Bu yıl Çanakkale Savaşları'nın 100. yıl dönümü olması nedeniyle, her zamankinden daha da hamaset dolu nutukların atıldığına şahit oluyoruz. Ne kadar ırkçı/milliyetçi/faşist varsa, aralarındaki ufak tefek farklılıkları bir yana bırakarak, söz konusu "vatan" olduğu zaman her daim yaptıkları gibi, hep bir ağızdan kan ve ölüm şarkısını söylemeye başladılar.
Bunu boş yere yapmıyorlar elbette. Çanakkale savaşlarının bu sene her zamankinden de fazla önem taşımasının iki nedeni var. Bunlardan ilki, milliyetçilik zehrini işçilerin ve ezilenlerin damarlarına mümkün olduğu kadar fazla pompalamak. Buna acilen ihtiyaçları var. İkinci ve daha önemli neden ise Ermeni soykırımı. Aynı şekilde 100. yılını andığımız Ermeni soykırımını perdelemek için, Çanakkale'yi daha güçlü bir şekilde öne çıkarmaya ihtiyaçları var.
Çanakkale savaşları boyunca, dünyanın çeşitli yörelerinden gelen yüz binlerce genç insan birbirini boğazladı. Bu gençler birbirlerini daha önce hiç görmedikleri gibi, üzerinde can verdikleri toprakları da daha önce hiç görmemişlerdi. Büyük kısmı Çanakkale Boğazı diye bir yerin varlığından bile haberdar değildi. Bir kısmını "üzerinde güneş batmayan imparatorluğun" şanı ve şerefi için yaşadıkları uzak diyarlardan getirmişlerdi ölmeye, diğerlerini de "gâvur, İslam milletini yok edecek" diye.
Geldikleri yerde işçiydiler, çiftçiydiler, çobandılar, ayakkabıcıydılar, marangozdular. Farklı dillerde de olsa aynı şarkıları söylüyor, aynı hayalleri kuruyor, aynı şekilde âşık oluyor, seviyor, seviliyorlardı. Varlığından bile haberdar olmadıkları topraklarda birbirlerini öldürmeleri için hiçbir neden yoktu. Ama bu yüz binlerce genç, kendilerini ölüme gönderen devletlerin egemenleri için bedenlerini boğazın iki yakasında bıraktılar
Vatan uğruna ölüm palavrası, egemen sınıflar tarafından işte bu yüzden yaratıldı. Kendileri daha geniş topraklara sahip olsun, servetlerine servet katsın, diğer egemenlerle çatışma söz konusu olduğu zaman, kendileri için ölecek birileri her zaman mevcut olsun diye, vatan uğruna şehadet yalanlarını anlattılar, anlatmaya devam ediyorlar. Bu yüzden Çanakkale'ye bu yıl daha da fazla önem veriyorlar.
Bunun ötesinde, Çanakkale Savaşları'na bu yıl her zamankinden fazla önem verilmesinin diğer ve daha önemli sebebi, Ermeni soykırımının perdelenmesi ihtiyacı. Ermeni soykırımı, Çanakkale Savaşları ile hemen hemen aynı dönemde gerçekleşti. Askere alınan Ermeni erkeklerinin büyük bir kısmı amele taburlarına gönderildi, bir süre çalıştırıldıktan sonra katledildi. Bir kısmı da Çanakkale'ye gönderildi ve orada savaştırıldı. Ermeni askerler Çanakkale'de Osmanlı ordusu uğruna kan ve can dökerken, aynı askerlerin aileleri ise tehcir adı altında ölüme gönderiliyordu. Eğer Çanakkale Savaşları Osmanlı adına başarısızlıkla sonuçlansaydı, Ermeni soykırımı belki de hiç gerçekleşemeyecekti, ya da çok daha küçük boyutlarda kalacaktı.
Ermeni soykırımı, Türkiye tarihinin kilit taşı. Bu taş çekildiği zaman, yalanlardan örülen koca bir tarihi taşıyan duvarı çökecek, soykırımlarla beslenen cumhuriyet keneleri kendi yalanlarının altında kalacak. Bu keneler bunu çok iyi biliyorlar; bu yüzden normalde 18 Mart'ta düzenlenen Çanakkale anmalarını, bu sene 24 Nisan'a alarak, kendilerini bütün dünyanın karşısında gülünç ve zavallı bir konuma düşürdüler.
Ama tüm çabaları boşuna. Kendilerini dünyaya rezil etme pahasına istedikleri kadar çırpınsınlar, 24 Nisan'ı Ermeni soykırım günü olarak kabul eden ülkelerin sayısı giderek artıyor. Türkiye de eninde sonunda yalanları bir kenara atarak gerçek tarihiyle yüzleşecek; Çanakkale'nin bir zafer değil de facia olduğunu, 24 Nisan'ın da Ermeni soykırımının başladığı gün olduğunu kabul etmek zorunda kalacak. Türkiye devletini bu kaçınılmaz sona yaklaştırmak ise bizim elimizde; sadece 24 Nisan'la sınırlı kalmadan Ermeni soykırımı gerçeğini ne kadar fazla dile getirebilir, insanları ne kadar fazla bu düşüncenin doğruluğuna kazanabilirsek, sırtımızdaki vicdanî yükten o kadar çabuk kurtulmuş olacağız.
Atilla Dirim