Türkiye’nin sözde “açık kapı” ama özde göçmenleri güvensiz bir şekilde sınır dışına kovalama politikası bir dizi tartışmayı ve eylemi açığa çıkarttı. İktidar “git” deyince, gitmeyen göçmenlere yönelik linç girişiminde bulunanlar, “ırkçılıkları” kabarmış gibi yapan faşistler hemen öne çıktılar.
Maraş ve Samsun’da hemen linç girişimleri örgütlediler. Faşistler açısından bereketli bir yer Türkiye. İktidarın kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı dili ve siyasal istikrarsızlık, savaş politikaları ve bu politikaların ideolojik gerekçesi işlevini gören “yerli-milli yeni doktrin” faşistlere kurcalayabilecekleri bir çok kapı bırakıyor. Faşistler bu kapıları kurcalarken daima kim en korunaksızsa ona saldırmayı hedefliyor. En korunaksız, en güçsüz, arkasında bir destekleyeni olmayan, örgütlü olmayan ya da örgütlenme düzeyi düşük toplumsal kesimlere saldırmak işine geliyor faşist hareketin.
Böylece saldırılarının başarı şansı artıyor, saldırarak kadrolaşma hedefine uygun davranmış oluyor, saldırma yeteneğini geliştiriyor, bir bakıma antrenman yapıyor ve en sonunda taraftar sayısını artırmanın en uç yöntemini hayata geçiriyor. Bu tür linç girişimleri, her düzeyde yaşanan krizin sorumluluğunu sermaye sahipleri ve iktidarlardan başka alanlara, göçmenlere, Kürtlere, Ermenilere, “dış güçlerin her hangi bir maşasına” kaydırarak asıl işlevlerini yerine getiriyor.
Linç girişimleri gökten zembille inmiyor bu memlekette. Tesadüfen gelişen olaylar değil. Bir yerde bir kalabalık toplanıp, “haydi bugün şu insanları linç edelim!” demiyor. Linç, örgütlü bir süreç. Ve linççiler, daima devletten yüz bulduklarında, başlarına bir şey gelmeyeceğine inandıklarında harekete geçiyor. Hiçbir linç girişimi, sokakta o an o eylemi yapan faşist ve ırkçılardan ibaret değil. Türkiye’de bir linç girişiminin yaşanması için dört mekanizmanın aynı anda devreye girmesi gerekiyor: Hükümet politikaları, devlet güçleri ve medyanın tutumu, faşist örgütlenme.
Bunun farkına varmaları, yıllardan beri göçmenleri düşmanlaştıran yayınlar yapan, yazılar yazan bazı “gazeteciler” açısından çok faydalı olacaktır. Zira, hükümetin “sınırları açtık” lafından sonra yaşanan facia bu “gazetecileri” bile rahatsız etmiş görünüyor. Her yerde öyledir ama Sivas katliamı, Hrant Dink cinayeti gibi olayların yaşandığı bir yerde hiçbir tartışmanın boşlukta yaşanmadığını görmek, ırkçılara güç katacak, bırakalım güç katmayı, ırkçıların kendi lehlerine kullanabileceği hiçbir tezi, iddiayı, fikri kullanmamak bir zorunluluk. “Ben ırkçı değilim ama…” ile başlayan cümle kuran herkes, ırkçı değilse bile ırkçı ve linççi örgütlenmelerin değirmenine su taşıyor demektir.
Öte yandan başka bir sağcı saçmalıkla da uğraşmak zorundayız bugünlerde. Hükümetin Suriye’deki askeri gelişmelere bağlı olarak değiştirdiği göçmen politikasının ilk sonucu, göçmenlerin Yunanistan sınırında maruz kaldığı vahşetti. Saldırı sonucunda ölen ve yaralanan göçmenler oldu, Yunanistan’da sınır koruma görevini yapan polislerin insanlık onurunu aşağılayan yaklaşımlarına tanık olduk. Gaz bombaları, kurşunlamalar, kolları kırılan ve çıplak aramaya maruz bırakılıp gecenin soğuğunda soyunuk halde donarak ölüme terk edilen göçmenler medyada yer almaya başladı. Yunanistan’ın ırkçılığı gündeme getirildi önce, ardından, hükümet kanadından şaşırtıcı açıklamalar gelmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, "Biber gazı sıkan ülke ahlaktan bahsedemez" açıklamasını yaptı Yunanistan’ın göçmen politikasına karşı. Göçmenleri, Avrupa Birliği ülkelerine karşı bir koz olarak kullanan bir ülkenin yetkilileri, böyle şeyler söylememeli. Söyleyince, hep birlikte Yunanistan’ın ırkçılığını konuşur olmaya başladık. “Yalnız ve güzel” olduğu iddia edilen memleketin muhalefetiyle iktidarıyla göçmen konusunda enternasyonalist bir cevher olduğunu düşünebilir Yunanistan’ın ırkçılığını kınama yoğunluğunu görenler. Kısa sürede açıktan ırkçılar da aynı koroya katılıp Yunanistan’ın ırkçılığını eleştirmeye başladılar.
