Başka tür bir sol için

22.08.2018 - 08:47
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

24 Haziran seçimleri, Türkiye’de siyasetin bilindik temel odaklarını değiştirdi.

Seçimlerden önce, 16 Nisan referandumuyla, hatta bu referandumdan da önce, Erdoğan başkanlık hamlelerini fiilen birer birer hayata geçirmeye başlamış ve yasama-yargı-yürütme alanında düpedüz bir kaos egemen olmuştu. Bu kaos sona ermiş değil, ama devletin 2013 yılından beri yaşadığı geçiş süreci şimdilik bir dinlenme durağında son buldu. AltÜst’ün 24. sayısında bu geçişi şöyle tarif etmeye çalışmıştım: “Türkiye çok açık bir geçiş rejimi yaşıyor. Geçiş rejiminin hedefine ulaşıp ulaşamayacağı, bu değişikliği isteyenleri bile tatmin edip etmeyeceği belli değil. Sonu belirsiz bir geçiş bu ve her bir adımı meydan okuyarak atılıyor. Meydan okuyarak atılan her bir adıma sayısız odak meydan okuyor. Devlet gücünün aşırı merkezîleşmesiyle tanımlanan bu süreç bu aşırı merkezîleşmeye uyumlu bir siyasal, ideolojik, hukukî, kültürel ve hatta toplumsal yapılanmayı zorluyor. Tüm bu alanlarda aşırı merkezî siyasal güce uyumlu değişikliklerin yaşanmaya zorlanması toplumun bütününde baş dönmesi ve bulantı yaratan bir geçiş sürecine neden oluyor. Katı olan her şey, buharlaşmıyor, tuzla buz olup çok daha katı ve merkezî bir şekilde karşımıza çıkma kuvvetli ihtimaliyle ürkütücü bir hâl alıyor.”

Gelişmelerin seyri bu dinlenme durağında geçecek mola süresinin kısa olacağını gösteriyor fakat şimdilik bu sorunun bir aciliyeti yok. Şimdi acil olan, yeni durumu zorlama ve uyduruk olmayan kavramlarla açıklamaya çalışırken, yeni duruma uygun mücadele biçimlerini de gündeme getirmek.

Muhafazakâr sağcı partiyle faşist partilerin ittifakı

Karşımızda 2013 yılından itibaren yavaş yavaş inşa edilen bir koalisyon var. Bu koalisyonun bir ucunda AKP ve Erdoğan, bir ucunda Genelkurmay, bir ucunda MHP, bir ucunda Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılananlar yer alıyor. Bu, her biri kendi içinde komitesi, sözcüleri olan grupların bir ittifakı olarak değil, devlet içi mücadelede kendi çıkarları için yan yana gelen odakların geçici koalisyonu olarak  şekillenen bir siyasal kamplaşma oldu. Gezi, 17-25 Aralık, Kobanê olayları ve arka arkaya yaşanan bombalı saldırılardan sonra en sonunda gerçekleşen kanlı 15 Temmuz darbe girişimi bu koalisyonun şekillenmesinin sağlayan keskin virajlar oldu. Gezi ve 17/25 Aralık yolsuzluk dosyalarında Erdoğan ve AKP’ye ateş püsküren güçler, Kobanê gelişmelerinden sonra giderek Erdoğan’la bir uzlaşma içine girdi. “Yerli ve millî olmak” ve kısa sürede resmî bir devlet ideolojisi hâline gelecek olan “devletin beka kaygısını gidermek için yeniden organize olmak” bu koalisyonun temel harcı oldu. Yine AltÜst’ün 24. sayısında beka meselesine ilişkin şunların altını çizmeye çalışmıştım: “Özetle, yerli ve millî dediğimizde, çözüm sürecinin sonlanmasına neden olan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerde kendisi açısından ölüm kalım sorunu görmesine tekabül eden ve bu beka sorununu gidermek için planlanan dış politik hamlelerin, iç politik manevraların ve ittifakların stratejik ifadesini düşünebiliriz.”

İstanbul sermayesi olarak adlandırılan kesim, Erdoğan’la hasım gibi görünmesine neden olan kimlik ve kültür farklılığı dışında bu anlatıda uzlaşamayacağı korkunç bir öğe görmedi. 15 Temmuz darbe girişimi de bu koalisyonun sonraki tüm süreçte muhalefeti rahatça baskı altına alabileceği bir fırsat sundu. Giderek bir korku atmosferinin gelişmesi bu koalisyonun içini kolaylaştırdı.

