2008’de ABD’de meşhur kredi sıkışması ile beraber başlayan ve neoliberalizmin anlattığı müreffeh dünya masallarının sonunu temsil eden krizin ardından pek çok burjuva yayın organında Karl Marx’ın ne kadar haklı olduğunu anlatan analizler duymaya çok alışmıştık. Bunlar, genel olarak Marx’ı bir iktisatçıya indirgeyen, politik yönünü tamamen görmezden gören analizlerdi. Bu analizler liberalizmin, ekonomi ve politikayı birbirinden ayıran ve dünyayı ekonomik bir rasyonalitenin yönettiğini düşünen mantığıyla uyumluydu. Eski “düşmanları” Marx, kapitalizmin krize mahkûm olduğunu söylemişti ve kriz gelmişti. Bu basit çıkarımın politik sonuçları elbette neoliberalizmin yılmaz savunucuları açısından bir kabustu: Devrim.
Aradan 10 yıl geçtikten sonra neoliberallerden yine Marx övgüleri yükselmeye başladı. 10 yıl önce neoliberalleri, “Marx da kısmen haklıydı” demeye iten krizin varlığıydı. Bugün ise krizin öngörülemezliği ve neoliberal masallar çözülürken ortaya çıkan yeni otoriterizm. Dünya hiç kuşkusuz neoliberallerin bir zamanlar anlattıklarından çok farklı bir yer: Sınıflar arasındaki farkların azalmaya başladığı, dünyanın savaşa değil de bir uyuma yöneldiği, gelişen iletişim teknolojileri aracılığıyla dünyanın birbirlerine saygılı bireylerden oluşan bir küresel köy hâline geldiği bir dünyada değil; milyonlarca insanın savaşlar yüzünden göç etmek zorunda kaldığı, küresel düzeyde yoksullar ile zenginler arasındaki eşitsizliğin olağanüstü bir şekilde arttığı, “böyle şeylerin olmayacağı” varsayılan gelişmiş Batı ülkelerinde dahi otoriterizmin ve ırkçılığın artmakta olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Neoliberal elitler elbette anlattıkları masalların gerçek olmadığını o zamanlar da biliyorlardı; bilmedikleri, yarattıkları “uzlaşı” halesinin dağılıp kendi çıkarlarını da tehdit eden kontrolsüz bir kapitalizmin ortaya çıkabilme ihtimaliydi. Bu tek ihtimal değildi ama neoliberalizmin kalbine gömülü bir ihtimaldi.
Bugün, SSCB’nin çöküşüyle kapitalizmin nihai zaferini kutlamaya başlayan “tarihin sonu” teorisyeni Francis Fukuyama “sosyalizmin geri dönmesi gerektiğini” söylerken Marx’ın çeşitli konularda haklı çıktığını da “teslim ediyor”. Neoliberalizmin yılmaz savunucusu Economist dergisi ise bu tespite katılarak dünya egemenlerine “Marx okuyun” diye sesleniyor. Bununla da kalmıyor Karl Marx’ı “Davos’un Peygamberi” ilan ediyor!
Neoliberallerden Marksizm dersleri
Alex Callinicos’un da belirttiği gibi Tarihin Sonu kitabının yazarı Francis Fukuyama, Thatcher ve Reagan ile karakterize olan ve artık kapitalizm dışında bir alternatif kalmadığını anlatan neoliberalizmin ilk yıllarının sözcüsü gibi görülüyordu. Tarihin sonunun gelmesi Fukuyama açısından sadece bir teorik atılım değildi; uzun yıllar ABD’deki neoconların güvenilir kalemlerinden birisiydi, Dışişleri Bakanlığı’nda görevler aldı, I. ve II. Irak savaşlarını destekledi. 2003 işgalinden kısa bir süre sonra desteğini geriye çekmeye karar verdi ve neoconlardan uzaklaştı.
Geçen hafta New Statesman’a verdiği röportajda Fukuyama şunları söyledi: “Sosyalizm sadece geri dönebilir değil, geri dönmeli”, “Bu sapakta Karl Marx’ın söylediği belirli şeyler doğru çıkıyor. O aşırı üretim krizinden söz etmişti”. Elbette Fukuyama, sosyalizmden bahsederken işçi sınıfının yönetiminden söz etmiyor, aklında basitçe bir yeniden dağıtım şeması dışında bir şey yok. Ancak dünyada kapitalizmin hiçbir alternatifi kalmadığını dünyaya duyuran sosyalizmin bu azılı düşmanının Marx’tan ve sosyalizmden medet umuyor olması üzerine düşünülmeli.
