Lenin 1920’de Uzlaşma Üzerine başlıklı kısa bir makale yazıyor. Bu, tamamlanmamış bir makale ve ilk olarak 1936’da yayımlanıyor (Lenin, Werke, Cilt 30, sayfa 484-486). Makalede tartıştığı asıl soru şu: Sosyalistler kapitalist ülkelerle uzlaşmaya varabilir mi, varamaz mı? Lenin, teorik argümanlar geliştirme yerine olgudan hareketle soruya cevap üretme yöntemini tercih ediyor, çok bilinen arabanın önünü kesen haydut örneğini veriyor. Böyle bir durumda canınızı kurtarmak için belinizdeki silah dahil, her şeyi teslim edebilirsiniz.
Lenin bu noktada etik bir sorunun da oluştuğunun farkında: Sizden zorla alınan silah, bir üçüncüye karşı kullanılırsa bunda sorumluluğunuz var mıdır? Lenin, soruyu tartışmıyor, bir cevap gibi kuruyor. Ancak bu soruyu arkasına almış siyasî düşünce, bir pratik sonuç da yaratıyor.
Namluların gölgesinde uzlaşma
Bu pratik sonucu yine 1920’de yazdığı “Sol Radikalizm” Komünizmin Çocukluk Hastalığı adlı kitapta en net şekliyle ifade ediyor: “Savaşın düşman için elverişli olduğu apaçıkken, savaşın bizim için elverişsiz olduğu besbelli iken, savaşı kabul etmek bir cinayettir ve bizim için elverişsiz bir savaştan kaçınmak için ‘dolambaçlı yollara, anlaşmalara ve uzlaşmalara’ başvurmayı bilmeyen devrimci sınıf siyasîleri beş para etmez” (Werke, Cilt 31, sayfa 63). Lenin burada Sun-Tzu’dan beri çok iyi bilinen basit bir savaş kuralını hatırlatıyor. Bu kadar eski bir savaş kuralını, sınıf mücadelesinde vurgulu bir şekilde neden tekrar ediyor? Şüphesiz Lenin’i buna zorlayan siyasî muhataplarının katılığı ve en büyük solculuk sandıkları keskinlikleri.
Grev ve uzlaşma
Lenin, yukarıda anılan kitabında uzlaşma üzerine tekrar ve daha uzun bir makale yayımlıyor. Burada günlük işçi mücadelesine bakarak söyledikleri var. Her proleterin grevden geçmiş olduğunu ve her proleterin grevle istediklerinin hiçbirini elde edemeden, bazen de bir kısmını elde ettikten sonra işbaşı yapmak zorunda kaldığını hatırlatıyor. Bu, işçilerin nefret duydukları ezen ve onları sömürenlerle uzlaşma yapmak zorunda kalmalarıdır. Nesnel koşulların zorladığı bir uzlaşmadır bu ve işçilerin mücadele azmini kaybetmeleri sonucunu da doğurmaz.
Ama bir grev durumunda iki türlü anlaşma olabilir: İşçi sınıfının mücadelesinde sınırsız örneği olduğu üzere, grev satılarak da uzlaşmaya varılabilir. Lenin, grevde varılan uzlaşmanın meşru mu yoksa ihanet eden bir sendika önderinin, bir grev kırıcısının eseri mi olduğunun saptanmasının da zor olduğunu ekliyor. Bu durumda bir grevde varılan uzlaşmanın meşru mu yoksa ihanet mi olduğu nasıl saptanacak?
Lenin devam ediyor. “Her duruma uyan bir reçete ya da (“Asla uzlaşılmayacak”!) biçiminde bir genel kural üretmeye kalkışmak saçmadır”. Öyleyse ne yapılacak? Yapılacak şey, her bir tekil durumu kendi özgünlüğü içinde değerlendirmektir. Peki bu değerlendirmenin doğru olmasını nasıl umacağız, bekleyeceğiz? Karmaşık siyasî sorunların çözümünde; gerekli bilgi, gerekli tecrübe ve gerekli siyasî seziye sahip parti önderlerin inisiyatifine güvenmekten başka çıkar yol kalmıyor. Ancak burada ifade edilen “önderler bilir” sığlığında bir saptama değil. Sınıf adına karar verecek bir önderlik tespit etme hiç değil. Partili önderlerin doğru çözümleme yapabilmesinin koşulu, sınıfın düşünen bütün temsilcileriyle birlikte ve uzun erimli çalışmalar yapmaktır.
