LGBTİQ+ hareketi son 40 yılda bir dizi dönemeçten geçti ve dünyanın birçok yerinde çeşitli kazanımlar elde etti.
Başta Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde olmak üzere hareket hem yasal eşitliği sağlamaya dönük hem de gündelik hayatta karşılaşılan ayrımcılıkların hafiflemesi yönünde olumlu bir dönüşüm yarattı.
Bununla birlikte, 2008’de yaşanan finans kriz ve ardından dünya ekonomisinin içine girdiği durgunluk hemen her yerde liberalizmin siyasi krizini de beraberinde getirdi. Bu krizden otoriter popülist siyasetler türedi. Bu siyasetler sadece neoliberalizmin kaba bir eleştirisi ile “sıradan” insanların milliyetçi hareketlerde birleşmesini değil aynı zamanda “sıradan” insanların temsilcisi olarak “sıradan heteroseksüel” erkekliği otoriter hareketlerin ortalama bilincinin sembolü haline getirdi.
Heteroseksist maço bilinç
Bu heteroseksist maço bilinç kadın düşmanı, göçmen düşmanı ve LGBTİ+ düşmanı söylemleri sözde bu grupların toplum sağlığını ve milletin bekasını tehdit ettikleri gerekçesi ile dolaşıma soktu. Irkçı, göçmen düşmanı, cinsiyetçi ve homofobik siyasetler toplumun en saldırıya açık kesimlerini hedef tahtasına oturttu. Toplumun en marjinalize edilmiş, en güvencesiz kesimleri yoksulluğun, siyasi krizin ve toplumsal çözülmenin sorumlusu ilan edildi. Çekirdek aile, geleneksel değerler, erkeğin ailedeki rolü yüceltilmeye ve bunu tehdit eden her türlü cinsel arzu, deneyim, yönelim ve kimlik ötekileştirilmeye başlandı.
Otoriterliğin hedef tahtasında
Ekonomik ve siyasi krizin birbirini beslediği Türkiye’de ise 2015 yılından itibaren gittikçe artan otoriterlik LGBTİQ+ hareketinin birikimlerine göz dikmiş durumda. Son dört yıldır bir dizi şehirde gerçekleştirilegelen Onur yürüyüşleri ve Onur haftası etkinlikleri devlet baskısı, medya karalama kampanyası ve kimi zaman faşist grupların tehditlerinin gölgesinde yapılmakta. İşsizlik, güvencesizlik, düşük ücret ve işyerinde ayrımcılık gibi ekonomik krizin acı sonuçlarını en fazla yaşayan gruplardan biri olan LGBTİQ+’lar, bu krizle siyasi hegemonyası sarsılan iktidarın tabanını konsolide etmek için kullandığı bir hedef haline geldi.
LGBTQ+’lar sosyal yaşamın asli parçasıdır
23 Haziran seçimlerine giden süreçte Süleyman Soylu gibi “beka” siyasetinin mimarları, LGBTİQ+ hareketi ve onun renklerini hedef alan bir dizi açıklama yaptı. Gökkuşağını öcüleştiren ve militarist milliyetçi heteroseksist siyaseti homofobi ve transfobi üzerine inşa eden bu otoriterlik şunu bilmeli ki İstanbul ve bir dizi başka şehir aynı zamanda geylerin, lezbiyenlerin, transların, biseksüellerin, aseksüellerin ve kuirlerin şehirleridirler. Bu kentleri her gün yeniden yaratan karıncalar ordusunun ve bu şehirlerin kültürlerinin asli parçalarıdırlar. Fabrikalarından kafelerine, sokaklarından barlarına bu şehirlerin ekonomik ve kültürel hayatı LGBTİQ+’ların da kol, beden ve zihin emeğiyle üretilmektedir.
Homofobik ve transfobik siyasetler 1990’ların başından itibaren Türkiye’de gittikçe daha fazla örgütlülük, görünürlük ve kitlesellik kazanan bu topluluğun ezilenlerin geri kalanından ayrıştırılıp dışlanmasını ve görünürlüklerinin kaybolmasını istiyorlar. Çünkü yayınları, dernekleri, eylemleri ve taleplerinin çeşitliliği ile anayasa yapımından akademik tartışmalara bir dizi alanda söz sahibi haline gelmiş LGBTQ+’ların kendilerine birden fazla ok attığının farkındalar. Her özgürlük hareketi gibi devletin baskı aygıtlarının, eğitim sisteminin, aile kurumunun doğrudan baskısı altında olan diğer hareketlere dayanıştığının, militarizme, cinsiyetçiliğe ve ırkçılığa karşı çok parçalı bir hareketin bileşeni ve en militan unsuru olduğunun farkındalar. Bu hareketin öfkesinden çok korktukları gençliğin sırtında yükseldiğinin de farkındalar.