Economist dergisi ise Marx’a övgü gibi başladığı yazıda büyük devrimciyi önce bir güzel yerin dibine gömüyor. Marx’ın kendisini yanılmaz bir bilim insanı olarak gördüğünü söyleyen yazıda, bu düşünceden dolayı Marksizm’in otoriter rejimlere yol açtığı söyleniyor ve Marx’a karşı kapitalizm savunuluyor. Ancak Economist’e göre Marx, kapitalizmin bürokratik biçiminden bahsederken haklı çıkıyor. Dergi, bugünün patronlarının önemli bir kısmının şirket bürokratları olduğunu söylüyor, bu sebeple yoksulluğun arttığı söylenen yazıda Marx’ın proletaryasının, prekarya biçiminde yeniden doğduğu anlatılıyor.
‘Tarihin sonu’nun sonu
Fukuyama da, Economist de Marx’tan bahsediyorlar çünkü 30 yılı aşkın süredir anlatılan ‘Tarihin Sonu’nun sonu geldi. Kapitalizm, neoliberal elitlerin kontrolündeki bir sistem olmaktan çıktı. Artan yoksulluk, başta neoconlar eliyle çıkarılanlar olmak üzere savaşlar ve bu savaşlara bağlı göç sistemi son derece istikrarsız hâle getirdi. Sol bir alternatifin üretilemediği bir ortamda bütün bu istikrarsızlıktan kârlı çıkanlar ırkçı, otoriter liderler oluyor. Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesiyle başlayan süreci dünyanın pek çok yerinde ırkçıların yükselşi izledi: İtalya, Türkiye, Macaristan, Avusturya, son olarak Brezilya.
Neoliberal elitler bildikleri dünyanın ellerinden kaydığını hissediyorlar ve son bir çaba ile Marx’a sarılmaya çalışıyorlar ancak sarılmaya çalıştıkları Marx elbette bütün içeriğinden boşaltılmış, özellikle devrim fikrinden tamamen arındırılmış bir Marx. Sistemin bir çıkmaza doğru sürüklendiklerini sezdikleri için Marx’a sarılıyorlar ancak kendi yaptıkları ile bugünün canavarlar dünyası arasındaki ilişkiyi kurmaktan acizler. Bir yandan radikal reformlarla karşılaştıklarında bile korkudan titremeye başlıyorlar. İngiltere'de Jeremy Corbyn, emekten yana bir reform programı sunduğunda Economist'in buna tepkisi "Geriye doğru yoldaşlar!" başlığını atmak olmuştu.
Şunu anlamıyorlar ya da anlamazlıktan geliyorlar: Kapitalizmin bugünkü istikrarsızlığının sorumlusu, 1980’lerin başından beri sürdürülen, işçi sınıfının örgütlülüğünü her alanda dağıtmayı kendisine hedef olarak belirleyen neoliberalizmin kendisi. Üstelik neoliberalizmin bu 30 yılda ırkçılık ve savaşlarla ciddi bir problemi olduğunu söylemek de mümkün değil. Aşağıdakilerin hareket kabiliyetini ciddi bir ölçüde kaldırmayı hedefleyen neoliberalizm aradan geçen 30 yılda siyahların, kadınların, LGBTİ’lerin, göçmenlerin hayatlarını ciddi biçimde zorlaştırdı ve ayrımcılığı her alanda yeniden üretti. Neoliberalizm bunu yaparken üstüne eşitlik, hoşgörü, çokkültürlülük gibi bir kılıf üretmeyi de ihmal etmedi. Şimdi bildikleri dünya ellerinden kayarken, kılıf ellerinde kalmış, kapitalizm ise bütün çirkinliğiyle çıplak kalmış gibi görünüyor.
Neoliberallerin söylemeyeceği gerçek
Tam da bu nedenle neoliberallerin Marx’ının karşısına gerçek bir Marx’la çıkmak lazım. Kapitalizmin sadece bugün geldiği aşamayı değil neoliberalizmin yarattığı bütün tahribata karşı işçileri birleşmeye çağıran ve işçi sınıfını bölen ırkçılık, cinsiyetçilik gibi tüm fikirlere net bir şekilde karşı çıkan bir politik hattı inşa etmek tek çözüm gibi görünüyor.
Neoliberaller yanlış giden bir şey olduğunun farkındalar ancak hâlâ mevcut kapitalizmi reforme ederek eski güzel günlerine geri dönebileceklerini sanıyorlar. Gerçeği seziyorlar ama göremiyorlar, görseler de söyleyemeyecekler. Kapitalizmin krizi, ona eşlik eden iklim krizi, yükselen ırkçılık ve ülkelerinden göçmek zorunda kalan milyonlarca insan bize bir gerçeği yeniden anımsatıyor. Onlar söyleyemeyecekler ama bizler söylemek zorundayız:
Ya sosyalizm, ya barbarlık!
Can Irmak Özinanır