Afet değil cinayet

06.08.2018 - 11:34
Meltem Oral
Haberi paylaş

Yunanistan’daki yangın, yaşadığımız ekonomik düzenin sıradan insanlar ve hatta tüm ekolojik yaşam için yoksulluk, yoksunluk, hastalık, felaket, ölümden başka bir şey olmadığını ne yazık ki çok trajik bir biçimde gösterdi. Eğer ekonomik kriz bahanesiyle binlerce kamu çalışanı, işçi işten atılmasaydı, yeni işçi kadrolarının işe alımları durdurulmasaydı, kamu hizmetlerinde gerekli teknik donanımların teminine tasarruf adı altında son verilmeseydi çok açık ki bu yaşananların zararı çok daha küçük boyutlu olacaktı.

Ekonomik kriz olduğunda patronların ve hükümetlerin ilk söylediği şey tasarruf etmek oluyor. Ancak tasarruf nedense hep eğitimden, sağlıktan, belediye hizmetlerinden, itfaiyeden, yediğimizden, içtiğimizden, işimizden oluyor. Bizim hayatlarımızdan tasarruf ediliyor. Atina’da itfaiye işçilerine yıllardır gerekli ekipmanların verilmediği, tasarruf gerekçesiyle yangın uçaklarının yenilenmediği, işçilerin kendi botlarını almak zorunda kaldığı söyleniyor. Çok tehlikeli bir işte çalışan işçilerin en basit iş güvenliğinden yoksun olması bir yana bu yaklaşım birçok insanın hayatının kurtarılamamasına neden oldu. Yoksullardan ve kamu hizmetlerinden tasarrufun varabileceği noktaları canlı yayında izlerken aynı esnada Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak “kamu harcamalarında tasarruf tedbirleri almaya başladık” dedi. İlk olarak belediyelerden kesinti yapılacağı söyleniyor. Yaklaşmakta olan ekonomik krize kamu hizmetlerinden tasarruf politikasıyla yanıt vermenin hayatlarımız için ne demek olduğunu maalesef Yunanistan’la gördük.

Atina’dan Çorlu’ya kapitalizmin felaketleri

Aslında Atina’daki yangın kâr, rant, patronlar için uygulanan politikaların bizlere yıkım getirdiği ilk örnek değil ne yazık ki. Katliam geliyorum demesine rağmen gerekli önlemlerin alınmadığı, yaşanan felaketlerin en az tahribatla atlatılmasının olanağının kaybolduğu birçok örneği yaşadık. Katrina kasırgası sonrası ABD’de yaşananlar veya Soma’dan Çorlu’daki tren kazasına Türkiye’de yaşanan birçok olayın özü patronları koruyan hükümet politikalarının sonucunda sıradan insanların bedel ödemesiydi. Soma’daki toplu iş cinayeti öncesinde böyle bir felaketin yaşanacağı gerekli yerlere bildirilmesine rağmen üretime arttırarak devam eden şirket, işçiler için yaşam odalarının inşasını masraflı bulduğu için reddeden hükümet, Çorlu’da yine masraflı olduğu için yol işçilerinin işine son verilmesi telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açtı.

Yoksulların dayanışması ırkçılığa karşı

Dünyanın neresinde benzer bir felaket yaşansa birileri çıkıp kader, fıtrat, talihsizlik derken yeryüzünün yoksulları birbiriyle dayanışıyor. Gerek kıyafetini, parasını, ilacını, ekipmanını gerekse iyi dileklerini, temennilerini. Atina’daki yangının ardından da yine küresel çapta bir dayanışma ruhu oluştu. Türkiye’den de eğitim ve sağlık emekçileri, Eğitim-Sen ve SES üyesi işçiler pratik bir dayanışma için adım attı. Biz ne yazık ki bu gibi ağır olayların ‘şakasını’ yapanların, bu olayları ırkçılıklarını saçmak için kullananların olduğunu ara sıra deneyimliyoruz.

10 Ekim katliamının ardından hızla “kendilerini patlattılar” diye tivit atabilenlerin olduğunu unutmadık. Yangın ardından da sosyal medyada ırkçı tepki veren birkaç kişinin yazdıkları özellikle muhalefet saflarında epey yayıldı. Elbette ırkçılığa, milliyetçiliğe hiçbir koşulda taviz vermemeliyiz ve küçümsememeliyiz. Ancak toplumun daha geniş bir kesiminin dayanışmacı ruh halini görmezden gelip, bu ırkçı tepkileri özetle tüm AKP seçmenine atfeden bir yaklaşım kendisini muhalif olarak görenlerde epey yaygındı. Bu konu hızla Türkiye’deki suni laik-dindar kültürel kutuplaşmasının kavga malzemesine dönüşebildi. Kendisini iktidar karşısında muhalefette konumlandıran birçok kişi ‘biz ne kadar erdemli ve iyiyiz ama toplumun yarısı felaketleri alkışlıyor’ gibi bir hava sürüklenebildi. Bu hava aslında yıllardır karşılaştığımız tipik bir orta sınıf semptomu. Sınıf ekseninde ortaklaşmayı yok sayan ve toplumun çoğunluğunun kendisinin yok olmasını isteyen vicdansızlardan oluştuğuna inanan, kitlelere böylesi bir öz atfettiği için de nihayetinde değişimin mümkün olmadığı kapısına çıkan bir yaklaşım bu. Bu yaklaşım politik değil, mücadele hiç değil sadece karamsarlık. Yunanistan’daki yıkım vesilesiyle Türkiye’de kutuplaşmayı kültürel kodlar değil sınıf ekseninde inşa edecek antikapitalist bir sol odağın eksikliği bir kez daha görülmüş oldu.

Meltem Oral

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol