Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’nin kaderiyle AKP’nin kaderinin örtüştüğünü söylediği konuşması, bugüne kadar tüm söylediklerinden ayrı bir öneme sahiptir.
Gelişmeler bir kez beka kaygısını sonlandırmak için üretilen politikalara bağlanmışsa, beklenti anormal siyasal, küresel ve askeri gelişmeler olarak kodlanmışsa, bu gelişmelerin göğüslenmesi için devletle örtüşen merkezi siyasal güçlerin sarsılmaması gerekmektedir. Örneğin, MHP liderliğinin Erdoğan’ın bu görüşlerinde bir olağanüstü yan olduğunu görmemesi enteresan. Bu, bir gün AKP-MHP ittifakı bozulduğunda MHP’nin beka sorununu göğüsleyen siyasal güçle didişmeye başlaması olarak kodlanacak. ‘AKP eşittir Türkiye’ denklemi, AKP’ye karşı muhalefetin Türkiye’nin çıkarlarına karşı çıkmakla eşitlenmesi anlamına gelir. Bu, muhalefetin bütünüyle manasız hale getirilmesi sürecinin ilk adımıdır. Siyasal gücün aşırılaştırılıp merkezileştirilmesinin zirvesi, partiyle devletin özdeşleştirilip partinin liderinin de devletle özdeşleştirilmesidir. Türkiye’nin bekası AKP’nin bekasına indirgenirken, gerçekten de Erdoğan siyaseti bıraksa bugün aldığı oyları alamayacağı açık olan AKP’nin geleceği de Erdoğan’ın siyasal gücün merkezinde durup durmayacağına indirgeniyor.
Bu, kuşkusuz muhalefete gözdağı vermek anlamı taşır, ama bu siyasal açıklama daha çok Erdoğan’ın önce kendi partisinin liderliğine, yönetim kademelerine, tabanına ve özellikle kendisini Erdoğan’la aynı çıkar birliği içinde gören yoksul ve emekçi kesimlerine uyarısı olarak görülmelidir.
Dönemi karakterize eden bir süreç siyasal gücün aşırı merkezileşmesi, siyasal istikrarsızlık ve ekonomik kriz ise, bir diğer süreç de toplumda yaşanan benzersiz yoksullaşmadır. “Yerli-milli bir hamasetle yüklü” konuşmaların, açlığa, işsizliğe yakalanma riskini her saniye yaşayan insanlarda yaratacağı etkiyle karnı tok, işi garanti olan insanlarda yaratacağı etki bütünüyle birbirinden farklıdır. Kriz yoksulları her geçen gün şiddetle çarpıyor. Tuvalet kağıdı, yumurta, peynir, soğan gibi ürünler aşırı pahalı ürünler kategorisine giriyor. Serbest piyasa mantığıyla kriz fırsatçılığı el ele gidiyor. Bazı fırıncılar yeni ayda ekmeği 2 liradan satacağını açıklarken hükümet ekmeği pahalı satanların ihbar edilmesini talep ediyor. Fakat fırın patronlarına karşı sesini yükselten hükümet, hem 100 günlük ekonomi programında hem de Berat Albayrak’ın açıkladığı egemen sınıfa bir ölçüde güven veren Yeni Ekonomik Program’da büyük sermayeyi kolluyor, sermayenin krizden darbe almadan çıkmasının hedeflendiği görülürken, krizin bütün faturasının işçi sınıfına çıkarıldığı görülüyor. Bunun bizzat AKP’ye oy veren işçi sınıfında kızgınlığı büyüttüğünü görmemenin tek nedeni, zaten bu işçi sınıfının ‘bidon kafalı’ olduğunu düşünmek olabilir. İşçi sınıfının fikirleri değişiyor, işçi sınıfı öfkeleniyor, kızgınlık bir harekete geçme isteği doğuruyor. Ama hareket, birleşik bir işçi hareketine dönüşmeden kalıyor.
Dönemi, bir başka açıdan da şöyle tarif edebiliriz: Ezilenler açısından bir yandan kızgınlığın, öfkenin biriktiği, ama öte yandan egemen sınıf ve devlet eliyle sürekli olarak korkunun pompalandığı, korku duvarının tüm gediklerinin her geçen gün güçlendirildiği bir dönemden geçiyoruz. Korku ve kızgınlık yan yana işleyen iki ruh hali ve emekçiler hem korkuyor hem de kızıyor. Korkunun yanı sıra bir başka gerçek daha var: Muhalefet diye ortaya çıkan güçler, hem işçi sınıfından kopuk hem de işçi sınıfının siyasal eğilimlerini, hatta daha da öte, bizzat işçilerin kendilerini aşağılayan bir yaklaşıma sahipler.
Korkunun mu mücadele isteğinin mi kazanacağını belirleyecek olan işçi sınıfının içinde birleşik bir mücadelenin örülmesi için sınıfı bölen eğilimlerin hangi hızla aşılacağıdır.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)