İklim hareketinin sesi BBC’ye taşındı: Greta'nın ‘çağrısı’ belgesele dönüşüyor

20.02.2020 - 08:28
Haberi paylaş

İklim için okul greviyle milyonlarca insanın katıldığı büyük bir hareketi başlatan Greta Thunberg'in mücadelesini Tuna Emren anlatıyor.

BBC Stüdyoları, tek başına başlattığı ‘Gelecek İçin Cumalar’ (Fridays for Future) hareketiyle dünya genelinde milyonlarca iklim aktivisti yaratan Greta Thunberg ile anlaştıklarını, birlikte bu krizinin boyutlarını gözler önüne serecek bir belgesele imza atacaklarını duyurdu.

İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg hepimizin gözleri önünde büyüdü. Belgeselde, Thunberg’in ergenlikten yetişkinliğe geçtiği, ama sadece büyümekle kalmayıp küresel bir lidere de dönüştüğü bu süreçte yaşananları izleyeceğiz. Henüz detayları açıklanmış değil ama onun şaşırtıcı yolculuğuna eşlik etmemizi isterken, ellerindeki feneri önce sıfır noktasına, yani iklim krizi ve ardındaki bilimsel gerçeklere, sonra da yüzümüze çevireceklerini varsaymak pek yanlış olmaz sanırım. 

Dünya buna hazırsa bir kişi yeter 

Henüz 17 yaşında Thunberg. Birkaç yıl önce felç edici bir depresyona sürüklendi. Bu dönemde kendisine Asperger teşhisi konmuştu. O sıralar ne bu gerçekle ne de hepimizi yakından ilgilendiren diğer büyük meseleyle baş edebilecek durumda değildi. Öyle ki okula gitmekten de vazgeçti, çünkü ne anlamı var? 

“Depresyondan çıkışım da şöyle bir düşünceyle oldu: Kendi kendime dedim ki, böyle düşünüp durmak tam bir zaman kaybı. Hayatımı iyi şeyler yapmak için kullanabilirim. Böyle düşündüm işte…”

Ve elinde “Skolstrejk för klimatet” (iklim için okul grevi) yazan bir pankartla parlamento binasının önüne gidip oturdu. Sadece, sessizce oturdu. Hepsi bu. 

Ağustos 2018’de başlattığı eylem, bir sonraki Cuma başka gençlerin de katılımıyla medyanın ilgisini çekmeye başlamıştı. Üç ay sonra sayıları 17 bin öğrenciye ulaştı, 24 ülkeye yayıldı. Kitlesel bir eyleme tanık olmaya başlıyorduk artık. 

Altı ay sonra, yani Şubat 2019’da 30’dan fazla ülkeye sıçrayan olağanüstü bir harekete, bundan birkaç hafta sonra da, çağrısına yanıt veren 2 milyon öğrencinin katılımıyla küresel eyleme dönüştü. 

İsveç’te parlamento binası önünde sessiz sedasız otururken hayatında kayda değer hiçbir şey olmadığını düşünen o hassas, yalnız çocuk, bundan yalnızca bir yıl sonra genç bir kadın olarak katıldığı BM zirvesinde, dünya liderlerinin yüzlerine haykırıyordu: “Bu ne cüret!?” 

Tipsiz medeniyet 

Geçtiğimiz yıl 20 Eylül’de, 169 ülkede 7 milyon kişi yanıt verdi onun çağrısına. Dünya genelinde 6100 noktada gerçekleşen iklim eylemleri 73 sendika, 820 sivil toplum örgütü, 3000 şirket, 8.500 web sitesi tarafından desteklendi. 

Dünya yanıyor, eriyor, yıkıcı kasırgalarla sarsılıyor, bir yandan kuraklık diğer taraftan sellerle mücadele ediliyorken panik butonuna bastı Greta Thunberg; uyanmak için ihtiyaç duyduğumuz alarmı devreye soktu. 

Tiranlar yaşamı değil, fosil yakıt endüstrisini ayakta tutmaya çalışırken, biz de tarihte daha önce benzeri görülmemiş bir sınavdan geçmek zorunda bırakıldık. Önceki nesillerin çetin sınavları, sonraki nesiller tarafından “geçmişin önemsiz sorunları” kategorisinde ele alınır genelde. Medeniyeti, o sorunları çözebildiğimiz ölçüde ilerletebildik ve ilerledikçe daha fazlasını da çözebilecek gelişimi gösterdik. Ancak bizim sınavımız onlarınkinden farklı. Çünkü bu kez, çözemezsek tanık olacağımız şey bir durgunluk devri değil. Adına uygarlık denilen bu devin yerle yeksan olduğunu göreceğiz. Yıkılan sadece o olmayacak elbette; (bildiğimiz kadarıyla) ‘canlanarak’ uçsuz bucaksız bir evrende anomaliye dönüşen son derece nadir bir gezegeni de yıkıma sürüklüyoruz. 

