1917 Rus Devrimi Birinci Dünya Savaşı’nı sonlandırdı, üç imparatorluğu yıktı ve insanın özgürleşmesini temel alan sosyalist bir toplumun kapılarını açtı.
Tüm dünyadaki egemen sınıflar korkudan titrerken, milyonlarca insan için bu devrim bir ilham kaynağı oldu. Her zaman karar almak için fazla aptal ve bencil olarak görülen işçi sınıfı şimdi Çar’ın, toprak sahiplerinin veya patronların yardımı olmadan toplumu yönetiyordu. Rus devrimci Lev Troçki’nin dediği gibi “Bir devrimin tarihi, her şeyden önce büyük kitlelerin kendi kaderleri üzerindeki yönetim alanına zorla dâhil olması”nın tarihi idi. Bu yüzden sağcılardan liberallere bütün siyaset uzmanları onu bir yığın yalanla gömmeye çalışıyor. İşçilerin toplumu dönüştürebileceği düşüncesini itibarsızlaştırmak için bu devrimin yalnızca diktatörlük ve baskı getiren bir darbeden ibaret olduğunu iddia ediyorlar.
Gerçekte Kasım 1917’de işçiler iktidarı ele geçirdiğinde tamamen farklı bir toplumu müjdeliyorlardı. “Barış, Ekmek ve Toprak” sloganıyla ayaklanmışlardı. İşçilerin başkent Petrograd’ı ele geçirmesinden saatler sonra bu talepleri yerine getirmek ve sıradan insanların hayatları üzerinde kontrol sahibi kılmak için kararlar alınmaya başlandı. Üç yıl önce Rusya, tarihteki en büyük emperyalist katliamlardan biri olan Birinci Dünya Savaşı’na katılmıştı. Rusya, Almanya ve Avusturya-Macaristan’a karşı İngiltere ve Fransa ile birlikte savaşmış, bütün bu güçler Avrupa’yı ve dünyayı bölüşmek için mücadele etmişlerdi. Şimdi ise işçilerin devrimine liderlik eden Bolşevik Parti tüm cephelerde savaşa derhal son verilmesi yönünde bir kararname çıkarmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren 1918’deki ateşkes anlaşması değil savaş yanlısı tiranları deviren devrimler olmuştu.
1917’den sonra devrimci bir dalga Avrupa’yı kasıp kavurdu; 1918’de Almanya’da ve 1919’da ise Macaristan ve Slovakya’da devrimler patlak verdi. İşçiler greve gitti ve sokakları doldurdular. Siperlerdeki askerler ayaklandılar. Savaşla birlikte Rusya, Avusturya-Macaristan ve Alman imparatorlukları da bitti. Bolşevikler eski Rus İmparatorluğunda yaşayan halklara bağımsızlık ilan etme hakkı verdiler. 1917 yılı boyunca eski fabrika yöneticilerinden kurtulma talebi artıyordu. Mart ayında, işçilere zorbalık gösteren yöneticilerin bir el arabasına konulup fabrikadan çıkarılması Petrograd’da popüler bir eylem haline geldi. Şimdi ise Emekçilerin ve Sömürülenlerin Hakları Beyannamesi fabrikaları işçi sınıfına veriyordu. Şehirlerin dışında toprak mülk sahiplerinden alınıp köylü kitlelerine veriliyordu.
Devrim ezilenlerin özgürleşmesi için devasa adımlar attı. Yüzyıllar boyunca gerici Ortodoks kilisesi “cinsel ahlak” vaaz etmişti şimdi ise kilise ve devlet ayrılıyordu. Kadınlara boşanma, kürtaj ve oy hakkı verildi. Rusya dünyada eşcinselliği yasal kılan ilk ülke oldu.
Rus toplumu ve sıradan insanların düşünceleri devrim sırasında değişim gösterdi. İşçiler eski yöneticilere karşı mücadele ederken “çağların pisliğinden” –gerici ve bağnaz düşüncelerden– kurtulmaya başladılar. Bu daha büyük bir insan özgürleşmesi sürecinin parçasıydı. Rus devrimci Vladimir Lenin devrimlerin normalde baskı altında tutulan ve değersiz hissettirilen “ezilenlerin ve sömürülenlerin festivali” olduğunu savundu.
Devrim yalnızca patronları veya toprak sahipleri için çalışmak yerine kendileri için daha iyi bir gelecek inşa etmeye çalışan halkın yaratıcılığını serbest bıraktı. 1917’nin ardından sanatta, edebiyatta ve kültürde bir patlama oldu. John Reed, Rus Devrimi’nin haberlerini yapan Amerikalı bir gazeteciydi. Dünyayı sarsan on gün adlı kitabında Reed bütün “Rusya’nın siyaset, ekonomi, tarih öğrendiğinden, çünkü insanların bilmek istediklerinden” bahseder. “Riga’nın arkasında bir yerde mevzilenen 12. Ordu cephesine geldiğimizde siperlerde ayaklarında ayakkabı olmayan sıska insanlar gördük; bizi görünce ayağa kalktılar, yüzleri soluktu ve yırtık elbiselerinden soğuktan morarmış bedenleri görünüyordu. Üstümüze atılarak sordular: “Okunacak bir şey getirdiniz mi?”
