Türkiye seçim tartışmalarına gömülmüşken dünyada bir dizi ülkede aktivistler ırkçılıkla mücadele ediyordu. Birleşmiş Milletler 16 Mart’ı Irkçılık Karşıtı Gün ilan etmişti ve sosyalistler son yıllarda bugünü ırkçılığa karşı göçmenlerle dayanışmak için ele alıyorlar.
ABD’de, Avsutralya’da, Almanya’da, İngiltere’de, Yunanistan’da, toplamda 22 ülkede 60’tan fazla şehirde ırkçılık karşıtları sokaklara çıktı.
Neden önemli?
Irkçılıkla mücadele bir çok açıdan önemli. 16 Mart’tan hemen önce Yeni Zelanda’daki ırkçı katliam bu önemi çok üzücü bir şekilde gösterdi. Otoriter popülist liderler, bir yandan demokratik hakları tırpanlarken öte yandan kendilerinden daha sağda konumlanan, faşist olduğunu gizlemeyen, açık bir şekilde ırkçılık ve göçmen düşmanlığı yapan siyasal güçlere de kapıyı aralıyorlar. Macaristan’da çok az sayıda göçmen olmasına rağmen otoriter Orban, tüm propagandasının göbeğine yabancı düşmanlığını oturtuyor.
Son birkaç yılın otoriter liderlerinin ortak özelliği bu: Korku ortamı yaratmak. Bu korkuyu, yabancı düşmanlığı temelinde inşa etmek. Devlet bütünlüğünün, vatandaşların yaşamlarının, kadınların standartının, özgürlüklerin, alışkanlıkların “yabancılar” tarafından hedef alındığı iddiasıyla sürekli işlenen propaganda, kitlelerde bir korku duygusu yaratıyor. Otoriter liderler, korkutucu olan düşmanla ancak kendilerinin mücadele edebileceğini iddia ediyorlar. Bunun için gereken ise, eski dönemden kalan ve demokrasi mücadelesinin kazanımı olan bir dizi hakkın kaldırılması ve otoriter liderin korkuyu yaratan düşmanlarla hızla mücadele etmesini sağlamak üzere daha fazla yetki toplamasına izin vermek. Güvenlik için özgürlüğe, demokrasinin bazı alanlarına, temel haklara veda etmek bir zorunluluk olarak öne çıkartılıyor.
İşte göçmenler burada devreye gidiyor. Hayali “yabancı düşmanlar” yerine, somut yabancılar, başka bir ülkeden bu ülkeye sığınanlar hedef tahtasına oturtuluyor. Otoriter her yönetim, ya doğrudan göçmen düşmanlığı yapıyor ya da göçmen düşmanlarının işini kolaylaştıran sağ, sığ ve lümpen bir iklim yaratıyor. Trump, göçmenlerin hayatını zorlaştırmak için dev bir duvar örmek dahil her türden pespayeliği ABD politik yaşamının merkezine taşıyabiliyor.
Tehdit bütün işçi sınıfına
Otoriter siyasete tam cepheden karşı çıkmak için değil sadece, aynı zamanda göçmenlere yönelik tehdidin tüm işçi sınıfına yönelik olduğunu bildiğimiz için de göçmen düşmanlığına tek bir saniye bile prim vermemeliyiz.
İşçi sınıfı, sadece ve sadece bölünmüş olursa ve bu bölünmüşlüğü kalıcı hale gelirse egemen sınıfın saldırıları karşısında eli kolu bağlanır. İşçi sınıfını gelenekler, sosyal ilişkiler, alışkanlıklar, toplumsal kurallar, devlet müdahalesi, din, propaganda aygıtlarının sürekli basıncı gibi bir dizi etken bölüyor ve yeniden bölüyor ama kapitalizmin tarihi, işçi sınıfı saflarında bozgun yaratan en tehlikeli bölücü eğilimin milliyetçilik ve ırkçılık olduğunu gösteriyor.