Darbe girişiminin sokağa çıkan halk yığınları tarafından durdurulmasıyla, bunun bir darbe değil, Erdoğan’ın siyasî iktidarını merkezîleştirmek için sahneye koyduğu bir tiyatro olduğu iddiası hemen devreye girdi. Darbe girişiminin bir tiyatro olduğu fikri sağdan sola, darbecisinden demokratına çok geniş kesimler üzerinde etkili oldu. Hükümetin 21 Temmuz’da uygulamaya başladığı OHAL, OHAL’in birinci ayından itibaren Fethullahçı darbeciler ve darbe girişimine katılan Kemalist ve kariyerist askerler dışında kalan kesimlere de sert bir şekilde yönelmesi ve giderek muhalefet üzerinde uygulanan keyfî baskının hukukî temeli halini alması, yaşanan darbe girişiminin sulandırılmasında belirleyici oldu. OHAL koşullarında Bahçeli’nin araladığı kapıdan giren Erdoğan iki seçimin yapılmasını siyasî otoriteyi ellerinde toparlamak için bulunmaz nimet olarak gördü. Bu, sermayeyle işçi sınıfı ve yoksulların birbirine denk basınçları nedeniyle bağımsız görünen bir devlet mekanizmasının evriminin sonucu olan otoriter bir siyasal yönelim değil, hem sermayenin önemli kesimlerinin hem de işçi sınıfının önemli kesimlerinin onayını alan bir politik yönelim. Burjuvazinin onayını ekonomik programıyla, işçi sınıfının onayını ise beka kaygısının sahiciliği ve gelmekte olan daha büyük bir kriz sırasında geminin kaptanının değişmesinin yanlış olacağı fikriyle alan bir süreç yaşadık.

24 Haziran seçimlerini bu koalisyon kazandı.

Egemen siyasetin açmazları

AKP yıllardır koalisyonları sona erdirdiğini söylüyordu. Oysa 24 Haziran seçimlerinden sonra mecliste MHP’nin desteği belirleyici olacak. AKP mecliste sürekli olarak koalisyon arayışlarında olacak. İçinde olduğumuz ve derinleşmesi beklenen ekonomik istikrarsızlık, siyasal istikrasızlıkla birlikte şekillenecek.

Seçim sonuçları, tüm baskı koşullarına ve haksız bir seçim sürecine rağmen toplumun yarısının Erdoğan’a oy vermediğini, verenlerin önemli bir bölümünün de doğru bir alternatif ve sol bir seçenek belirdiğinde Erdoğan’dan kopabileceğini gösteriyor.

Tüm baskı koşullarına rağmen Kürt sorunu etrafında hareket eden milyonlarca Kürt kararlı bir şekilde durduğu yerde duruyor.

Bütün bu başlıklar, seçimlerin sonucunda siyasetin sağa yattığını gösterse de içinde mücadele imkânlarının şekilleneceği bir yeni politik iklimin içindeyiz.

Erdoğan bu yeni sürece başkanlık adı verilmesini istemiş. Erdoğancı bu politik dönemde başkanlık adı verilen alan, siyasal çelişkilerin birikeceği, parlayacağı ve patlayacağı alan da olduğu için ayrıca önemli. Bu düzeyin kendi çelişkileri, bu alanla TBMM arasındaki çelişkiler, TBMM’nin kendi çelişkileri, en önemlisi işçilerin egemen sınıfla çelişkilerinin bu başkanlık dolayımı etrafında şekillenecek olmasını kavramak lazım.

Muhalefetin açmazları

24 Haziran gecesi, CHP sözcüsü Bülent Tezcan kitleleri YSK önüne çağırdı ve cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kaldığını kesin bir dille açıkladı. Daha sonra Muharrem İnce Hürriyet gazetesinden verdiği röportajda şunları söyledi: “Bana diyorlar ki, ‘İnsanları sokaklara niye davet etmedin!’ Neden edeyim? Etmem için ortada belgelenmiş bir hırsızlık olması lazım. Var mı? Yok! Partinin ıslak imzalı tutanakları var. Tutuyor mu? Tutuyor. YSK’nın vicdana, hukuka aykırı bir kararı var mı? Yok! E niye sokağa davet edeceğim milleti? Sadece iş olsun diye mi?”. Sonra şöyle devam etti: “Komik bunlar, gülüyorum. Olacak şey mi? Bir yere kaçmadım, kaçırılmadım, karım da kaçırılmadı! Deli saçması bunlar!” Delilik meselesine bir de şöyle değiniyor: “Bunlar delirmiş! Bunları yazanlar gerçekten hasta. Yok eşimi kaçırmışlar, yok sarayda albaylar varmış... Ya rüya gördüler ya gerçekten hastalar!”

