Rosa Luxemburg'un devrimci düşüncesi: Kitle grevleri milyonların gücü

15.01.2021 - 12:06
Haberi paylaş

"Kuşkusuz Rosa Luxemburg çağdaşları arasında 21. yüzyıl devrimlerine en çok ilham veren figürdür." Çağla Oflas yazdı.

Kuşkusuz Rosa Luxemburg çağdaşları arasında 21. yüzyıl devrimlerine en çok ilham veren figürdür. O’nun ve Yoldaşı Karl Liebnecht’in Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) tarafından katledilmesinin üzerinden 100 yıl geçti. Ama yaşadığımız günler, Rosa’nın savunduğu işçi kitlelerinin gücünü gösteren canlı örneklerle dolu. 2008’den beri krizden krize koşan kapitalizme karşı büyüyen öfkeli işçi kitlelerinin mücadelesinin egemenler üzerinde yarattığı derin korku, bizim kaygılarımızdan çok daha fazla.

2011 yılında Ortadoğu’da 40 yıllık diktatörlükleri deviren büyük kitle eylemlerinde kitle grevleri merkezi rol oynadı. Mısır’da grevlerin Mübarek rejimini devirmesi sonrasında işçi sınıfı yozlaşmış yöneticilerin görevden alınması, devlet güdümlü sendikaların tasfiyesi ve bağımsız sendikaların kurulması gibi bir dizi ekonomik ve demokratik kazanımlar elde etti. Ortadoğu’da değişim rüzgarları darbeler ve uluslararası müdahaleler sonucu tersine çevrildi. Avrupa ve ABD’de reformist liderliklerin yarattığı hayal kırıklığı Başta Trump, Bolsonaro, Erdoğan gibi otoriter yönetimlere yol açtı. Ancak iklim inkarcılığı, ırkçılık, kadın düşmanlığı, tüm bunların üstüne derin bir gelir adaletsizliği, kitlelerin yaşadığı sefalet emekçi kitlelerin öfkesini arttırdı. 2018 yılının son aylarından itibaren dünya, Fransa’dan, Cezayir’e, Sudan’dan Şili’ye, Hong Kong’a, Lübnan’a kitle grevleriyle sarsıldı. 

Kitle eylemleri durmak bilmiyor

Kapitalizm 2020 yılında da krizlerle sarsıldı. Covid-19 salgını, eşitsizliğin ve ırk ayrımcılığının kökeninde kapitalizmin yattığını bir kez daha gösterdi. Yıl boyunca kitlesel eylemler ve işçi eylemleri gerçekleşti. Hindistan’da 250 milyon kişinin katılımıyla tarihin en kitlesel grevi yapıldı. Belarus’ta işçiler siyasal ve ekonomik taleplerle çok sayıda grev gerçekleştirdi. Şili’de emekçi kitleler Pinochet anayasasını değiştirdi. Yunanistan’da merkezinde sendikaların olduğu anti-faşist hareket faşist Altın Şafak örgütünün yasadışı kabul edilmesini sağladı. ABD’de kitlesel ırkçılık karşıtı mücadeleler Trump’ın yenilmesine yol açtı. Tüm bu gösteriler ve grevler çürüyen, çözülen, çözüldükçe saldırganlaşan otoriter yönetimlere karşı sahici alternatifin kitlesel işçi eylemleriyle inşa edilebileceğini gösterdi. 

