1918 Kasım Devrimi: Başka bir dünya mümkündü

21.11.2015 - 07:51
Haberi paylaş

Kasım 1918'de bir kitle hareketi kayzeri devirdi ve Birinci Dünya Savaşı'na son verdi. Ancak Almanya toplumu köklü bir şekilde demokratikleşemedi ve bunun sonuçları korkunç oldu.

Ekim 1918 sonları: Kiel ve Wilhelmshaven'de bulunan açık deniz filosunun tayfaları, subaylarının emirlerine itaat etmeyi reddettiler. Âmirlerinin silahlarını aldılar, rütbelerini söktüler ve sahil şehirlerinde iktidarı ele geçirdiler. Ertesi gün tersane işçileri greve çıktılar ve askerlerin yanında yer aldılar. Alman devrimi artık başlamıştı. Bütün bunlardan önce Birinci Dünya Savaşı yaşanmıştı. Bu, dünyanın o güne kadar yaşamış olduğu en kanlı ve en fazla kayıp verilen savaşıydı. Devrim başladığında, savaş dördüncü yılının içinde bulunuyordu. Bu, bombalar yağdıran savaş uçaklarının, uçak gemilerinin ve devasa miktarlarda zehirli gazların kullanıldığı ilk savaştı. Verdun, Tannenberg ve diğer savaşlarda on milyon kadar her ülkeden asker hayatını kaybetmiş, bunun iki katı kadarı yaralanmıştı. Cephe gerisinde de on milyon sivil açlıktan ya da yokluktan kaynaklanan salgın hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmişti. Devrimden hemen önce bilinen başka bir şey daha vardı: Almanya savaşı kaybedecekti. Buna rağmen Alman donanmasının komutanları, üstün Britanya donanmasına karşı "şerefini" kurtarmak son bir saldırı emrini vermişti. Bu bir intihar saldırısı olacaktı. Bunu tayfalar da biliyordu. Bu nedenle emre uymayı reddettiler.

Devrim, Berlin'e ulaşıyor

Kıyılarda başlayan isyan kısa sürede bütün ülkeye yayıldı ve pek az direnişle karşılaştı. Bir gördü tanığı o günleri şöyle hatırlıyordu: "Bir hafta zarfında devrim Almanya'yı kasıp kavurmuştu. (…) İşçiler toplanıyor, gösteriler yapıyordu, ancak bunlar artık tehdit amaçlı değildi, aksine sevinç gösterileriydi. Her yerde kızıl bayraklar dalgalanıyor, iliklerde kızıl şeritler ışıldıyor, yüzler gülüyordu. O kurşunî, yağmurlu Kasım günleri sanki ilkbaharı getirmişti."

9 Kasım sabahı protestolar başkente ulaşmıştı: Kenar mahallelerden başlayan devasa protesto gösterileri, Berlin'in merkezine akıyordu. Göstericilerin önünden geçtiği kışlaların birçoğundaki askerler de onlara katılıyordu. Sayıları giderek artan göstericiler, öğlen olduğunda şehir merkezine ulaşmıştı. Emniyet Müdürlüğü işgakl edildi ve polisler silahsızlandırıldı. Üniversitede ve şehir kütüphanesinde mevzilenen bazı subayların direnişi, öğleden sonrasının erken saatlerinde kırıldı.

Hareketin basıncı altında Şansölye Prens Max von Baden, hemen aynı günde – gerekli izni ve yetkiyi beklemeden – II. Wilhelm'in imparatorluk ve Prusya tahtlarından çekildiğini ilan etti. Kısa bir süre sonra da makamını SPD başkanı Friedrich Ebert'e devretti. Ebert, SPD'nin başka iki üyesi ve Bağımsız Sosyal Demokrat Parti'nin (USPD) üç üyesiyle birlikte "Halk Temsilcileri Konseyi" adı verilen yeni hükümeti kurdu.