İklim hareketinin isyanı ve mücadelesi, bu yıkıma, uygarlığımızın ana bileşenlerinden biri yüzünden sürüklendiğimiz gerçeğini gündeme taşıyarak başladı, daha fazla göz ardı etme lüksümüzün bulunmadığını haykırarak büyüyor. Üstelik bunu bilimsel verilerle yapıyor. 

Fosil yakıtların ait oldukları yerde, toprağın altında bırakılması gerek. Uygarlığı tarih öncesi canlıların kalıntılarını yakarak yükseltme devri geride kaldı. Evet, asırlar boyunca rüzgâr gücüyle seyreden gemilerle, atlı arabalarla ve çoğunlukla da iki ayak üzerinde, bacaklarımızın bizi götürdüğü hızda yol aldıktan sonra, bu yakıtların gücünü keşfedince emeklemeye son vermiş olduk. Ayağa kalkınca hız kazandık, mesafeleri kısalttık, daha önce hayali bile kurulamamış bir geleceğe ilerleyebileceğimizi gördük. Fakat bu da nihayetinde yerküredeki maceramızın bir sonraki evresine kadar sürebilecek bir dönemdi. 

Ciddiyetle ele alınan son derece önemli bir bilimsel çalışmayı kullanarak anlatmaya çalışayım. Rus Astronom Nikolai Kardashev, medeniyeti evrensel ölçekte değerlendirip, şöyle bir sınıflandırma oluşturmuştu: 

Tip 0: İzlenebilen gelişim hızına rağmen, enerji ihtiyacını hâlâ fosil yakıtlardan karşılamaya devam eden ilkel bir uygarlık. Biz, Kardashev Ölçeği’nde 0,7 seviyesindeyiz. Yani tipsiz bir medeniyet olduğumuz söylenebilir. 

Tip 1: Fosil yakıt bağımlılığından kurtulup gezegenin kaynaklarını verimli bir şekilde kullanmayı başaran, bu nedenle iklim üzerinde hâkimiyet kazanmış, yenilenebilir enerjiye geçiş yaptığı için kendi yıldız sistemindeki diğer gezegenlere yayılmaya hazır, kendisini ve teknolojilerini yaşadığı gezegenlere zarar vermeden geliştirebilen nispeten zeki bir uygarlık. 

Tip 2:  Evrimini kontrol altında tutabiliyor. Artık Güneş sistemindeki enerji kaynaklarını da kullanabiliyor. Kardashev bunun “kırılma noktası” olacağını belirtmişti. Çünkü Tip 2 aynı zamanda kendi sonunu getirmeyecek kadar gelişmeyi başarmış barışçıl ve zeki bir uygarlık. 

Tip 3: Galaksiye hâkim. Madde ve enerjiyi dilediği gibi kontrol edebiliyor. 

Açıkça görülebileceği üzere, medeniyetin göstergesi ne teknolojik gelişim hızıdır ne de kentsel gelişim. Aksine, (tıpkı Wuhan koronavirüsüyle karşılaşmamızda olduğu gibi) yepyeni bir virüs sudur eder ve ilk vuracağı yer en “medeni” kentler olur. Biz de elimizdeki teknolojik imkânları nasıl kullanacağımızı bilememenin şaşkınlığı ve çaresizliğiyle bakakalırız. 

Kardashev, medeniyet seviyesini belirleyenin, enerji ihtiyacının çözülme şekli olduğunu göstermeye çalışıyordu. İklim krizi öncesinde, yani ortalığın sütliman olduğunu varsaydığımız o eski güzel günlerde, bir ya da en fazla iki yüzyıl içinde Tip 1 seviyesine ulaşabileceğimiz düşünülüyordu. Şimdi anlıyoruz ki bunun için sadece 10 yılımız var… 

Ünlü teorik fizikçi Michio Kaku, bunun ancak hizipçi, ayrımcı, ırkçı, dinci, ulusalcı görüş ve bakış açılarının geride bırakılmasıyla mümkün olabileceğini söylüyor; “Tip1 seviyesine erişmiş bir uygarlığın her şeyden önce enerji sorununu tamamen çözmüş olması gerek. Bu sorunu ancak sofistike dayanışma ve iletişim yöntemleri geliştirebilmiş bir uygarlık çözebilir. Bu da küresel uygarlık aşamasına geçildiğini gösterir ki böyle bir şeyin başarılabilmesi; hizipçi, ayrımcı, ırkçı, dinci, ulusalcı görüş ve bakış açılarının tamamen terk edilmesi demek.” 

Türümüzü geleceğe taşımak istiyorsak, Homo sapiens henüz ortaya çıkmamışken buralarda gezinen o çok eski canlıların kalıntılarını yakmaya bir son vermeliyiz. Toprağın altındaki bu ilkel enerji kaynağı, yukarıdaki yaşamı tehdit ediyor. 

Klişeleri yıkan yeni bir lider   

Gencecik bir insan, dünya liderlerinin karşısında dimdik durup “Sivil itaatsizlik zamanı. İsyan zamanı” diyor. Diyebiliyor… Nasıl olur? 