Homofobi işçi hareketini bölüyor
Kapitalizmin köküne kibrit suyu dökebilecek tek şey var. O da işçilerin topyekün mücadelesi. Otoriter siyasetler bu birlikteliği ezmek üzere şekilleniyor. İşçilerin birliğine karşı ezilen sınıfların ezen sınıflarla birliğini amaçlayan milliyetçi programlar etrafında örgütleniyorlar. Eşcinseller üzerindeki baskı ezilenleri bölmeyi hedefliyor. Homofobi ve transfobi işçi sınıfının birleşik mücadelesini zorlaştırıyor.
Kapitalizm ancak aile kurumunun üstlendiği yeniden üretim işlevi sayesinde üretim sürecindeki devamlılığı garanti altına alabiliyor. Tam da bu yüzden LGBTİQ+’ların tanımlanan bu iş bölümüne tehdit oluşturmasını “genel ahlaka” tehdit oluşturduğu söylemiyle gizliyor. Eşcinsel ve trans hareket, kapitalizmin doğallaştırdığı bu eşitsizlik ve hiyerarşilere meydan okuduğu için özellikle kriz dönemlerinde düşmanlaştırılarak baskılanmaya çalışılıyor.
Nafaka hakkına saldırı, kürtaj hakkının fiilen elimizden alınması, boşanmanın zorlaştırılması, kadınların daha çocuk doğurmaya teşvik edilmesi, annelik izinlerinin bunun üzerinden ayarlanması ve LGBTİQ+’lar üzerindeki baskıların artmasının aynı dönemde yaşanmasının sebebi kapitalizmin üretim ve yeniden üretim süreçlerini yeniden düzenlerken kadınları, eşcinselleri, transları bu yönde disipline etmek istemesi.
Ama unuttukları bir şey var. Krizler sadece heteroseksist sağ siyasetleri büyütmezler. Krizler aynı zamanda ezilenlerin mücadeleden başka bir alternatifin kalmadığına olan inancının büyüdüğü dönemlerdir. İşçi sınıfının tarihi böylesi mücadelelerle dolu. Bu tarih aynı zamanda LGBTİQ+’ların çok ileri kazanımları elde ettiği örneklerle de dolu. 1917 Ekim Devrimi’nin anayasası buna bir örnek. 68 ve sonrası dönemde siyah hareketi, savaş karşıtı hareket ve işçi hareketleri ile LGBTİQ+ hareketinin kitleselleşmesi bir başka örnek. Ortadoğu’da yakın zamanda şahit olduğumuz bütün ayaklanmalarda LGBTİQ+’ların toplumsal özgürlük mücadelesinde en öne atılması buna bir örnek ki Mısır bu deneyin en açık yaşandığı yer oldu. Gezi ise Türkiye’de LGBTİQ+ hareketinin şahlandığı bir başka toplumsal kalkışma örneği.
Kapitalizme karşı verilen mücadelede devrimci partinin işlevi sadece ekonomik taleplerin kazanılması için çabalamak değil. Asli görevimiz işçi sınıfının en ileri bilinci örgütlemek ve sınıfın geri kalanını toplumun tüm geri fikirlerinden uzaklaştırmaya çalışmak. Bugün bunun anlamı Türkiye’de ezilenleri bölen fikirlerle mücadele edebilecek bir odak yaratmaktan geçiyor. LGBTİQ+ hareketi, içinde binlerce işçinin olduğu bir özgürlük hareketi. İşçi sınıfının geri kalanının bu hareketi desteklemesi ve her türlü heteroseksist cinsiyetçi fikirden arınması için verilecek mücadelede ve bu uğurda yapılacak tartışmada başat rolümüz olduğunu bilerek, ezilenlerin birliğini inşa etmek zorundayız. Kâr ve birikim hırsıyla gözü dönmüş kapitalizmin, cinsel yönelim ve kimliği farklı olan milyonlar için hayatı zehir etmesine izin vermeyeceğiz. Aşıklar ordusu kapitalizmi elbette yenecek!
Canan Şahin
(Sosyalist İşçi)