İşçilerin ve askerlerin hareketi, yüzlerce yıllık köhnemiş monarşi sistemini tarihin çöplüğüne atmıştı. Çok kısa bir sürede sadece imparatoru değil, 22 Alman kralını ve prensini iktidardan indirmiş ve demokratik bir yeni başlangıcın temellerini atmıştı. Protestoların başlangıcından birkaç gün sonra imzalanan bir ateşkes anlaşması, Birinci Dünya Savaşı'nın dört yıllık kitle katliamlarına son verdi.

Almanya İmparatorluğu çökmüştü. Artık monarşi yoktu. Meclisin en küçük bir otoritesi kalmamıştı. Kasım başlarında belli düzeyde bir iktidar gücüne sadece işçi ve asker konseyleri sahipti. Bu konseyler, tayfaların ayaklanmasını takip eden günlerde ülkenin her yerinde kurulmuştu. Cephede bile konseyler kurulmuştu.

Konsey üyeleri, yoldaşları tarafından işyerlerinde ve kışlalarda demokratik yöntemlerle seçiliyordu. Seçilenler, kendilerini seçenlere hesap vermekle yükümlüydü ve her an geri çağrılabilirlerdi. Konseyler toplum hayatını, yiyecek dağıtımını ve askerlerin terhis işlemlerini düzenliyordu. Kısacası savaşlardan, sıkıntılardan ve kitlelerin ihtiyaçlarından yeni bir toplumsal örgütlenme modeli ortaya çıkmıştı. Bu, parlamenter demokrasinin aksine, ekonominin, devlet aygıtının ve medyaların kitlelerin kalıcı bir kontrolüne tabi kılındığı bir toplum modeliydi.

Uluslararası bir hareketin parçası

Almanya'da yaşananlar münferit bir vaka değildi. Avrupa'nın neredeyse bütün hükümdarları kitlesel protestolar, grevler ve gösterilerle boğuşmak zorunda kalıyordu. 1917 ile 1920 yılları arasında Moskova ile Berlin'de milyonlarca insan Birinci Dünya Savaşı'nın etkilerine karşı savaşa çıkmıştı. İhtiyaç maddelerinde yaşanan sıkıntıları protesto ediyor, fabrikaları işgal ediyor, işçi konseyleri, köylü konseyleri, asker konseyleri kuruyorlardı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalanmıştı, Macaristan bir konseyler cumhuriyetine dönüşmüştü, İtalya'da da 1919 ve 1920 tarihe "iki kızıl yıl" olarak geçecekti.

Dünyayı bu savaşın içine sürükleyenler, artık kendi iktidarları için endişelenmeye başlamışlardı. Britanya başbakanı Lloyd George, Mart 1919'da endişeyle şunları yazıyordu: “Avrupa'nın her yanı devrim ruhu ile dolu. İşçiler arasında, savaştan önceki koşullara karşı yalnızca derin bir hoşnutsuzluk duygusu değil, aynı zamanda öfke ve isyan da var. Mevcut düzenin siyasal, sosyal ve ekonomik yönleri Avrupa'nın bir ucundan ötekine dek halk kitlelerince sorgulanıyor".

Ağır yenilgi

İşçilerin ve askerlerin başlattığı isyan, eski seçkinlerin - ordu, imparatorluğun devlet bürokrasisi ve şirketler - nihai olarak iktidardan indirilmeleri fırsatını yaratmıştı. SPD liderliği ise bunu yapmak yerine, onlarla ittifak kurma kararını verdi. SPD liderliği ilk olarak hedeflerine daha zor yoldan ulaşmaya, yani konseylerdeki sosyal demokrat çoğunluğu kullanarak, konseyleri ele geçirmeye çalıştı. Ülke genelinde yapılan Konseyler Kongresi'nde SPD delegeleri, konseyler hareketinin sona ermesi gerektiğini anlattılar. Onların etkisiyle konseyler gerçekten de ele geçirdikleri iktidardan vazgeçtiler ve bir ulusal meclisinin seçimine, yani parlamenter demokrasiye onay verdiler.

