Çürük kokusu, siyasette en çok ırkçıların, linç girişimlerinin çoğaldığı, meşruluk bulduğu zamanlarda yayılıyor. Cumhuriyet tarihi kadar eski bir çürük kokusu var ama bu yazıda bu çürümenin sol cenah kısmıyla alakalı bir iki noktaya değinmeye çalışacağım.
Evet, sorunun esasını Suriyeli göçmenlerin kaderi oluşturuyor ama solun bir bölümü meseleyi öyle ele alıyor ki, Esad rejiminden kaçıp Türkiye’ye sığınan her Suriyeliyi cihatçı olmakla kodluyor. Kodlama şöyle çalışıyor: Esad’tan kaçıyor, o zaman Esad karşıtıdır, cihatçılar da Esad karşıtı, o zaman cihatçıdır, AKP de Esad karşıtı ve dindar bir liderliği var, o zaman hem Esad karşıtı, hem cihatçı hem de AKP’lidir. E AKP’liyse özel bir koruma ve kayırılma politikasıyla yaşıyorlardır. Öğrenciler burs alıyordur, seçimlerde oy kullanıyorlardır, sağlık hizmetlerinden bedava faydalanıyorlardır, hepsine maaş bağlanmıştır. Türk askeri Suriye’de savaşırken, Suriyeliler burada bir eli yağda bir eli balda sefa sürüyorlardır. Üstelik, bayramlarda sınırı geçip, bayramlaşabildiklerine göre neden geri geliyorlardır, madem gidebiliyorlar, orada kalsınlar. Tamam göçmenlerle dayanışalım da solun Suriyelilerle ilgili bir politikası var mı ki diye tartışanlara ve göçmenlerin yılbaşı kutlamalarına karşı yükselen ırkçı seslere itiraz ettiğimizde bu itirazları memlekette bu kadar sorun varken başka işiniz mi yok diyerek savuşturanlarına kadar bir grup insan ve çevrenin solcu sayılması çürüme kokusunun yayılmasında belirleyici bir etken. Burada mesele sadece bazı solcuların göçmen meselesini sulandırması ve ırkçı iklimi güçlendirmesi değil, bir de kerameti kendinden menkul tiplerin, gazetecilerin solcu sanılması. Düşmanımın düşmanı dostumdur diyenlerin, “AKP gıcığı”yla en sağcı, Kemalist, ırkçı ve milliyetçi figürleri soldan görmeye başlaması, bütün izlerin birbirine karıştığı ama bu arada sağcılığın sol içine keskin bir şekilde sızmayı başardığı bir iklimle sonuçlandı. AKP-MHP ittifakı ve iktidarı öylesine karanlık bir siyasal iklim yarattı ki öylesine ağır bir korku iklimi inşa etti ki düpedüz sağcılar solcu gibi görünmeye başladılar. Ama sağcı oldukları ve her sağcı gibi vatandaşlık hakkının kendi tekelinde olduğundan emin olan bir ev sahibi gibi caka satmayı sevdikleri için, gazeteci, akademisyen ya da araştırmacı olduklarını unutup göçmenler, Kürtler, Ermeniler yani cumhuriyetin dün ve bugün dışarıda bıraktığı ve görünmez kılmaya çalıştığı her “farklı”nın nasıl, nerede ve hangi haklara sahip olarak yaşayacağı konusunda fetva vermeye yetkili olduklarını düşünerek davranıyorlar.
Ekonomik krizi göçmenlere bağlayanlar bunlar. İşsizliği göçmenlere bağlayanlar bunlar. Ev kiralarının yüksekliğini göçmenlere bağlayanlar bunlar. Daha da ileri gidiyorlar ve işte çürük kokusu böyle zamanlarda dayanılmaz bir hal almaya başlıyor, emekçilerin ve yoksulların işsiz oldukları için öfkeli olduklarını ve zaman zaman göçmenlere de yönelen bu öfkenin anlaşılması gerektiğini söyleyebiliyorlar.
Her ırkçı, her Nazi özentisi yalancı da olmak zorunda.
Her ırkçı, her Nazi özentisi kapitalizmi aklamak, kapitalizmin günahlarını da saklamak zorunda. Irkçılığın en temel işlevi bu çünkü. Irkçılık, aslında bunun için var.
Türkiye’de Suriyelilerle ilgili yaygın görüşler bu nedenle ırkçı ve ırkçı olduğu için yalancı ve kapitalizm aklayıcısıdır.
Yalancıdırlar, çünkü Suriyeliler devletten maaş almaz.
Yalancıdırlar, çünkü Suriyeliler bedava sağlık hizmetine ulaşamaz. Yalancıdırlar, zira Türkiye’de bedava sağlık hizmeti diye bir şey, çok küçük bir azınlık dışında ulaşılabilir bir hizmet değildir.
Yalancıdırlar çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanlar seçimlerde oy verme yeteneğine sahip değildir.
Yalancıdırlar çünkü hem Suriyelilerin çok küçük bir azınlığı bayramlaşmaya Suriye’ye gitmektedir hem de başarabilenler uluslararası korunaklı bölgelere gidip gelmektedirler. Bugünlerde İdlip’te yaşanan katliamları görmezden geldikleri için de sadece yalancı ve kapitalizm aklayıcısı değil, aynı zamanda katliamların görmezden gelinmesi için çabalayan vicdansız insanlardır.
İşsizliğin sorumlusunun göçmenler olduğunu söylemekle işçiler olduğunu söylemek arasında hiçbir fark olmadığı çok açık. Çünkü sadece Suriyeliler değil, Türkiyeli işçiler arasında da ucuz işçilik, kayıt dışı istihdam diye bir sorun vardır. İş bulamayan her bir işçi çalışan her bir işçiyi sorumlu görebilir. Ama sorun “yedek sanayi ordusu” diye bir kitleyi yaratan ve bu ordunun çalışanlar üzerinde ücret baskısı yapmasını sağlayan kapitalist üretim mekanizmasıdır. Son bir yıldır yaşanan krizin sorumlusu, Türkiyeli patronlar ve Türkiyeli iktidardır.
Türkiye’de yoksulluk Suriyelilerin göçüyle başlamadı. Türkiye kapitalizmi ve patronların komitesi gibi çalışan hükümetler, daima yoksulların daha da yoksullaşması politikasını hükümetlerinin stratejik hedefi olarak belirler.
Sosyalistlerin bir Suriye politikası var. Merak eden, 2012 yılından beri izlediğimiz göçmenlerle dayanışma mücadelesine bakabilir. Sosyalistlerin ekstra politikaları olmaz. Bu, “Politikanız nedir?” sorusu, bu kadar kalabalık bir kitleyle baş etmek mümkün değildir cevabına bir ön hazırlıktır. İmamoğlu gibi sol görünümlü son dönem starları da göçmenlerin İstanbul’a yük haline geldiğini söyleyerek geri gönderilmelerini savunmaya başlar.
Geri göndermeleri kibar bir biçimde savununca sevimli bir sosyal demokrat oluveriyorsunuz!
Bir gün hükümet olunca ne yapacağını düşünmekten solun en temel nosyonunu unutanlara hatırlatmak lazım: Göçmenlere dair yegane sol politika, dayanışmadır!
Tıpkı ırkçılara karşı yegane sol politikanın onları ezmek olması gibi.
Suriyelilerle ilgili tek sol politika, Suriyeli göçmenlerin Türkiye işçi sınıfının bir parçası olduğunu görerek, işçi sınıfının göçmenlerle dayanışması için çabalamaktır. Suriyelilerle ilgili tek sol politika, mülteci hakkının bir insan hakkı olduğunu hükümete kabul ettirmektir.
Suriyelilerle ilgili tek sol politika, ırkçılığa karşı ama demeden, fakat demeden, en son Mazlum-Der gibi kurumların başını çektiği Saraçhane dayanışma eylemini “Suriyeliler düzenliyor” diyerek hedef gösterenlere en küçük bir prim bile vermeden göçmenlerle dayanışmaktır.
Suriyelilerin miting yapmasını savunmak yerine, Suriyelilerin Taksim’de yılbaşı kutlamasını savunmak yerine, Suriyeli ve Türkiyeli işçilerin birlikte mücadelesiyle ekonomik krizin faturasını bu krizin sorumlularına ödetmek için mücadele edilmesini savunmak yerine miting yapıyorlar diyerek ulusalcılara, faşistlere ve devlete göçmenleri şikayet edenlerden ırkçı, milliyetçi ve bu memleketin sahibi gibi görünmekten hoşlanan yalancı çıkabilir ama solcu çıkmaz.
Sol içinde göçmenlerle dayanışma duygusunun önüne geçen her türden sağcı fikirle mücadele edeceğiz.
Sol içinde göçmenleri düşmanlaştıran her türlü eğilimi yeneceğiz.
Dayanışarak, basın açıklaması yaparak, hükümete baskı yaparak, ırkçılıkla mücadele ederek, mitingler yaparak, göçmenlere yalnız olmadıklarını göstereceğiz.
Gerçek solun tarihi, göçmenlerle, göçmen işçilerle dayanışmanın da tarihidir. Bu yüzden ırkçılar, milliyetçiler ve ulusalcılar Suriyelilerde “ötekini”, “Arap”ı, “yabancıyı” görürken, biz Suriyelilerde, kendimizi görürüz.
İşçi sınıfının bir parçasını görürüz.
Irkçılar, daha derinlerde hem Araplara hem de özel olarak Arap Baharı’na, Arap halklarının diktatörlüklere karşı isyanlarına, en iyi ihtimalle, “mesafelilerdir”.
Biz Suriye’den Türkiye’ye göçenleri yardıma muhtaç insanlar olarak değil, eylemleriyle tarihi yazan kitleler olarak görürüz.
Şenol Karakaş