Kürt tutukluların açlık grevlerinin geldiği aşama, Öcalan üzerinde süren avukat tecridinin de çözüm sürecinden beri devam eden tecridinin de kalkmasına neden oldu. Bu çok önemli bir gelişme.
Öncelikle tecridin kalkmasını Kürtlerin AKP’yle seçim işbirliği pazarlığına bağlayanlara hiçbir prim vermemeliyiz. Bu fikir, emanet oy tartışmasından beri Kürtlerin siyasi tercihlerini tayin etme hakkı olduğunu düşünenlerin ulusalcı kibirlerinin ürünü. Ulusalcılar, CHP’liler Kürtlere emaneten de olsa oy vermediler, verilen ve siyaset üzerinde çok da fazla etkisi olmayan oylar, tamamen o dönemde gelişen barış sürecinin, barışın gelişmesi ve kazanması için aralarında bizlerin de bulunduğu barış aktivistlerinin, barış mitingleri yapan sendikaların, savaşa değil eğitime bütçe isteyen kamu çalışanlarının, yıllardır mücadele eden İHD ve Cumartesi Anneleri ve Kürt kadın hareketi gibi aktörlerin, Irak’ta savaşa karşı kurduğumuz Koordinasyon ve Küresel BAK gibi kuruluşların “farklı mahalleleri” barış merkezli bir araya getirme yeteneğinin ve bu sürecin bir yönünün siyasal ifadesi olan HDP’nin katkılarının toplamıyla gelişti. Bu oylar emanet değil, sağlam bir şekilde barışa verilen oylardı.
Fakat milyonlarca CHP’li HDP barajı geçsin diye HDP’ye oy vermişçesine çıkartılan gürültü hiç sona ermedi. Her fırsatta birileri Kürtlerden diyet istedi. Son diyet isteği de “Öcalan neyin karşılığında görüşme sağlayabildi?” sorusu etrafında beliriyor.
Kısa bir sosyal medya turu, “İmamoğlu kazanacak, saflar sağlam, safları bozacak tek şey, AKP’nin Kürtlerin oyunu satın alıp alamayacağı” türünden iddia sahiplerini görmeyi sağlıyor.
Çözüm süreçleri
Burjuvazi adı verilen sınıfın çelişkili sınıf çıkarlarını savunan bir komiteden başka bir şey olmayan devlet, Kürtlerle bir çözüm süreci ya da barış süreci, en azından bir diyalog süreci başlattığında kuşkusuz “Ben bu süreçten nasıl karlı çıkarım?” diye düşünecektir. Fakat on yıllardır tüm temel hakları gasp edilen Kürtler, bu süreçte özgürlükleri için kapı aralayan bir fırsat görüp bu diyalog sürecinin aktif, belirleyici bir gücü olmaya çalışıyor, haklarının bir kısmını elde etmek için diyalog yöntemini seçmiş oluyor. Kimin belediye başkanı olacağını ya da belediyenin AKP’nin elinden gitmesinin Türkiye siyasetinde yaratacağı yeni olanakları düşünmek gibi bir zorunluluğu yok Kürtlerin. Kürtlerin kiminle hangi pazarlığı yapacağı da kibirli Türk ulusalcı sol ve sosyalistlerini ilgilendirmez. Örneğin Dersim belediyesinin adını Tunceli değil de Dersim yapmak istemesi, sadece İçişleri Bakanlığı ve MHP’nin öfkesini çekmekle sonuçlanmadı, aynı zamanda akıl bohçasında çok fazla akıl olduğunu düşündüğünden olsa gerek, Kürtlere akıl vermeyi solculuğun temel bir motifi olarak görenlerin de öfkesini çekti. Bu öfkeyle ilk kez karşılaşmıyoruz. Irak Kürdistanı’nda gerçekleşen referandumu yersiz, zamansız bulan ulusalcı sosyalistleri hatırlamak yeterli olacak.
Türkiye siyaset tarihinin en önemli dönemeçlerinden birisi olan Çözüm Süreci, işte böyle yaklaşımlarla zayıflatıldı.
Bu eğilimin bir kez daha hegemonya kurmasına izin vermemeliyiz.
Barış için harekete geçmek zorundayız
Kim ne derse desin, Dersim Kürtler o bölgeye o ismi verdiği için Dersim’dir.
Batının söz konusu Kürtler olduğunda sonsuz bir kibirle olayları ele alan muhalefeti ne derse desin, Kürtler kendi kaderlerini belirlemek için diyalog sürecini mücadele sürecinin bir parçası olarak görüyorlar. Kürtlerden sadece sonsuza kadar kavga etmesini değil, kendi tepeden bakış açısıyla belirlediği sınırlar içinde ve kendisi için kavga etmesini bekleyen batının akıl hocası muhalefeti, daha çok bekler!
Diyalog süreçlerini herkes kendi çıkarları için kullanır. Bu süreçleri, hükümet seçim için kullanmak Kürtler ise özgürlükleri için bir olanağa çevirmek isteyebilir. Sosyalistler ise bir yandan seçim politikalarını savunurken, diğer yandan Kürtlerin haklarını kazanmasına, çözüm sürecinin yeniden gelişmesine yardımcı olmaya çalışır. Seçimlerde AKP’nin işine gelir diyerek yeni bir diyalog sürecinin zayıf da olsa bir ihtimal olarak devreye girdiğini görmezden gelemeyiz. Yenilenmiş ve yeni döneme uygun ama özünde Kürt halkının haklı taleplerinin karşılanmasını amaçlayan bir diyalog sürecinin belirleyici bir siyasal gelişme olacağının farkına varmalıyız.
Şu anda ne yeni bir çözüm süreci başlamış durumda ne de tecridin ne oranda kalktığını biliyoruz. Hatta Kürt tutuklulara kötü davranıldığı ve açlık grevleri sırasında aldıkları hasarların giderilmesinde zorluklar çıkartıldığı haberleri geliyor. Gelişmelerin merkezinde Suriye’de yaşanacak değişimlerin yattığı çok açık. İçeride Kürt sorununda bir makas değişikliği olacaksa, devletin Suriye’de beka kaygısı temelinde geliştirdiği politikada bir değişikliğin yaşanmak zorunda olduğu çok açık. Beka kaygısıyla geliştirilen ve her türlü demokratik hamleyi güvenlik eksenli uygulamalarla bastırmanın yerine yeni bir politik konsept yerleştirilip yerleştirilmeyeceğini göreceğiz. Sadece görmekle kalmayacağız, bu zaten mücadelemizin de temel konularından birisi olmak zorundadır. Yine de tüm sağcı, Kürt halkının temel haklarını kullanmasına ve genel olarak demokrasiye karşıt işleyen eğilimlere rağmen, yeniden bir diyalog sürecinin ipuçlarının ortaya çıkmış olması, sosyalistlerin önüne, bunu gerçek, kalıcı, toplumsal desteği olan ve işçi sınıfının sahiplendiği bir barış sürecine evirmeye yardımcı olacak kampanyaları inşa etme görevi koymaktadır.
Bir önceki dönemde “Demokrasi olmadan barış olmaz” diyerek Çözüm Süreci’nden desteğini esirgeyenler ya da süreci sabıte etmek için elinden geleni ardına koymayanların yine aynı gürültüyle, Kürtlere ağabeylik yaparak, Kürtlerin AKP tarafından aldatılmayı alışkanlık haline getiren bir halk olduğu fikriyle avunarak gündem oluşturmalarına izin vermemek barış için mücadelenin başlıklarından birisidir.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)