Birinci Dünya Savaşı başladığında dünya sosyalist hareketinin buluştuğu örgüt olan İkinci Enternasyonal içinde milliyetçi fikirler hakimiyet kurdu. Bu örgüte üye sosyalist partiler, kendi egemen sınıflarını desteklemeye başladılar.
Lenin, yaptığı emperyalizm analizine bağlı olarak savaşa karşı çok kesin bir tutum aldı ve sol içinde milliyetçi fikirlere asla taviz verilmemesi gerektiğini savundu.
Rus Devrimi kitabında Marcel Liebman, Lenin’in savaş karşısındaki tutumunu şöyle özetliyor: “Lenin’in bütün çabaları teorik araştırma, aralıksız münakaşa, sürekli kalem tartışması yoluyla (…) tek bir davaya hizmet amacını güdüyordu: Uluslararası ve emperyalist bir savaşı bir iç ve devrimci savaş haline sokmak.”
Kendi egemen sınıfına karşı bu meydan okuma gücü, hem dünyada hem de tek tek ülkelerde temel bölünmenin işçi sınıfıyla patronlar sınıfı arasında yaşandığına yönelik net fikirlerden kaynaklanmaktadır. Savaşta kendini egemen sınıfını desteklemek değil, kendi egemen sınıfının devrilmesi için mücadele etmek gerekir.
Zira işçi sınıfı ve burjuvazinin ortak hiçbir çıkarı olamaz.
Bu fikirler sayesinde, Bolşevikler Rus işçilerinin savaşa duyduğu tepkiyi “Barış” sloganları etrafında örgütleyebildiler ve Ekim ayında işçi devriminin ardından kurulan hükümetin ilk adımı barış ilan etmek oldu.