Devletler tarafından 10 yıldır desteklenen bankalar

15.02.2019 - 11:30
Alex Callinicos
Haberi paylaş

2007-2008 finansal krizi dünya ekonomisini sarsmaya devam ediyor. Geçen haftanın büyük ekonomi haberi, Amerikan Merkez Bankası Fed’in faiz oranlarını arttırmama kararıydı.

Bu oldukça büyük bir hayal kırıklığıydı. Nedenini anlamak için, önde gelen kapitalist devletlerin, krizin tetiklediği büyük durgunluktan nasıl çıktığı meselesine dönmemiz gerek.

Temelde bu devletler neoliberal dogmayı gözardı ettiler ve harcama musluklarını açtılar. Bu da fazladan devlet borçlanması anlamına geldi.   

Ancak, kurumsal medya ve ayakta kalan bankaların yönlendirdiği kaygan bir siyasi operasyon, kısa sürede bunu “kamusal/devlet borç krizi” olarak tanımladı.

Sonuç, kamu harcamalarını azaltmaya yönelen bir kemer sıkma politikası oldu. Fakat ekonomi hâlâ devlet desteği olmadan idare edemeyecek kadar güçsüzdü. Bu zorluk, neoliberal çağda para yaratma ve faiz oranlarını belirlemede kontrolu tekrar ele geçiren merkez bankaları tarafından üstlenildi.   

Ortaya çıkan “mali aktivizm” özellikle parasal gevşeme şeklini aldı. Merkez bankaları devlet ve şirket tahvillerini özel bankalardan satın aldı ve sonucunda finansal sisteme etkili bir şekilde para pompaladı. Bunun ardında yatan fikir ise bankaların bu parayı yatırım yapmayı planlayan şirketlere borç vermek için kullanmasıydı.         

Bu olmadığında da, başka önlemler denendi; örneğin bankaların paraların üstüne yatmakla suçlandıkları negatif faiz oranları getirildi.

Fakat plan er ya da geç para politikasının “normalleşeceği” idi. Başka bir deyişle faiz oranları, krizin zirve noktasında çekilmiş oldukları ultra-düşük seviyeden daha yukarılara çıkarılacak ve parasal gevşeme son bulacaktı. Bunun ardında yatan iki fikir vardı.

Birincisi, krizin ve büyük durgunluğun temelde sağlıklı bir kapitalist sistemin genişlemesinde geçici bir sorun olduğu varsayıldı.

Bunların üstesinden gelindiğinde ise neoliberal “normalliğe” dönüş mümkün olabilirdi.

Hiperenflasyon

İkincisi, geleneksel ekonomik bir dogma var: paranın miktarı teorisi. Bu teori, ekonomide para miktarı çok hızlı bir şekilde arttırılırsa bunun daha yüksek enflasyon oranına yol açacağını savunur. Çoğu neoliberal iktisatçı parasal gevşemenin sonunda hiper-enflasyona yol açacağı konusunda uyarıda bulunmuşlardı.

Ancak “normalliğe” giden yol Fed başkanlarının da ortaya çıkardığı gibi çalkantılı sonuçlanmıştır.

2013’te o zamanın Fed başkanı Ben Bernanke, Fed’in  yeni para yaratma konusunda daha katı davranacağını ima etti ve finansal piyasalar sözde "taper tantrum"da çılgına döndü.

Bernanke hızlı bir şekilde geri adım attı. Bernanke’den sonra başa gelen Janet Yellen parasal gevşemeyi azaltmaya ve faiz oranlarını yükseltmeye başladı. Ancak 2016’da Çin ekonomisi ciddi sıkıntılarla karşılaşınca bu eylemi askıya almaya zorlandı.

Bir yıl önce, Donald Trump Yellen’in yerine Jay Powell’i getirdi. Powell’ın, Yellen’in faiz oranlarını zamanla arttırma politikasını sürdürmesi Trump’ı kızdırdı.  

Fed ayrıca, olgunlaştıklarında elinde tuttukları tahvillerin yerine yenilerini koymuyor, bu da Fed’in bankacılık sistemine yeni para pompalamayı bıraktığı anlamına geliyor.

Trump, seçilmesinden bu yana Amerikan ekonomisinin elde ettiği büyümeyi, Fed’in yok edeceğinden korkuyordu. Ancak, Fed’deki ortodoks iktisatçılar, işçilerin ücret artışları için baskı yapacak kadar kendilerini güvende hissetmeleri nedeniyle işsizliğin düşmesinin yüksek enflasyona neden olacağından endişe duyuyordu.

Aslında, enflasyon bir diğer önemli düş kırıklığı. Merkez bankaları enflasyon hedefleriyle (genelde yüzde 2 oranında) fiyatların artış oranını dengelemekte zorlanıyorlar.   

Bunun bir sebebi işsizlik oranlarının olduğundan daha iyi görünmesi çünkü bir çok insan iş aramayı bırakmış durumda.

Ancak Powell’in faiz oranlarında daha fazla arttırımı askıya almasında öne sürdüğü asıl sebep dünya ekonomisindeki “çapraz akımlar”dır.      

Bunlar Çin’le Amerika arasında gelişen ticaret savaşlarının, Avro bölgelerinde ve Çin’deki ekonomik gerilemelerin ve Brexit’in sebep olabileceği karmaşanın etkileridir.

Ancak temel gerçek, serbest piyasa ideolojisine derinlemesine bağlı olan küresel kapitalizmin, devletin koltuk değneği olmadan yapamayacağıdır. Bu, sol liberal ekonomist James Galbraith'in “normalin sonu” dediği şeye işaret ediyor.

Alex Callinicos

(İngilizce aslından Sosyalist İşçi gazetesi için Metin Özdemir çevirdi)

Bültene kayıt ol