Devrimci marksist siyaset ve uzlaşma
Devrimci marksistlerin iktidara yönelmiş politik eyleminde uzlaşma olgusunu nasıl gördüğünü anlamaya yardım edecek önemli metin Lenin’in yukarıda anılan kitabıdır. Lenin, “Hiç Uzlaşma Olmayacak mı?” başlığında Engels’in 1874’te Blankici Komüncüleri nasıl eleştirdiğini hatırlatarak başlıyor. Blankicilerin gözlerini sadece zafer gününe dikmiş olmalarını eleştiriyor. Blankiciler, sınıfların kaldırılmasını, üretim araçlarının ve toprağın özel mülkiyetine son veren toplumsal düzeni hemen şimdi istiyor. Hiçbir ara aşamadan geçmeye tahammül etmeyen, hiçbir uzlaşma düşünmeyen bir siyasî çizgi savunuyorlar. Uzlaşmaların, ara aşamaların sadece kölelik durumunu uzattığını dile getiriyorlar. Engels bu hattı “Kendi sabırsızlığını teori olarak ileri sürme çocukça saflığı” olarak yorumluyor. Lenin, bu arka planı hatırlatarak devrimci marksizmin uzlaşma hakkında nasıl bir çizgi izlediğini ortaya koymaya hazırlanıyor.
Siyasî tecrübeden yoksun naif kimseler, oportünizmle devrimci Marksizm arasındaki sınırların genel olarak uzlaşmayı kabul edip etmemekte olduğunu sanar. Her türlü uzlaşmanın oportünizm ve her türlü uzlaşmaz sert tavrın devrimci marksizm olduğunu düşünür.
Bu kişilere Lenin şöyle sesleniyor: “Tarihin her özel ya da özgül anında, karşımıza dikilen pratik siyasal sorunlarda kabul edilmesi mümkün olmayan uzlaşmaları, oportünizmi temsil eden uzlaşmaları, devrimci sınıfa ihanet niteliğindeki uzlaşmaları ayırt etmeyi bilmeli.” Lenin burada kullandığı “bilmeli” ifadesinde, nasıl bilineceğini teorik olarak doldurmuyor. Birinci Dünya Savaşı’nda, “ulusal savunmanın” desteklenmesini oportünizmin temel biçimi olarak örnekleyerek sorunu açıklama yolunu seçiyor.
Hatırlanacağı üzere Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in bütün çabasına rağmen Alman Sosyal Demokratları savaş bütçesini desteklemişti. Lenin bunu, kendi burjuvazisinin çıkarlarını savunma düzeyinde bir uzlaşma örneği olarak yargılıyor. Kendi ülkesinin burjuvazisiyle yapılan bu dolaylı ya da dolaysız uzlaşma, proletaryaya ve “konsey” hareketine karşıt bir sonuç yaratıyor. Burjuva demokrasisi ve parlamentarizminden yana olan bu tutum “konsey iktidarı”na karşı olmak anlamına geliyor. Lenin, “anavatanın savunulması” şeklinde ifade bulan bu sosyal şoven politikayı, oportünist bir uzlaşma olarak değerlendiriyor.
“Yalnız öncüyle zafer imkânsızdır”
Öte yandan birtakım Alman solcuları da diğer partilerle her türlü uzlaşmayı reddeden bir siyasî çizgi izliyor. Bolşevikleri nefret tonu yüksek bir dille eleştiriyor. Lenin bu tür solcuların, Bolşeviklere karşı olmasının siyasî düşüncelerinin doğal bir sonucu olduğunu yazıyor. Çünkü: “Almanya sollarının hem Ekim Devrimi’nden önce hem de sonra, Bolşevizm’in tarihinin dolambaçlı yollara başvurmalarla ve burjuva partileri dahil öteki partilerle anlaşmalarla ve uzlaşmalarla dolu olduğunu bilmemeleri mümkün değildir!”