Aynı sırada ise “Atina’da insanlar ‘katil Avrupa Birliği’ sloganları ile yürüyordu... ‘insanları Akdeniz’e gömen çürümüş bir kapitalist sistem’ diyorlardı... sınır kapılarındaki göçmenlere ‘birlikte yaşayabiliriz’ diye sesleniyorlardı...” https://twitter.com/th1an1/status/1235635797711179777
Dünyaya bakmayan, dünyadan öğrenmeye çalışmayan kibirli siyasal darkafalılık, üstelik açıktan ırkçı, göçmen düşmanı olanları da kapsayarak, başka ülkelerin ırkçılığına sataşan bir şımarıklık sergileyebiliyor ve eleştirdikleri o ülkedeki ırkçılık karşıtlarını, göçmenlerle dayanışanları görünmez kılmaya çalışabiliyorlar. Gerçekten de Yunanistan’da devletin ve faşistlerin göçmenleri soyup çırılçıplak nehre atmaları gibi örneklere öfkelenmemek mümkün değil ama göçmenlerin en temel haklarının tanınması için hiçbir mücadeleye girmeyen, göçmenler hakkında sürekli olarak aynı yalanları tekrarlayan, göçmenleri bir pazarlık aparatı olarak ele alanlar, Yunanistan’ın tutumunu eleştiremez. Bu eleştiriler, Yunanistan’da da, örneğin Almanya’da da göçmenlerle dayanışan ve ırkçılığa karşı çıkan milyonlarca insan olduğu gerçeğini silikleştirmeye çalışan, tüm Yunanistan’ı, tüm Avrupa Birliği ülkelerini bir ve aynı şeymiş gibi gösteren bir yaklaşım. Oysa biliyoruz ki, her ulus içinde iki ulus vardır: İşçi sınıfı ve burjuvazi. Yunanistan burjuvazisi ve onun devleti ırkçıdır! Ama Yunanistan işçi sınıfı ve sosyalistler, demokratlar, antikapitalistler, “göçmenlerle birlikte yaşayabiliriz”, “sınırlar açılsın göçmenlere özgürlük!” sloganlarını atarlar, kendi ırkçılarına karşı amansız bir mücadele örgütlerler.
Türkiye’de mücadele edenlerin yapması gereken ise ırkçıların sahte, şişirilmiş, zayıfı ezmek için devletten yüz bularak sergiledikleri öfkelerine karşı, ezilenlerin, göçmenlerle dayanışmak isteyenlerin, ırkçılık karşıtlarının ruh halini birleştirmektir.
Bizim büyük bir göçmen dayanışması hareketine ihtiyacımız var. Sendikalar tüm üyelerini Edirne’ye yığabilir, göçmenlerle dayanışmak için gösteriler örgütleyebilir, hem pratik bir yardım ağı hayata geçirilebilir hem de politik olarak hükümete baskı yapılabilir. Tüm ırkçılık karşıtı ağlar, göçmenlerle dayanışmayı hedefleyen güçler, bireyler, kurumlar bir araya gelebilir. Az olmadığımızı görmeliyiz. Irkçıların tersine bizimki şişirilmiş bir öfke değil. Bir dayanışma arzusu. Antikapitalist bir tepki. Göçmen düşmanlığı kapitalizmin bir ürünü. Sağcılığın üzerinde tepindiği, pekiştirdiği bir ideolojik zemin. Bu zemine çökertmek ve göçmenlerin tüm özgürlüklerini kazanabilmesi için, göçmen dayanışmasını örgütlemeye çalışan tüm güçlerin aynı köprüler üzerinde buluşması lazım. Şöyle bir imza kampanyasıyla bir adım attık, lütfen siz de imza verin: https://gocmeniz.org/imza-metni-2#60d7837d-cb5b-42ba-8496-3e1048b93f60
Bir yandan sınırda göçmenlerle pratik olarak dayanışmaya çalışıyoruz. Öte yandan 15 Mart’ta bir basın açıklaması yapacağız. https://www.facebook.com/events/807095646445883/
Şenol Karakaş