Ellerindeki gücü devretmek istemeyen - Bremen veya Münih gibi - konseyler, ya da  - Berlin'de olduğu gibi -  devrimin güçlenmesi için mücadele etmeye devam eden devrimciler, SPD ile "eski güçler" ittifakı tarafından kanlı bir saldırıya uğradılar. Sonraki yıllarda devrimci mücadele tekrar tekrar alevlendi. Savaşan işçiler barikatın diğer tarafında her defasında SPD'yi buldular. Ancak Mart 1920'de partinin son yıllarda oynadığı oyunun ne kadar tehlikeli olduğu ortaya çıktı: Ordu birlikleri ve Freikorps çeteleri - kısmen gamalı haçlı bayrakların altında - SPD liderliğindeki hükümete karşı darbe girişiminde bulundular ve hükümet üyeleri Berlin'den kaçmak zorunda kaldı. Sosyal demokrat liderlik, Kapp darbesi adı verilen bu girişim karşısında çaresiz kalmıştı: Sola karşı verdiği savaşta dayandığı ordu aygıtı, sağa karşı vereceği savaşta onun yanında yer almayı reddediyordu: "Reichswehr, Reichswehr'e ateş etmez!" diyordu Kurmay Başkanı Hans von Seeckt.

Cumhuriyeti kurtaranlar, bir kez daha Almanya tarihinin en büyük genel grevini yapan işçiler oldu. Bir kez daha konseyler kuruldu, silahlı işçiler monarşist ordu birliklerine saldırdılar. Grevin gücü altında ezilen darbe, birkaç gün içinde dağıldı. Ancak SPD bir kez daha durumu ordunun ve devlet aygıtının kapsamlı bir şekilde demokratikleştirilmesi için değerlendirmeyi reddetti. Bunun yerine, Ruhr Bölgesi'ndeki konsey hareketini kanlı bir şekilde bastırmak için Reichswehr'i kullandı.

Almanya'da sosyalist devrim bu şekilde başarısızlığa uğramış oldu. Bu da sosyalist Rusya'nın dünyadan yalıtılmış bir şekilde kalmasına ve yeni bir baskı aygıtının hakimiyeti ele almasına neden oldu: Stalin'in korku imparatorluğu.

Kazanımlar

Her şeye rağmen: Weimar Cumhuriyeti'nin bütün kazanımları, kitlelerin kasım 1918'deki devrimci eylemleri olmadan asla elde edilemezdi. Örneğin işveren örgütleri grevlerin baskısı altında, çalışma koşullarının toplu görüşmeler yoluyla düzenlenmesi için sendikalarla merkezi bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı. Asgari 50 işçi çalışan işyerlerinde işyeri konseylerinin kurulmasını ve günlük çalışma saatinin tam ücret verilerek sekiz saatle sınırlandırılmasını kabul ettiler. Cumhuriyetin kendisi, kadınların seçme ve seçilme hakkı ve sosyal yasalar da devrimin bir ürünü oldu.

Almanya'yı Birinci Dünya Savaşı'na sokmuş olan kapitalistler, güçlerini muhafaza ettiler. Devlet aygıtı, yargı ve ordu kapsamlı bir şekilde demokratikleştirilemedi. Cumhuriyetin monarşist karşıtları, bulundukları etkili konumlardan uzaklaştırılamadı. Nasyonal sosyalistlerle ittifak kuran bu "seçkinler" 1933 yılında cumhuriyeti bertaraf ettiler, işçi hareketini parçaladılar, daha fazla kazanç sağlama ve büyük devlet olma hayalleri için yeni bir dünya savaşı başlattılar. Tarihin acı bir ironisidir: 1933'den sonra Yahudiler ve komünistlerle birlikte on binlerce sosyal demokratı toplama kamplarına kapatan ve katledenler, SPD'nin devrim günlerindeki eski müttefikleriydi.

Marcel Bois ve Florian Wilde

(Marx21 dergisi, sayı 40i Sosyalist İşçi için çeviren: Atilla Dirim)

Bültene kayıt ol