Haberler arka arkaya geliyor ve haberlerin hızına yetişmeye çalışırken, her tartışmada olduğu gibi Venezuela tartışmasında da siyasi analizler Erdoğan prizmasından süzülerek yapılıyor. Bu, yanlış bir yöntem. Önce Venezuela’da ne olup bittiğini, gerçekte ne olmakta olduğunu kısaca hatırlamakta fayda var. Bu yüzden, en sonda söylenmesi gerekeni, en başta söyleyelim: Maduro, otoriter, benmerkezci, rüşvet ağını işleten, sosyalizmle hiçbir alakası olmayan, iktidarda kalmak için yeni iktidar aygıtları icat eden bir siyasi figürdür. Venezuela’nın yoksullarından destek almış olması, bu gerçeklerin görünmesini engellememeli. Maduro, gerçekten de iktidarda kalmak ve iktidarda kaldığı süreci sağlama almak için Kurucu Meclis diye bir oluşum icat etti. 2017 yazında yapılan Kurucu Meclis seçimlerinde katılım yüzde 41 oldu. Maduro, Kurucu Meclis’i yeni bir anayasa sürecinin temeli olması için gündeme getirdiğini iddia etse de gerçek, sağ muhalefetin çoğunlukta olduğu meclisin yasama yetkisini elinden almaya çalışmasıydı. Kurucu Meclis, sadece Maduro taraftarlarınca oluşturuldu.
Kurucu Meclis, meclisin elindeki yetkiler gasp etti.
Maduro’nun kendi iktidarı için antidemokratik eğilimlerini ne ölçüde dışa vurabileceğinin göstergelerinden birisi bu.
Bir diğeri karakteristik özelliği ise Maduro gerçekten bir rüşvet ağının başında oturuyor. Venezuela’da son gelişmeleri ele alırken, bu rüşvet ağının derinliğinin de altını çizmek gerekiyor.
Sosyalizm değil!
Maduro’nun selefi Chavez’den yönetim tarzının esasları açısından bir farkı yok. Ne Chavez ne de Maduro’nun sosyalizmle bir alakası var. Chavez, Venezuela’nın dev petrol gelirlerini halkın en yoksul kesimleriyle de paylaşarak, eğitim, sağlık ve barınma gibi en hayati alanlarda yoksullara petrol gelirlerinden pay aktararak ve bu ekonomik süreci yönetmesi için gerekli olan halk desteğini sağlamak için demokratik bir anayasa hamlesi yaparak iktidarını pekiştirdi.
2009 yılında Rusya’da yaptığı bir konuşmada, “Bütün tarih boyunca ABD İmparatorluğundan daha terörist bir devlet görülmemiştir. Yankee İmparatorluğu çökecektir ve bu çöküş bu yüzyıl içinde olacaktır” demesi Chavez’i tüm ABD karşıtlarının sempatiyle baktığı bir isim haline getirse de Venezuela’da kurulan rejim, Küba’da, eski Rusya ve Doğu Bloku’nda kurulmuş olan bürokratik devlet kapitalizmi rejimlerin bir özentisi olarak öne çıktı ve tüm etkisini, petrol yataklarının dünyadaki en büyük petrol rezervini barındırmasına borçluydu.
Gerçekten de dünyada varlığı kanıtlanan ham petrol rezervinin 17,6’sı (yani 301 milyar varillik) bölümü Venezuela’da bulunuyor. (bkz. http://www.mahfiegilmez.com/2017/07/venezuella-nicin-batt.html) Chavez, iktidara geldikten sonra Venezüella’da petrol üretimi alanında faaliyette bulunan yabancı şirketlerin ödediği vergileri artırdı. Bolivar Misyonu adı verilen fakirlere yardım programı açısından bu gelirlerin önemi büyüktü. Özellikle petrolün varilinin 100 dolar olduğu koşullarda, Venezuela’da ekonominin tüm alanları, bu petrol gelirine bağımlı hale gelerek tempolarını düşürdüler. 2000 yılında 4.824 Dolar olan kişi başına düşen gelir, 2010 yılına geldiğinde 10.317 dolara çıktı.
