5 Nisan–29 Mayıs 1453 tarihleri arasında gerçekleşen kuşatma ve savaş sonrasında, devasa Osmanlı kuvvetleri, o dönemin teknoloji harikası toplarıyla Konstantinopolis'in surlarını yıkarak şehre girdiler. Çok küçük kuvvetlere komuta eden son imparator XI. Konstantin Paleologos, elinde kılıçla savaşırken öldü. Asya ile Avrupa arasındaki ticaret yolları Osmanlı ve İran devletlerinin denetimine geçti.
Doğu Roma İmparatorluğu'na son veren II. Mehmet, daha çok küçük yaşlarda taht kavgalarının ortasında kaldı. Babası II. Murad'ın hükümdarlığında iki büyük güç devletin içinde şiddetli bir mücadeleye girişmişti. Bir tarafta bürokrasinin temsilcisi olan Zağanos, Şahabeddin ve Turahan paşalar, diğer tarafta Anadolu'nun güçlü sülalelerinin, soyluluğun temsilcisi Çandarlı Kara Halil Paşa klikleri arasında süren mücadelede güç dengelerinin değişmesi sonucu, II. Murad Manisa'ya sürgüne gönderildi. Daha çocuk yaşta olan II. Mehmet Edirne'de tahta çıkartıldı, ancak iktidar gerçekte başını Zağanos Paşa'nın çektiği bürokrasideydi.
Bir süre sonra savaş tehlikesi baş gösterince, taraflar birbirleriyle geçici olarak uzlaştılar ve II. Murad tekrar tahta çıkartıldı. Varna savaşının kazanılmasıyla birlikte iktidar dengeleri tekrar değişti ve bu durum II. Murad'ın 1451 yılındaki ölümüne dek sürdü.
Manisa'da bulunan II: Murad hızla Edirne'ye döndü ve tahta geçti. İlk iş olarak küçük kardeşi Ahmet'i boğdurmak suretiyle ilerideki muhtemel bir rakibini ortadan kaldırdı ve Osmanlı'daki "kardeş katli" geleneğini başlattı. Çandarlı Kara Halil Paşa'yı sadrazamlık makamında bıraktı, ancak gerçek iktidar Zağanos Paşa kliğinin eline geçmişti.
Bürokrasi güçleri, Osmanlı devletinin merkezi bir imparatorluğa dönüşerek, ileride kendilerine rakip olabilecek feodal beyleri tasfiye etmek istiyorlardı. Bunu gerçekleştirmek için atılacak ilk adım Konstantinopolis'in ele geçirilmesiydi. Anadolu'daki feodal beyler ise tehlikenin farkındaydılar ve Çandarlı Halil Paşa aracılığıyla menfaatlerini sarayda temsil ettiriyorlardı. Karamanoğulları tehlikeyi vaktinde bertaraf edebilmek için ayaklandılar, ancak II. Mehmet bu ayaklanmayı bastırdı.
Böylece Konstantinopolis'in fethi için hazırlıklara başlandı. Büyük bir ordu toplandı, Macar top döküm ustası Urban'a o güne dek görülmedik büyüklükte toplar döktürüldü, Boğaz'ın hakimiyet altına alınması için Anadolu ve Rumeli hisarları inşa ettirildi. Tüm bu hazırlıklar esnasında barış yanlısı Sadrazam Çandarlı Halil Paşa ile savaş yanlısı bürokrasi güçleri arasındaki mücadele olanca hızıyla sürdü. Sonunda Çandarlı Halil Paşa tarafı tasfiye edildi, son güçlü bir saldırıyla zaten dış dünyayla bağlantısı neredeyse kopmuş, surları harap olmuş, bir avuç insanın savunmaya çalıştığı şehir ele geçirildi. Konstantinopolis'i ele geçiren Osmanlı askerlerine tam üç günlük yağma izni verildi; binalar sultana ait olduğu için fazla hasar görmediyse de, şehrin binlerce yıllık geçmişi neredeyse tümüyle yok edildi.
Yağmacılar binlerce ve binlerce insanı katlettiler. Paha biçilemeyecek değerde tarihi eserler, el yazması kitaplar, yağmacılar tarafından yok pahasına satıldı. Konstantinopolis'in yaşlı ve "işe yaramaz" sakinleri derhal öldürüldü, genç kadınlar ve erkekler saçlarından birbirine bağlanarak köle yapıldı, kimi başka yerlerde yaşayan akrabaları tarafından büyük fidyeler tarafından satın alındı, kimi hayatının kalan kısmını köle olarak geçirmek zorunda kaldı.
Konstantinopolis'in düşmesiyle ticaret yollarının neredeyse tümü Osmanlı ve İran devletlerinin eline geçti. Avrupa devletleri, bu durum karşısında Hindistan'a ve Çin'e açılan yeni ticaret yolları bulmak amacıyla keşif seferleri düzenlediler. Vasco de Gama, Ümit Burnu'nu dolaşarak Hindistan'a ulaştı. Kristof Kolomb da Hindistan'a ulaşmak için çıktığı yolculuğunda Amerika'ya ulaştı. Bütün bu keşifler sonucunda, Osmanlı ve İran'ın ticaretteki üstünlüklerine son verildi, Amerika'nın sömürgeleştirilmesiyle Avrupa'ya akan altın ve değerli madenler, kapitalizmin önünü açacak muazzam bir sermaye birikimi yarattı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yeni hakimi olan bürokrasi, üretici güçlerin gelişmesinden değil, savaştan besleniyordu. Bu yüzden "güçlü ordu, güçlü devlet" düşüncesiyle üretici güçler ihmal edildi, imparatorluğun ekonomisi neredeyse tümüyle yağmaya dayandırıldı.
Aynı düşüncenin bugün de hakim olmaya çalışması bir tesadüf olmasa gerek; gelenek yaşıyor...