Kendiliğinden bir mücadele biçimi

Rosa Luxemburg Marx’tan sonra Marx’ın fikirlerinin en önemli taşıyıcısıydı. Kapitalizmin yarattığı çelişkileri açıklamanın dışında, krizler, savaşlar, ırkçılık ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden oluşan kapitalist sistemin yıkılmasında işçi sınıfının kitlesel eylemlerinin merkezi rolüne özel önem verdi. O’nun Marksizm’e yaptığı en önemli katkı kendiliğinden meydana gelen kitle grevlerinin devrimci potansiyelini açığa çıkarmasıdır. Anarşizme göre kitle grevleri güzel bir sabah yapılan bir tasarımdan ibaretti. Almanya’da kitlesel sendikalarının ve sosyal demokrasinin bürokratik liderlerine göre de kitle grevleri bir dizi “ekonomik” ve “siyasal” aşamalar içeren mekanik formüllerden oluşmaktaydı. Rosa Luxemburg anarşist tasarımın aksine, kitle grevinin suni bir şekilde yapılamayacağını, tasarlanamayacağı ve propagandasının yapılamayacağını anlattı. Kitle grevleri sınıf çelişkilerinin keskinleştiği, sosyal koşulların olgunlaştığı bir süreçte tarihsel bir zorunluluk olarak meydana gelebilirdi. Nitekim 1905’te Rusya’da gerçekleşen devrim Rosa’nın fikirlerinin en büyük kanıtı oldu. Kitle grevleri Putilov fabrikalarında çalışan iki işçinin işten atılması ve ardından 12.000 işçinin dayanışma grevine çıkmasıyla başladı. İşçiler sekiz saatlik işgünü, ifade ve basın özgürlüğü gibi bir dizi ekonomik ve siyasal taleplere sahipti. Greve çıkan işçilerin sayısı birkaç günde 140.000’e ulaştı. 22 Ocak günü 200 bin işçi Papaz Gapon önderliğinde Çarlık Sarayı’na yürüdüler. Çarın ordularının işçilere ateş açması tüm Avrupa’yı etkisi altına alan devrimlerin başlangıç noktası oldu. Kendiliğinden başlayan ayaklanma çok sayıda küçük mücadelenin birikimi sonucu meydana gelmişti. 1896 ve 1897’de on binlerce tekstil işçisi St. Petersburg’da greve gitti. 1902’de Kafkasya’daki petrol işçileri bir kitle grevi düzenlediler ve 1903’te Rusya’nın büyük şehirlerinde genel grevler oldu. 1905’te, Rusya ile Japonya arasındaki savaş bittiğinde ülke derin bir ekonomik kriz yaşıyordu ve işçilerin taleplerini karşılayamaz haldeydi. Ekonomik taleplerle başlayan grevlerde işçiler kendilerini Çarlık otokrasisinin ordusuyla karşı karşıya buldular. Rusya’da deneyim kitle grevlerinin ekonomik ve siyasal aşamalardan oluşan mekanik formüllerden oluşmadığını gösterdi. Ekonomik mücadele hızla siyasal talepleri beraberinde getirdi. Devrim, Çar’ın sınırlı da olsa oy hakkı tanıdığı parlamentonun oluşmasıyla kısmi reformlara yol açtı. Aralık ayında Moskova’da işçilerin sekiz saat sürecek ayaklanmasının Çar orduları tarafından bastırılmasıyla hareket geri çekildi. Ancak Rusya’da işçi sınıfı muazzam kazanımlar elde etti. 

Tek yol devrim

Rosa Lüksemburg kapitalizm koşullarında gerçek kazanımları elde etmenin tek yolunun devrim olduğunu söylemişti. Kapitalizme karşı mücadele kadınlardan, gezegendeki her canlının haklarını savunanlara, iklim değişiminden ırkçılığa, göçmen düşmanlığına, savaşa karşı mücadele eden milyonlarca aktiviste kadar süren hareketin kazanması, merkezinde işçi sınıfının olduğu kitlesel eylemler ve grevlerle mümkün. Genel grevler üretim sürecini kesintiye uğratarak, kapitalistleri felç etmenin dışında, işçi sınıfının kendi öz örgütlenmelerini oluşturmaları ve kapitalist devlet aygıtının alternatifi örgütlenmeleri oluşturma potansiyeline sahip olması açısından da önemli. 

Rosa Lüksemburg, 1914’te kapitalizm krizden çıkmak için milyonlarca insanın ölümüne yol açan bir savaş örgütlediğinde sistemin ne denli yıkıcı bir tehdit olduğunu gördü. Hapishaneden yazdığı broşüründe insanlığın bir seçim yapmak zorunda olduğuna dikkat çekti: “Ya emperyalizmin zaferi ve bütün bir kültürün yok olması, eski Roma’daki gibi çökme, yıkılma, bozulma, uçsuz bucaksız bir mezarlık; ya da sosyalizmin zaferi!”

Kapitalizmin krizi nedeniyle milyonlarca emekçinin sefalet içinde yaşadığı, Covid-19 salgını nedeniyle milyonlarca emekçinin yaşamını kaybettiği ve iklim krizinin gezegen üzerindeki tüm canlı yaşamı tehdit ettiği bugün bu ikilem çok daha anlamlı ve güncel. 

Çağla Oflas

(Sosyalist İşçi)

Portreler: Rosa Luxemburg

Bültene kayıt ol