HDP İstanbul’da yüzde 12,7 oranında oy alırken, Selahattin Demirtaş’ın yüzde 7,2 oy almasının gösterdiği gibi muhalefetin neredeyse bütünün desteklediği Muharrem İnce’nin bu açıklamaları muhalefet açısından seçimlerden sonra içine girilen türbülansın şiddetini gösteriyor. AKP’nin iktidara gelmesinden bir süre sonra başlayan ve 24 Haziran seçimleri öncesinde ifrata varan bu politika dışı yaklaşımın seçimlerden sonra aldığı hâl, ağır bir yenilgi hissi, değişimin imkânsızlığı duygusu oldu.

Seçim sonuçları açıklanmasın diye Kılıçdaroğlu’nun askeri bir üste tutuklu olduğunu yazan, İnce’nin Erdoğan’dan seçim gecesi 20 dakikalık telefon görüşmesinde tehdit yediğini iddia eden, CHP’nin güçlü olduğu sandıklarda uçucu mürekkeple oy kullanıldığını iddia eden ve bu saçma senaryoları ciddi ciddi mesele edinen şey, bir orta sınıf delilik hâli olabilir, ama asla sol olamaz! Sol adına içine düşülen delilik hâli, seçim sürecinde kolları sıvayan yüz binlerce insanın kararlılığıyla dalga geçmek anlamına geliyordu.

İki gelişmeye güvenmemiz gerekiyor: Biri şu: Erdoğan hükümetinin atacağı her adım kitlelerin gözünde bahanesiz bir şekilde puan kaybetmesine neden olacak. Bu puanlar ne hızla azalır bilemesek de, bir yanda Erdoğan hükümeti, hükümet zenginleri, tüm zamanların zenginleri ve başkanın adamları ile diğer yanda AKP’ye oy veren yoksul kitleler arasında uçurum giderek açılacak ve bizzat Erdoğan’ın dediği gibi bu sefer bir bahaneleri yok. Artık Erdoğan’ın arkasına sığınacağı bir mağduriyet hikâyesi de yok.

Uygulanacak olan, büyük sermayenin ve küresel sermayenin ekonomi programı. Bu programın her bir adımı tabanda hükümetten ve Erdoğancı siyasetten kopuş duygusunu güçlendirecek.

Buna hazırlanmak ve bunun gelişini hızlandırmak üzere eskinin bütün alışkanlıklarını, sol adına savunulan sol Kemalist tüm siyasî eğilimleri bir kenara bırakmak siyasal bir zorunluluk.

AltÜst’ün 24. sayısında yazıldığı gibi: “AKP tabanındaki yoksullar kazanılmadan, AKP bir referandumda ya da seçimde yenilemez. Bu yüzden Adalet Yürüyüşü’ne katılan, özgürlük ve barış isteyen kitlelerle, gelişmelerden rahatsızlık duyan ama bir alternatif olmadığı ve bazı alternatiflerden de haklı bir korkuya sahip olduğu için AKP etrafında kümelenen kitleler arasında önce mücadele bağını ve bunun üzerinden de 2019 seçim bağını kuran bir harekete ihtiyacımız var.”

Seçimlerde bu bağ kurulmadı, solun apolitik seçim kampanyası, “Bana bir ver altı al” yaklaşımı, ırkçılarla ittifak kurabilecek kadar gönlü geniş ve sağcı bir hale gelebilmesi her siyasî çevreyi, bireyi ve kurumu çevreleyen parlamenterist eğilimin sonucu Erdoğan’ın seçim zaferi oldu. Şimdi hem solu, hem işçilerin birleşik mücadelesini yeniden inşa etmek için yeni dönemin sınıf mücadelesine hazırlanma, bu mücadelenin bir parçası olma zamanıdır.

Şenol Karakaş

[email protected]

(Bu yazı, AltÜst dergisinin 27. sayısından alıntıdır. AltÜst'e ulaşabileceğiniz satış noktaları: http://www.altust.org/satis-noktalari)

Bültene kayıt ol