Chavez, 2002 yılında bir askeri darbeyle iktidardan indirildi. Bir ay sonra yeniden iktidara geçti. ABD’nin 2002 yılındaki askeri darbenin arkasında olduğu çok açıktı. Darbeden sonra yüzbinlerce insan harekete geçerek Chavez’i savundu.
Demokratik bir anayasanın hayata geçmesi için attığı adımlar ve petrol gelirlerinin bir bölümünü fakirlerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için kullanması, Chavez’i de başında bulunduğu rejimi de sosyalist yapmaya yetmez. Yetmez zira Chavez kurduğu Ulusal Kalkınma Fonu aracılığıyla sadece yoksullar için konut yapmıyor, taraftarları arasında denetim dışı büyük ölçekli bir rüşvet ağını da işletiyordu. Venezuela’da 2005-2012 yılları arasında 100 milyar Dolar dolayında para tamamlanamayan inşaatlara harcanmış bulunuyordu. (agy) Bir yandan da yargı bağımsızlığını kaldıran Chavez’in kurduğu rejimi sosyalizmle alakalı bir yönetim şekli olarak görenlerin temel yanılgısı, Stalinist bürokratik rejimleri hem sosyalizm hem de parlamenter demokrasilerden daha ileri toplumsal örgütlenmeler olarak görmeleri.
Maduro, Chavez’in, ekonominin seyrinin daha olumlu olduğu, işsizlik oranlarının yüzde 9-14 aralığında değiştiği, kişi başına düşen gelirin büyüdüğü enflasyonun yüzde 15’ler civarında seyrettiği, ihracat oranlarının arttığı koşullarda bir yandan demokratik bir anayasayı kabul ettirip ama öte yandan, aynı anda devleti kendi şahsında daha fazla merkezileştirme hamlelerini, ekonominin seyrinin kötüye gittiği koşullarda sürdürmeye çalıştı. Devletin otoriter bir yönetici etrafında merkezîleştirilmesi hamlesinde Chavez yargı bağımsızlığını ortadan kaldırırken, Maduro Kurucu Meclis’i icat ederek, geçmiş dönemin anayasal yapılarını lağvetmeye başladı. Oluşan tepkiyi ise muhalefeti baskı altına alarak, demokratik alanı bütünüyle daraltarak, tutuklamalar, ev hapisleri ve yasaklarla denetlemeye çalıştı.
Chavez’den aldığı bayrağın bir yanında rüşvet, fakirlere yardım, baskı, anti demokratik adımlar, yabancı şirketlere yüksek vergiler yazarken, bu bayrağın diğer tarafında, “ABD’yle kavga” yazıyordu. Maduro, bu kavgayı devam ettirdi.
“Antiemperyalizm” değil “ABD karşıtlığı”
Kuşkusuz sadece Venezuelalı popülist otoriter “sol” liderler ABD’yle kavga etmiyor, esas olarak ABD bu liderlerin petrol sahasını doğrudan denetiminden çıkartmasından, ABD’li petrol şirketlerine yüksek vergiler koyulmasından dolayı kavgayı başlatıyor. ABD’nin ne Chavez’e, ne Maduro’ya ne de bölgesel güç olmaya çalışan başka bir lidere tahammülü var. Ama Venezuela’nın başka bir özelliği var, bu ülke bir petrol deniziyle çevrilmiş durumda. 2017 yılında Maduro’nun Ulusal Meclis’i lağvetmesi ABD’nin Venezuela’ya yönelik ekonomik yaptırımlarını uygulamak için gereken “demokrasi eksikliği” bahanesi vermiş oldu. Gelirinin yaklaşık yüzde 95’i petrole dayanan ülkeye özellikle petrol alanında ambargo uygulanmasıyla petrol üretimi 3.5 milyon varilden 2 milyon varile kadar düşerken, ekonomi allak bullak oldu. (https://ozgurdenizli.com/sekiz-soruda-venezuela-krizi-esra-akgemci/) Maduro, 2014’te Chavez’in ölümünün ardından iktidara geldi ve bu dönem ekonomide tökezleme eğilimiyle tanımlandı. 2014’te yüzde 68.5 olan enflasyon, 2015 ve 2016’da sırasıyla yüzde 180.9 ve 274.4 oldu. Petrole bağlı, petrol fiyatlarının yüksek olmasına odaklanmış ekonomi, ABD ambargosuyla birlikte kayaya oturdu.