Bu yeni toplum “Sovyetlere” yani işçi konseylerine dayanan çok daha derin bir demokrasiyi temel alıyordu. Parlamenter demokraside insanlar beş yılda bir oy verirken, kapitalist devlet seçilmemiş bir yargıçlar, generaller ve üst düzey devlet görevlileri ordusu tarafından yönetilir. Gerçek iktidar ise üst düzey bankacılarda ve patronlardadır. Bunun aksine Sovyet demokrasisi kitlesel katılıma ve işçilerin özyönetimine dayanır. Fabrikalardan, işyerlerinden, askerlerden ve mahallelerden seçilen konseyler toplanarak Sovyet’e gönderilecek delegeleri belirlerler. Bu seçilen delegeler eğer halkın demokratik kararlarına uygun davranmazlarsa derhal geri çağrılabilirler. Petrograd Sovyet’inin çalışmalarına tanık olan Reed “hiçbir siyasal yapının halkın isteklerine onun kadar duyarlı ve uyumlu olmadığını” söyler.
Sovyetler ilk olarak 1905 Devrimi’nde ortaya çıkmıştı. Sovyet Çar’a ve patronlara karşı kitle grevlerine girişen işçilerin taban hareketi olarak doğmuştu. Devrimin yenilgisinden sonra Sovyetler dağıldı ancak 1917’de yeniden oraya çıktılar ve daha büyük bir önem kazandılar. Savaşın harap ettiği ülkede, çoktan yoksullaşmış toplumda hoşnutsuzluk artıyordu ve Çar’ın hesap günü Şubat 1917’de geldi. Şubat Devrimi’nin kıvılcımını yakan Uluslararası Kadınlar Günü’nde greve giderek ekmek isteyen kadın tekstil işçileri oldu. Ana akım tarihçiler onların kahramanca mücadelesini “ekmek isyanı” diyerek bir kenara attılar. Militan Putilov fabrikasında, öne çıkan işçilerin atılmasına karşı başlayan grev de bu hareketi güçlendirdi. 23 Şubat’ta kitlesel bir eylemde askerlerle çatışma çıktı. Ama askerlerin önemli bir kısmı dağıldı ve göstericilere katıldı. Beş gün içinde Çar gitmiş, Geçici Hükümet olarak bilinen yeni bir güç iktidara gelmişti.
Geçici Hükümete liberaller ve reformist sosyalistler liderlik ediyordu, onların amacı Rusya’yı batılı kapitalist ülkeler gibi bir parlamenter demokrasi haline getirmekti. İlk başlarda bu işçiler arasında da popülerdi, sonuçta parlamenter bir demokrasi Çar’ın diktatörlüğünden çok daha iyi olacaktı. İşçilerin ve köylülerin talepleri Rusya emperyalist bir savaşta savaşmaya devam ederken gerçekleştirilemezdi. Ancak Geçici Hükümet Rusya’yı savaşta tutmaya söz verdi ve eski sosyal düzeni çok fazla değiştirmemeye çalıştı. Kapitalizmin gelişmeye başladığı Rusya’nın büyük şehirlerinde görece küçük ama güçlü bir işçi sınıfı vardı.
Bu sırada ordunun büyük kısmını oluşturan köylüler topraklarının kontrolünü güçlü toprak sahiplerinin elinden almak istiyorlardı. İnsanlar parlamenter demokrasi vadeden partilerin reformları gerçekleştirebileceğini umdular ama onlar başarısız oldu. Böylece Şubat’ın ardından işçi sınıfı radikalleşmeye ve onun önemli bir bölümü Bolşeviklerin devrimci sosyalist çözümlerine yönelmeye başladı. Fabrika komiteleri Bolşevikleri Sovyetlere seçmeye başladı ve partinin üyeliği Şubat ayında 10.000 iken Kasım ayında 250.000’e çıktı. Bu radikalleşmenin en net görüldüğü yer işçilerin Temmuz ayında çoktan ayaklandığı Petrograd’tı. Bolşevikler işçilerle birlikte savaştılar ama bir yandan da onlara zamanın ikinci devrim için uygun olmadığını çünkü şehrin dışındaki işçilerin onların yanında olmadığını anlattılar. Durumun kontrolden çıktığını gören Çar yanlısı General Lavr Kornilov bir darbe yapmaya çalıştı. Geçici hükümet tereddüt ederken Bolşevikler direnişe önderlik etti ve işçiler arasında destek kazandı.
Ekim Devrimi’ne gelindiğinde kitleler radikal bir değişim istiyordu, parlamenter demokrasi isteyen partiler gözden düşmüştü ve eski düzen kendisini yeniden hâkim kılamıyordu. Bolşevikler barış, ekmek ve toprak taleplerini popülerleştirdiler. Ancak bu taleplere ulaşmanın tek yolunun işçi sınıfının iktidara el koyması ve “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganını yükseltmesi olduğunu savundular. Sonuçta 1917 yılı John Reed’in deyişiyle “işçilerin yalnızca büyük hayaller kurma kapasitesi olduğunu değil, aynı zamanda bu hayalleri gerçekleştirme güçlerinin de olduğunu” gösterdi.
(Socialist Worker'dan Türkçe'ye Onur Devrim Üçbaş çevirdi)