Bolşevikler bu uzlaşmalara neden yanaşır, bu uzlaşmalar oportünist bir siyasî hat izlemek midir? Lenin, burjuvaziye karşı verilen savaşın, iki devlet arasında çıkan bir savaştan çok daha zor olduğunu yazıyor. Böylesine zorlu bir savaşa kalkışmak, karmaşık yollara başvurmayı ve düşmanları bölen farklı çıkarlardan kaynaklanan çelişkilerden yararlanmayı gerektiriyor. Peki “düşmanları bölen çelişkilerden” nasıl yaralanılabilir?
Ayrı ayrı ülkelerin burjuvazisinin ya da bir ülkenin burjuvazisinin kendi arasında, farklı çıkarlardan dolayı çatlaklar oluşur. İşte bu çıkar farkının yarattığı çatlak, siyasî ittifaklar oluşturmanın söz konusu olacağı noktadır. Burada kurulacak ittifaklardan sallantılı ve geçici müttefiklikler çıksa da, bu ittifak fırsatı hızla değerlendirilmelidir. Çünkü sizden çok daha güçlü olan bir siyasî hasım, ancak akıllıca kurulmuş ve sayıca kalabalık güçlerin safınıza çekilmesiyle mümkündür.
Lenin, kendi örgütünden daha kalabalık güçleri kendi safına kazanacağını nasıl oluyor da düşünebiliyor? Lenin’i bu özgüvenle konuşturan nedir? Kuşkusuz kendi siyasî örgütünün ve hattının yapacağı siyasal çözümlemelerinin doğru olacağına duyduğu inanç. Bu, uzlaşmalara gidebilmenin kendine güvenmek anlamına geldiğini de gösterir. İttifaklardan kaçınmaksa içine kapalı, hayata dokunamayan dar ve sekter grupların ortaya çıkmasını sağlar. Sosyalistlerin siyasî uzlaşmayı, işçi sınıfının çeşitli parti ve örgütleri arasındaki bir ilişki olarak ele alması da sınırlı bir düşüncedir. Yine Lenin hatırlatıyor: “Çarlığın iktidardan düşmesine kadar, Rusya’nın devrimci sosyal demokratları çok kez liberallerin yardımına başvurmuşlardır, yani bunlarla birçok pratik uzlaşmalar yapmışlardır.”
Bu ittifak, burjuva liberalizminin işçi sınıfın içindeki etkilerine karşı ideolojik mücadele verilmediği anlamına da gelmez. Bolşevikler 1905’te de işçi sınıfı ve köylülüğün liberal burjuvalar ve Çarlığa karşı ittifakını savunuyor. Ama buna rağmen burjuvaziyi, Çarlığa karşı desteklemekten bir an olsun geri durmuyor. Bolşevikler 1907’de bu kez burjuva demokratı “sosyalist devrimciler”le seçim ittifakı yapıyor.
Örnekleri arttırmak mümkün. Ama daha çarpıcı bir ittifakı burada anmak verimli olacak: Ekim Devrimi günlerinde Bolşevikler, sosyalist devrimcilerin tarım programını bir virgülüne dahi dokunmadan kabul ediyor ve küçük burjuva köylülükle önemli bir siyasal blok oluşturuyor. Lenin’in bu ittifakı değerlendirişi son derece öğretici: Bu, köylülere zorla Bolşevik programı kabul ettirme derdinin taşınmadığını kanıtlamak için varılmış açık bir anlaşmadır. Lenin’in buradaki tutumunu anlamak için Devlet ve Devrim adlı kitabını hatırlamakta fayda var: Lenin orada “Demokratik cumhuriyetin kapitalizmin mümkün en iyi siyasî kabuğu” olduğunu söylüyor. Ve ekliyor: “Biz, kapitalist düzende proletarya için en iyi devlet biçimi olarak demokratik cumhuriyetten yanayız”.
