Abdullah Öcalan’ın HDP’ye yönelik mektubu sert bir tartışma ortamı yarattı. Mektubun içeriği çok önemli doğruları içermekle birlikte zamanlaması, hükümetin mektubu kullanma tarzının gösterdiği gibi bütünüyle yanlış olmuştur.
Devlet mektubun zamanlamasıyla bir taşla birden çok kuş vurmaya çalışıyor: Öncelikle, Kürtlerin oy tercihinde sapma yaratmaya çalışıyor. Bu konuda hiçbir şansı olmamasına rağmen, ısrarla Kürtlere yönelik propagandaya devam ediyor. Öte yandan mektup sayesinde kendi içinde gerilim yaşayan Kürt hareketi, seçimlerden çıkacak sonuçlara göre dozajı artacak ya da azalacak şekilde iç tartışmaya itekleniyor. Üçüncüsü ise esas olarak Suriye merkezli bir diyalog sürecinin kapısının aralanması durumunda, AKP karşıtı kitlelerde Kürtlere yönelik bir düşmanlık ya da mesafe şekillendiriliyor. En son olarak ise böyle bir sürecin muhataplığı ve bileşenleri konusunda Kürt hareketinin yıpranması sağlanıyor.
Fakat mektup yayınlandı ve mektubun esas içeriği hiç de sorunlu değil. Mektup, solun ve demokrasiden yana olanların iktidarın körükle gittiği siyasal kutuplaşmanın aparatı olmamasına yönelik bir öz taşıyor. Bu, seçimlerden bağımsız bir şekilde okunduğunda, HDP’nin kendi bağımsız çizgisini inşa etmesine yönelik bir vurgu olarak ele alınabilir ve muhalefetin geniş kesimlerinin coşkulu “Ekremist” çizgisine bir uyarı olarak önemlidir.
Öcalan’ın uyarısını “Oy verecekseniz de CHP’den daha CHP’li olmamayı başararak, her fırsatta İmamoğlu sloganları atmadan, ‘Oy ver, geç! Barış mücadelesini inşa et!’ gibi bir içeriğe sahip olduğunu kavrayarak okumakta fayda var. Tıpkı bizim gibi İmamoğlu’na hakkı yeniyor diye oy vermekle İmamoğlu seçilince her şey çok güzel olacak sanmak arasındaki farka parmak basmış Öcalan da.
Fakat hem HDP’nin, HDP içindeki ya da HDP sayesinde meclise giren soldan unsurların bir bölümünün hem de CHP’lisinden sağcısına kadar İmamoğlu’nu kurtuluşun son adresi olarak görenlerin tartışma şekilleri, seçimin ardından Kürt sorunu merkezli yaşanma ihtimali olan gelişmelerde Kürt hareketini fikri bir dağınıklığa itme potansiyeli taşıyor. Öcalan da Öcalan’ı yıpratanlar da yıpranıyor. Bu yüzden seçimlerden hemen sonra, diyalog ve barış umutları için kolları sıvamak ve böylesi bir sürecin bir tarafı, ezilen tarafı olan Kürt halkına batıdan omuz vermek çok önemli.
Seçimler açısından Öcalan’ın görüşlerini kamuoyuyla paylaşmasının hiçbir olumsuz sonucu olmayacaktır. Kürt halkının oylarının bilinçsizce kulanıldığı yönündeki önyargı artık bıktırıcı hale geldi. Tersine, daha bir ay önce Dersim tartışmasında yasakçı bir öfkeyle hareket edenler, İstanbul’da adeta Kürt günleri ilan etmiş vaziyete gelince, olaylara objektif bir şekilde bakabilen büyük ve sakin çoğunluk açısından iktidardan gelen seslerdeki açık tutarsızlık gizlenemez bir boyuta ulaşıyor. Bu tutarsızlık, seçimleri kazanmak için girişilen bu agresif tutum, Anadolu Ajansı’nın Öcalan’dan Kürtçe alıntı yapması, Bahçeli’nin HDP’yi Kürtlere Öcalan’ın dediğini yapmıyorlar diye şikayet etmesi, AKP liderliğinin durumunu toparlama yeteneğinden bütünüyle uzaklaştığını, düğümü çözmek için attığı her adımın düğümü daha da içinden çıkılamaz hale getirdiğini gösteriyor.
Şenol Karakaş