni paketler anlamına geldiği gayet net bir şekilde görülebilir. Nitekim, 500 bin işçinin Ankara’ya yığılmasına yol açan “mezarda emeklilik yasası” denilen, emeklilik hakkını gasp eden sosyal güvenlik yasasının 1999 depremi sonrasında binlerce insan göçüklerin altındayken nasıl çıkartıldığı hafızalarımızda hala tazeliğini korumakta. Patronlar Covid-19 fırsatçılığı yapıp, esnek çalışmayı daha fazla yaygınlaştırmanın, işe gitmeyenlerin ücretlerini kesmenin, işten çıkarmanın, ya da uzun süren mesai koşullarında zorla çalıştırmanın peşindeler.
Virüs değil kapitalizm öldürüyor
Evet, koronavirüs hastalığa yol açan bir virüs ve bu virüsün yayılmasına karşı gerekli önlemler hızla alınmalı, etkin bir şekilde mücadele edilmelidir. Ancak virüsün hızla yayılmasının ve ölümlerin çoğalmasının nedeni, tüm dünyada sağlık hizmetlerinin özelleştirilerek, paralı hale getirilmesidir. “Paran kadar sağlık” anlayışı nedeniyle milyonlarca insan sağlık hizmetlerine ulaşamıyor. Bugün ABD’de nüfusunun yüzde 40’a yakınının sağlık sigortası yok. Türkiye’de sağlık bakanlığına bağlı hastanelerin normal zamanlarında bile başta acil servisler olmak üzere tüm hizmet birimlerinde sınırlı kaynaklarla hizmet verilmekte. MHRS sistemiyle, randevu alınarak yapılan tedavi sürecinde bir doktora neredeyse 80-100 arası hasta düşmekte. EMAR vb. tomografi çekimleri için hastalara ise günler sonrasına randevu verilmekte. Salgın koşullarında zaten sınırlı olan sağlık hizmetleri tamamen çökerek, binlerce insanın ölümüne yol açmakta. Paran kadar sağlık anlayışı şimdi yaşadığımız gibi salgınların emekçileri vurmasına yol açmakta. “Evde kal” çağrılarının 2.324 TL asgari ücret alan işçilerde bir karşılığı yok.
Covid-19’la mücadelede bağışıklık sisteminin çok önemli olduğuna vurgu yapılıyor. Her beş dakikada bir bir çocuğun öldüğü dünya üzerinde 800 milyon insan gıdaya ulaşamıyor. 2 milyar insan günde 2 ile 3 dolar arasında bir gelirle yaşamaya çalışıyor. 2 milyar insan temiz suya ulaşamıyor. “Elini yıka” kampanyasının hiç de azımsanmayacak sayıda insan için karşılığı yok.
Savaşa, sermayeye değil sağlığı bütçe
Öte yandan hastalığın bu kadar hızla yayılmasının nedeni Çin’den, İran’a ABD’ye kadar tüm otoriter yönetimlerin hastalıkla ilgili bilgileri kamuoyundan saklayıp, gerekli önleyici ve koruyucu tedbirleri almaması. Var olan ekonomik kaynakların nasıl değerlendirileceği sorusunun yanıtları da önemli. Yapılan açıklamalar virüsün yayılmasını önlemek için kaynakların seferber edilmesi gerektiği yönünde. Örneğin: virüsle mücadelede en etkin yöntem olan virüs tanı kiti Güney Kore’de günde 20.000 kez kullanılıyor. Türkiye’de bu rakam, hastalığın tespitinden bugüne kadar 9 bin. Kitler yaygınca kullanılıp, hasta olanlar tespit edilip, önleyici tedbirlerle ve triyaj yöntemiyle salgınla mücadele edilebilir. Virüsün asıl olarak yaşlılar, kronik hastalığı olanlar ve bağışıklık sistemi zayıf olanları vurduğu söylenmekte. Başta göçmenler olmak üzere, yaşlılar, fakirler ve kronik hastalığı olanlara hemen ekonomik ve sosyal destek verilerek ölümler azaltılabilir.
Ancak, toplumu adeta bir korku tüneline sokan egemenler tüm kaynakları hastalıkla mücadeleye seferber edip, sağlığı tamamen parasız hale getirmek yerine, kaynakları, sermaye ve savunma sanayiine aktarıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı 100 milyar liralık ek paketin sadece 10 milyarı emekçilere ayrıldı, kalan 90 milyarı sermayeye aktarıldı. Yine dünyadaki tüm devletler savunma bütçelerini arttırdılar. Virüsün yıkıma uğrattığı ülkeler başta ABD ve Çin olmak üzere savunmaya en fazla kaynak ayıran ülkeler. Salgın nedeniyle günde 300 insanın öldüğü İtalya ise silahlanma yarışında dünyada 12. sırada yer alıyor. Türkiye ise 15. sırada. Bu yıl Türkiye’de hükümet bütçenin yüzde 12,8’ini savunmaya ayırdı. Bu ülkeler sağlık, eğitim, barınma gibi temel insani yatırımları arttırmak yerine her yıl savunmaya aktardıkları bütçeleri artırıyorlar.
Salgınla başa çıkmanın yolu mücadeleden geçer
Bugün sefalet ücretleri alan, en temel sağlık ve hijyen kurallarının bile uygulanmadığı koşullarda çalışan emekçilerin bireysel tedbirler alarak salgın hastalıkla mücadele etmesi mümkün değil. İşçi sınıfı hem çalışma koşullarını hem de salgınla mücadele etmek için kollektif haraket etme yeteneğini dolayısıyla örgütlenme gücünü geliştirmek zorunda. Ayrıca bu kadar geniş çaplı bir salgın karşısında, salgının üstesinden gelebilmek için tüm kaynakların seferber edilmesi için kamu gücünü elinde bulunduranların üzerinde baskı yapmak durumdayız.
Çağla Oflas