Çünkü… O da bir lider. Hatta diğerlerinden çok daha iyi bir lider. Geleceği net görebilen, tutkulu, fedakâr, kararlı, tutarlı, motive edebilen, ilham verebilen, cesur, güvenilir, açık sözlü, adalet duygusu gelişmiş, yenilikçi, bilgi sahibi olması ve hepsinden önemlisi güçlü bir karakter değil midir bir liderde aranması gerekenler? 

Çünkü… Greta Thunberg hiçbir zaman yalnız değildi aslında. Dünyanın hemen her yerinde, milyonlarca Greta vardı, kendi içlerinden bir lider çıkarmayı bekleyen. Onlara “Üzgünüz ama size bir gelecek vaat edemiyoruz” deme cesaretine sahip değildik. Kafamızı başka yöne çevirdik, her şey yolundaymış gibi davrandık. Bunu fark ettiklerinde “Madem öyle, sizin de olmasın!” diye haykırıp Joker maskelerini takabilirlerdi dünyayı ateşe vermek için. Buna hakları vardı… Ama hepimizi şaşırtacak bir şey oldu. Tam ümitler tükenmeye yüz tutmuşken, “Siz beceremiyorsanız biz çıkarırız insanlığı bu bataktan” dediler. 

Çünkü… Bir gelecekleri olsun istiyorlar. Yaşamak istiyorlar yani. Bu kadar basit! Ve sistemin aksi yöndeki telkinlerine rağmen, gerçek anlamda medeni ve insanca bir yaşam sürebilme ihtimalimizin bulunduğunu, rekabete dayalı üretimin irrasyonel ve sürdürülemez olduğunu, kapitalizmin bizi bir yıkıma sürüklediğini görebilecek kadar zekiler. Ve gelecek onların. 

İfadelerini özenle seçiyor olsalar da hiçbir şeyi açık ve net olarak ortaya koyamayıp zımnen anlatmaya alışkın olanlara tokat gibi çarpıyor Thunberg’in sözleri, çünkü o “Öyleyse anladıkları dilden konuşalım” diyerek dümdüz söylüyor söylenmesi gerekenleri. Aşağıda kısa bir bölümünü alıntıladığım COP25 konuşmasında, bunu aklın, bilimin ve mantığın diliyle yaptığı da görülebilir: 

“1 Ocak 2018 tarihinde salacak 420 gigaton CO2 tutarında bir bütçemiz kaldığını (karbon bütçeleri) bilmeliyiz. Ve toprak kullanımı da dahil olmak üzere 42 gigaton salım yaptığımıza göre, şimdi bu bütçe çok daha düşük seviyede. Bugünkü emisyon seviyeleriyle o bütçenin geri kalan kısmı yaklaşık sekiz yıl içinde tükenmiş olacak. Bu sayılar herhangi birinin fikirleri ya da siyasi görüşleri değil; şu anda elde edilebildiğimiz en iyi bilimsel verilerden geliyor. Birçok bilim insanı bu oranların fazla ılımlı olduğunu söylüyorsa da, IPCC’nin tüm çalışmalarında kabul görmüş olan sayılar işte bunlar. 

Lütfen şunu da not edin ki bu hesaplamalar küreseldir. Dolayısıyla işin hakkaniyet yanına ilişkin hiçbir şey söylemezler. Oysa, Paris Anlaşması’na dünya çapında işlerlik kazandırabilmek için, hakkaniyet mutlak ve kesin şarttır. Bu da demektir ki daha zengin ülkeler kendi paylarına düşen görevi yerine getirmeli, gerçek sıfır salımlara ulaşmak üzere daha yoksul ülkelerden çok daha hızlı ve ciddi olarak işe koyulmalı, sonra da daha yoksul ülkelerin aynı şeyi yapmalarına yardımcı olmalıdırlar ki dünyanın daha şanssız bölgelerinde yaşayan insanlar da kendi hayat standartlarını yükseltebilsinler.” 

Ona bunları söyletenler soruyor bir de “Nasıl olur?” diye. İşte böyle olur… Yetişkinler ergen gibi davranmaya başlayınca, gençler hızlı olgunlaşmak zorunda kalır. 

New York’ta katıldığı BM İklim Zirvesi’nde, dünyanın sözüm ona liderleri sayılan koca koca adamlar ve kadınların yüzlerine “Bu ne cüret!? Boş laflarınızla benim rüyalarımı, çocukluğumu çaldınız” derken, bunda da sonuna kadar haklıydı.  

Gerçekleri dile getirmesine katlanamayıp kendisiyle dalga geçen büyüklerin insanı çileden çıkaran ergen tavırları karşısında bile olgunlukla “Yetişkinler nerede?” diyerek yanıt veriyordu; “Yalanlar, nefret... ve bilimle iletişime giren, ona göre davranan çocuklara yönelik zorbalık… Hepsinin nedeni, değişim ihtimali karşısında dehşete kapılan bazı yetişkinlerin iklim krizi hakkında konuşmak istememeleri. Bu, kılık değiştirmiş umuttur. Biz kazanıyoruz!”

Tuna Emren

 

 

 

 

 

Bültene kayıt ol