Otoriter liderlerin en önemli yetenekleri, kendi siyasi kaderleriyle yönettikleri ülkenin siyasi kaderini bir ve aynı şey olarak gösterebilmeleri. Bu, iç politikada ağır bir baskı ortamının yaratılmasına tekabül ederken, dış politikada en büyük askeri sanayi güçle cebelleşiyormuş gibi görünen biçim kazanıyor. Maduro, Kurucu Meclis ilan edip demokrasiden hemen hemen bütünüyle koparken, bütün bu gelişmeleri ABD emperyalizmine karşı direnişin bir gereği olarak anlatmaya başladı. Akgemci, yukarıda değindiğim yazısında, Trump yönetiminin Kurucu Meclisi değil Ulusal Meclisi tanıdığını açıklamasının ardından Maduro’nun şöyle dediğini aktarıyor: “Savaşta yeni bir dönem başlıyor. Bu Kurucu Meclis’le artık topyekûn savaşın içindeyiz.”
Maduro gibilerin ABD karşıtlıklarının antiemperyalist olmakla hiçbir ilgisi yok. Maduro, temsil ettiği kapitalist gücün çıkarları için ABD’yle didişen, ABD’yle çıkarları çakıştığı anda uzlaşma yollarını zorlayabilecek son dönem otoriter liderlerden birisi. Antiemperyalizmi, daha küçük devletlerin daha büyük devletler karşısındaki ulusal çıkarlarını savunmalarıyla karıştırmamak lazım. Bu özellikle “üst akıl” kavramının her kapıyı açan maymuncuk gibi kullanıldığı Türkiye’de daha da önemli. ABD’nin Maduro rejimine müdahalesine, Venezuela devlet yöneticileri antiemperyalist olduğu için değil, ABD emperyalist olduğu, bir ülkenin başka bir ülkeye askeri müdahalesi, yaptırımları, ambargosuna prensip olarak karşı olduğumuz için tepki gösteriyoruz. “Demokrasi” adına dünyanın dört bir yanında diktatörlük, krallık destekleyen, darbe yaptıran, dünyanın en büyük haydutu ABD’yi desteklemek ise tam bir akıl tutulması.
Venezuela’da sosyalist olmak!
Türkiye’de Maduro etrafında yaşanan bölünme Venezuela’da yaşanandan daha derin. Sağcılar, solcular, Maduro yanlıları, ABD müdahalesine şerh koyarak da olsa yeşil ışık yakanlar, Venezuela’yı kendi geleceklerine tutulan bir ayna olarak gördükleri için bu tutumu alıyorlar.
Oysa alınması gereken tutum çok basit ve Türkiye’deki tartışmalarla bir alakası yok: ABD’nin ambargosuna, darbe planlamasına, Venezuela iç politikasına müdahale etmesine tartışmasız karşıyız! Bu, Maduro eleştirisinin, Maduro’ya karşı mücadele eden Venezuelalı sosyalistlerle dayanışmanın sona ermesi anlamına gelmez, tersine, Venezuela’yı ABD müdahalesine açık hâle getiren, iç karışıklığı körükleyip, Ulusal Meclisi lağvederek siyasal kutuplaşmayı derinleştiren, baskıcı politikalarla kendi iktidarını garanti altına almayı halkın bütününün çıkarlarının yerine koyan Maduro’nun siyasetleridir. Galiba, Venezuela’da yaşıyor olsaydık, “ABD’nin müdahalesine karşı tüm işçi sınıfının, Venezuela halkının birliği! Demokrasi düşmanı Maduro’yu ABD, askeri darbe ya da bedelini halkın ödediği ambargolar değil, Venezuela işçi sınıfının, özellikle petrol sanayisinde alın teri döken işçilerin mücadelesi yenecek!” politikasıyla davranırdık.
Madem Türkiye’deyiz, şunu söyleyerek bitirmeliyiz: Türkiye, ABD’nin askeri müdahalesine karşı çıkarken doğru, Maduro’yu savunurken yanlış yapıyor! Maduro’yu demokrasinin yeniden tesis edilmesi için istifa dahil gerekli adımları atmaya çağırarak tamamlanmayan hiçbir politika, Venezuela halkıyla dayanışamaz!
Şenol Karakaş