Öte yandan yapılan ittifakların ömür boyu sürecek mutlu evlilikler olarak düşünülmesi de saflıktır. Bitmiş ittifaklardan sonra süren siyasî mücadelelere bakarak eski ittifakları eleştirmeye kalkışmak da bu saflığın başka bir tezahürüdür. Çarpıcı örneği yine Bolşeviklerden seçiyorum: Bolşeviklerin bir zamanlar siyasî blok oluşturduğu sol sosyalist devrimciler, 1918’de Bolşeviklere karşı silahlı mücadeleye başlıyor. Ama bu Bolşeviklerin bir tarihte onlarla ittifak yapmakla hata ettikleri anlamına gelmiyor.
Lenin’in uzlaşmaların neden gerekli olduğunu açıklayışı, bir marksizm dersi gibidir. Kapitalizmi kapitalizm yapan emekçi sınıfların bölünmüşlüğüdür: Proletarya, proleterden yarı proletere, yarı proleterden küçük köylüye, küçük köylüden orta köylüye ve diğer toplumsal gruplarla çevrilidir. Bunun gibi proletaryanın kendisi de meslek grupları ve bazen mezhepsel gruplar gibi tabakalara bölünmüştür. Egemen sınıflar da bölünmüş, parçalı bir yapıdadır. Bu, kapitalizmi kapitalizm yapan bir özelliktir. Lenin şöyle sürdürüyor: “Bütün bunlar; proletaryanın öncüsü için, onun bilinçli bölümü için, komünist partisi için, zikzaklı, dolambaçlı yoldan yürümenin, ayrı ayrı proleter gruplarla, ayrı ayrı işçi partileriyle ve küçük mülk sahipleriyle anlaşmalar yapmanın, uzlaşmalara varmanın kesin, mutlak gerekliliğini doğurmaktadır”.
Sonsöz
Lenin her bir grevde varılan uzlaşmanın meşru mu yoksa ihanet mi olduğunu seçecek kesin bir ölçütün olmadığını söylüyor. Kuşkusuz haklı. Ama devrimci marksist siyasî mücadele söz konusu olduğunda; yapılan uzlaşmalar, ittifaklar için kullanılacak hiçbir ölçüt yok mudur? Lenin, ittifak hakkındaki düşüncelerini örneklerle açıklamayı tercih ediyor. Uzlaşma konusundaki düşüncesini genellikle marksist literatüre doğrudan başvurmadan açıklıyor. Böyle olmakla birlikte onun uzlaşma politikası marksizmin kusursuz bir uygulanışı. Lenin’in yazdıklarına ruhunu veren bizzat Komünist Manifesto’dur: “Komünistler öteki işçi partileri karşısında özel bir parti değildir. Proletaryanın çıkarlarından ayrı çıkarları yoktur. Proletarya hareketini kalıba sokmak üzere apayrı ilkeler ortaya atmazlar. Komünistler geri kalan proletarya partilerinden yalnızca bir yandan proleterlerin ayrı ayrı ulusal savaşımlarından tüm proletaryanın ulusallıktan bağımsız ortak çıkarlarını vurgulayıp öne sürmeleriyle, bir yandan da proletarya ile burjuvazi arasındaki savaşımın geçtiği başka başka gelişim aşamalarında hep genel olan hareketin çıkarlarını savunmakla ayrılırlar”.
Lenin, vardığı her uzlaşmada işçi sınıfı çıkarlarını her türlü ulusal çıkarın, örgüt çıkarının üstünde tutuyor. Proleter harekete partinin yarattığı ilkeleri dayatmıyor. İşte tam da bu yüzden Lenin 1907’de burjuva demokratlarının tarım programlarını virgülüne dahi dokunmadan kabul ediyor. Bu ölçüt, hangi uzlaşmanın olamayacağını da söylüyor: Uluslararası bir sınıf olan proletaryanın çıkarına ters düşen hiçbir uzlaşma onaylanamaz.
***
“Sol Radikalizm” Komünizmin Çocukluk Hastalığı
Bu kitap, Lenin’in son eseri, 1920’de Nisan-Mayıs aylarında yazılmış. Aynı yılın 12 Haziran’ında Rusça olarak basılıyor. Bir ay sonra Almanca, Fransızca ve İngilizce olarak basılıyor. Bunu takip eden günlerde İtalyanca baskı izliyor. Lenin, kitabın baskıya hazırlanmasının her aşamasıyla bizzat ilgileniyor. Komünist Enternasyonal’in II. Kongresi’ne yetiştirmek için çabalıyor, baskı yetiştiriliyor ve orada dağıtılıyor. Kitabın önemli tezleri ve sonuçları, Komintern’in II. Kongresi’nin verdiği kararların temelini oluşturuyor.
