Nisan Tezleri
Dört haftadır sürdürdüğüm ahlak tartışmasında; Marx’ın “Egemen düşünceler bütün çağlarda egemen sınıfın düşünceleridir” tespitini alıp, Troçki’nin, “Egemen kültür her zaman egemen sınıfın kültürüdür” ifadesinden geçerek, “Egemen ahlak her zaman egemen sınıfın ahlakıdır” şeklinde ifade ettiğim bir teze taşıdım. Bununla proletaryanın bağımsız bir ahlakı olmadığını ve egemen ahlakın her zaman egemen sınıfın ahlakı olduğunu söylemiş oldum. Dolayısıyla ahlakın sınıfsal olduğunu söylemek, tarih sahnesine çıkan her sınıfın kendi ahlakını yarattığı iddiasına kadar genişletilmesi gereken bir önerme değildir.
Sonuç önermesi: Proletaryanın kendine has bir ahlakının olmadığını söylemek, önceki yazılarımda ifade edilen “gelecek vadeden proleter ahlakı” şeklindeki üçüncü tezi zaten bertaraf ediyor. Tartışmanın dışına itiyor. Engels’in “Gelecek vaat eden proleter ahlakı” tespiti ancak proletaryanın kapitalist topluma son vermekle sınıf ahlakının da yok olmasını sağlayacak bir insanlık durumu inşa edeceği düşünülürse bir anlam taşıyabilir. Proleterler sadece egemen sınıfın ideolojisi, kültürü ve ahlakının etkisi altında değildir. Aynı zamanda üretim süreci devam ederken de kendi aralarında rekabet içindedir. Peki, bir proleter ahlakının olmadığını söylemek, proletaryanın her anlamda burjuvazinin denetiminde olduğunu mu söylemektir? Proletarya fikri, sanatı, bağımsız kültürü ve kendine has ahlakı olmayan bir zavallılar topluluğu mudur? Troçki “proletaryanın geliştirebileceği tek yeteneği devrim yapabilmesidir” diyor. Böylece proletaryanın tarihteki özel konumunun altını çiziyor ve bununla diğer sınıflardan ayırıyor. Dikkat daha farklı bir noktaya çekilebilir: Proleter varoluş tarzında diğer sınıflardan farklı olarak görülecek şey, kriz dönemlerinde neredeyse bir refleks olarak ortaya çıkan dayanışmadır. Proletaryanın sanki antropolojik bir kökene sahipmiş gibi, sanki evveli bir insan niteliğiymiş gibi ortaya çıkan bu refleksi dayanışması, politik eylemin ne şekilde yapılacağını ve niteliğini belirliyor. Proletaryanın politik eylemi, yine bu sınıfa has olan dayanışmadan biçimini ve tarzını alıyor. Proletaryanın politik eyleminin kendine has dayanışmadan kaynaklanması proletaryanın eylemini, diğer sınıfların eylem tarzından ayırıyor. Proletaryanın politik eyleminin temeli refleksi olarak sergilediği dayanışma oluyor.
Kriz dönemlerinde görülen bu dayanışma dünyanın her yerinde meydana çıkıyor ve benzer şekilde işliyor. Farklılık dayanışmanın icra edilişindeki pratik örgütlenmeler düzeyinde kalıyor. Dünyanın her yerinde ezilen sınıflar direnişe geçtiklerinde sanki daha önceden biliyormuşçasına ve hızla komün örgütlemesine girişiyor. Direnişin icrası, dayanışma üzerinden yükselen bir komün örgütlenmesi oluyor. Komünün örgütlenmesinin sağladığı zemin yaratıcı düşüncenin de önünü açıyor. “Bilmiyorlar ama yapıyorlar” ifadesi en çok da bu durumu açıklamaya yakışıyor.
Bu refleksi dayanışma, sadece politik eylemin niteliğini ve biçimini belirleyen bir temel olmuyor. Dayanışma tıpkı kimi filozofların düşündüğü ve ahlakı üzerinde kurduğu “acıma” gibi, ahlak için bir zemin oluşturuyor. Dayanışma, ahlak için bir temel olacak çekirdeğin kendisi de oluyor. Proletaryanın direnişe dönüşen ve komün şeklinde örgütlenen eylemi, dayanışma üzerinde inşa olmakla ahlaki bir “öz” taşıyor. Sorunu böyle ele almak, ahlak ve siyaset için ortak ve hem de somut bir temel tespit etmeyi getiriyor. Komün şeklinde ifadesini bulan politik organizasyonla ahlakın ortak bir temelinin olması, ahlakı ve sosyal hayatı aynı kaynaktan türetme anlamına geliyor. Komün örgütlenmesi aynı zamanda ahlaki bir temel de olan dayanışma üzerinde yükseldiği için, bu temelde kurulmuş toplumun da bir ahlak sorunu olmaması bekleniyor. Toplumu ahlaki bir birlik olarak inşa etmek için içi boş ilkeler önerme, anlamını yitiriyor. Konfüçyüs’ün “komşuna sana davranılmasını istediğin gibi davran” önerisi, yaşama tarzının kendisi olduğundan, sözün istek kipi ortadan kalkıyor. ”Bana davranılmasını istediğim gibi yaşıyorum, bana istediğim gibi davranılıyor” ifadesine dönüşüyor.
Sinan Özbek