Yaşadığı ülkeden buralara göç edenler bunu hayatta kalmak ya da biraz daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için yapıyorlar. Göçmenler, esas olarak işçilerden oluşan bir büyük kitledir. ABD’ye göç eden Meksikalı işçiler, Türkiye’ye sığınan Afgan ya da Suriyeli işçiler gibi. Göçmenleri işçi sınıfının doğrudan bir parçası olarak gören güçlü bir eğilimin olmadığı ve örgütlenme düzeyinin düşük olduğu yerlerde egemen sınıflar bir taşla iki kuş vuruyor. Göçmen işçilerin hayatta kalmak, bu ülkede kalmak gibi zorluklarını istismar edip, ortalamanın çok altında ücretlerle ve işçilerin sahip olduğu hakların büyük çoğunluğundan mahrum kalarak kölelik koşullarında çalıştırıyorlar. Öte yandan da işçi sınıfının genel ücret düzeyi üzerinde göçmen işçileri kullanarak bir basınç oluşturuyorlar.
Göçmen işçiler her an kovulma, tutuklanma, sınır dışı edilme gibi riskler nedeniyle daha sessiz kalmak zorundayken, ırkçılık ve göçmen düşmanlığı gibi fikirlerin etkisi altında kalan işçiler, milliyetçi illüzyonlar nedeniyle göçmenlere yönelik saldırının kendi sınıf kardeşlerine, sınıf kardeşlerinin en korunaksız olan kesimlerine yapıldığını, kısacası aslında kendisine yapıldığını göremiyor.
Göçmenlerle dayanışmak bu nedenle işçi sınıfının ekonomik ve demokratik genel mücadelesinin kopmaz bir parçası olmak zorundadır.
Yerli ve milli olmayan bir mücadele için
Türkiye’de 16 Mart küresel eylem gününün örgütlenmesine sadece DSİP ve birkaç kurum omuz verdiler. İzmir, Ankara, Tekirdağ ve İstanbul’da toplantılar, paneller yapılırken İstanbul’da bir de basın açıklaması yapıldı.
Bu arada seçim tartışmaları, sadece ve esas olarak AKP’nin elinden bazı büyükşehir belediyelerini almaya indirgendiği için, genel olarak iktidar karşıtı muhalefetin kendi içinde ırkçılara karşı tartışmalar askıya alındı!
İP ve CHP merkezi düzeyde en fazla göçmen düşmanlığı yapan partiler. Bu iki partinin liderliği gün aşırı göçmenler hakkında yalan olduğu kesinlikle kanıtlanmış iddiaları dile getirerek politika yapıyorlar. Bu iki parti de milliyetçi ve bu iki parti de Esad rejimine hayırhah bir tutum içinde.
Oysa, tıpkı bir işyerinde başlayan grevin kazanmasının grevci işçiler arasındaki bazı maço fikirlere ve ırkçı fikirlere taviz vermekten geçmemesi gibi, iktidara karşı ittifak olmayan bir ittifak kurulmuş giderken, göçmen düşmanlığına karşı mücadele de ertelenemezdi.
Sadece AKP’nin elinden İstanbul ve Ankara belediyelerini almaya indirgenmiş bir politikadan hemen uzaklaşıp, milliyetçiliğe, ırkçılığa, Müslüman olmayanlara düşmanlığa ve göçmen düşmanlığına karşı hızla harekete geçmek zorundayız.
Ekonomik krize karşı sermaye örgütlerinin hemen her gün yaptıkları öneriler bizleri daha büyük bir yoksullaştırma dalgasının beklediğini gösteriyor. 31 Mart seçimleriyle birlikte bir değişim duygusu hakim hale gelmişken, bu değişim duygusundan demokrasi, eşitlik, adalet ve barış yönünde faydalanabilmenin ilk yolu, ilk icraatı Anıtkabir ziyaretinde milli duygulara seslenmek olan Ekremist bir politik çizgiden işçi sınıfını tüm melanetlere ve yaklaşmakta olan ekonomik saldırılara karşı birleştirmek için harekete geçerek kopmaktır. 16 Mart eylemlerinin bir dizi ülkede gösterdiği gibi bu hareketin ilk hedefi, göçmenlerle dayanışma olmak zorundadır. Göçmenlerle dayanışmayan bir işçi sınıfının haklarını koruması neredeyse imkansızdır!
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)