“Sol Radikalizm” Komünizmin Çocukluk Hastalığı ifadesi Marksist Strateji ve Taktiğin Bir Popüler Sunum Denemesi ara başlığıyla yazılan bölümde geçiyor. Bu ara başlıklı bölüm, Lenin’in yaşadığı yıllarda yapılan bütün yeni basımlardan çıkarılıyor.
Kitabın Rusça ismi: Detskaya bolezm “levizy”v kommunizm. Türkçe’ye “Solculuk” Komünizmin Çocukluk Hastalığı şeklinde çevirmek sanırım en uygunu.
Almancası: Der “Linke Radikalismus” Die Kinderkrankheit im Kommunismus. Türkçe’ye, “Sol Radikalizm” Komünizmin Çocukluk Hastalığı şeklinde çevrilmesi uygun olur.
İtalyanca: L’estremismo, malattia infantile del comunismo. Türkçe’ye, Ekstermizm Komünizmin Çocukluk Hastalığı şeklinde çevrilebilir.
Fransızcası: La maladie infantile du communisme “le gauchisme”. Türkçe’ye, “Goşizm” Komünizmin Çocukluk Hastalığı şeklinde çevirmek uygun olur.
İngilizce: “Left-wing” Communism, an Infantile Disorder. Türkçe’ye, “Solcu” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı şeklinde çevrilmesi uygun olur.
Türkçe’de ilk baskı 1970 yılında ve Sol Yayınları tarafından yapılmış. Çeviri Muzaffer Erdost’un. Yayınevi, çevirinin İngilizce ve Fransızca baskılar karşılaştırılarak yapıldığını belirtiyor. Ancak kitaba yakıştırılan başlık İngilizce başlıktan etkilenerek seçilmiş. İnter Yayınları da 1996 yılında yayımladığı kitabı Almanca’dan çeviriyor. Başlığını benim de yukarıda yaptığım şekilde kullanıyor.
İnter Yayınları, ilk Türkçe çeviriyi de haklı olarak eleştiriyor. “Sol Komünizm” kavramı Türkiye’deki sol literatürde dolu dolu bir karşılık bulmuyor. Rusya’daki kimi komünistler bu kavramla adlandırılıyor. Almanya’da ise “İlke Muhalefeti” grubu “sol komünist” sıfatını kullanmasa da Lenin tarafından “sol komünizmin” bütün belirtilerini taşımakla eleştiriliyor. Türkiye’de kendini “Sol Komünist” kavramıyla tanımlayan gruplar hiç olmadı. Sol içindeki polemiklerde de “sol komünist” olma bir eleştiri niteliği kazanmadı. Goşizm ifadesi bir siyasî tutumu, tarzı tanımlamak açısından yerleşmiş bir kavramdır ve siyasî çağrışımları nettir. Almanca kitabın başlığındaki “Sol Radikalizm” ifadesi Türkçe açısından çok daha anlamlı bir vurguya sahiptir. Türkiye solu açısından “radikal solculuk” içi dolu bir kavramdır ve kullanıldığında neyi anlattığı, imlediği ayan beyandır. “Sol Komünizm” ifadesi bu çağrışım gücünden noksandır. Dahası Lenin’in sanki bizde olmayan bir grubu, çizgiyi eleştirdiği görüşünün oluşmasına da yol açmaktadır.
Bundan dolayı Lenin’in bu önemli kitabı Türkiye’deki sol açısından nerdeyse adressiz kalmıştır. Orada yapılan eleştirileri Türkiye solunda hiç kimse üzerine almamış ve kendini gözden geçirmeyi düşünmemiştir. Dolayısıyla kitabın etkisi olması gereken güce varmamıştır.
Oysa kitapta Lenin son derece sarih bir şekilde “keskin solculuğu” eleştirmektedir. Bu eleştiri, Türkiye solunun tarihi açısından olduğu kadar bugün de son derece yakıcıdır, günceldir.
Sinan Özbek