Soykırım ve denize dökmek

19.05.2018 - 17:40
Yetvart Danzikyan
Haberi paylaş

Seçimler yaklaşırken siyaset düzeyinde edilen laflar da sertleşiyor, ağırlaşıyor, nasıl bir siyasi iklim içinde yaşadığımız bir kez daha su yüzüne çıkıyor. Böylece kendi iç meselelerimizle ilgili tutarsızlıklar da nasıl diyelim, kıyıya vuruyor. Neden kıyıya vurma benzetmesi yaptığımı biraz sonra anlayacaksınız zaten. 

İsrail meselesi ile başlayalım. ABD Başkanı Trump’ın İsrail’deki ABD elçiliğini Kudüs’e taşıma kararı vardı, hatırlanacaktır. Bu karar doğal olarak tüm dünyada tepki yarattı. Bilhassa da hem Hıristiyan hem de Müslüman dünyasında. Karara tepki gösteren Yahudi dernekleri olduğunu da not düşelim. Kudüs’ün üç dinin kutsal merkezi olduğu ve böylesi siyasi mülahazalara kurban edilmemesi üzerinde ısrarla duruldu. 
Ancak Trump tepkilere aldırmadı ve bu kararı hayata geçirmek için geçtiğimiz hafta en önemli adımı attı. Aynı günlerde Filistinliler de 1948’de kendi yurtlarından kovulmalarını her yıl olduğu gibi protestolarla anmak için harekete geçmişlerdi. ABD’nin kararının da etkisiyle protestolara Filistinler tarafından geniş bir katılım oldu ancak bu protestolar bir katliamla sonuçlandı. Gazze’de sınır çizgisine yürüyen Filistinliler İsrail ordusunun açtığı ateş sonucunda çok sayıda kayıp verdiler. Son gelen haberlere göre 62 Filistinli öldü binlercesi de yaralandı. İsrail ordusunun bu gösterilere karşı gerçek mermi kullanması tüm dünyada tepki topladı, topluyor. İsrail ordusunun böylesi bir şiddet kullanması gerçekten de kabul edilemez.
Bu durum karşısında Türkiye’nin de tepkisi sert oldu. Partiler ortak bildiri yayınladılar, İsrail’in Türkiye’deki Büyükelçisi ve konsolosunun ülkeyi bir süreliğine terk etmesi istendi. İsrail de benzer adımlar atıyor.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan  da  İsrail’e sert tepki gösterdi. Önceki gün şunları söyledi: “İsrail devlet terörü estirmektedir. İsrail bir terör devletidir. İsrail’in yaptığı bir soykırımdır. Bu insanlık dramı, soykırımı, hangi taraftan olursa olsun, ister Amerika ister İsrail, lanetliyorum. Bugünün, İslam dünyası olarak  Kudüs’ü kaybettiğimiz bir gün olmasına asla izin vermeyeceğiz. Filistinli kardeşlerimizin yanında olmayı kararlılıkla sürdüreceğiz”
Burada gözümüz ister istemez ‘soykırım’ kelimesine takılıyor. İslamcı ve merkez sağ siyasette bu soykırım kelimesi Türkiye için olmamak kaydıyla çok rahat kullanılıyor. İnsanlar elbette ki fikirlerini belirtecekler ancak burada yine de düşünmemiz gereken bir durum ortaya çıkıyor. 
İsrail ordusunun şu son katliamı elbette ki kınanmalı, eleştirilmelidir. Peki bu bir soykırım mıdır? Belki de Filistinliler açısından öyledir ancak bilhassa şu son vaka için ‘soykırım’ demek biraz güç. Ama burada hükmü veren biz olmayalım, mağdurların sesine kulak verelim. Ancak yine de buna soykırım diyeceksek 1915’te olanlara ne diyeceğiz ya da ne gerekçeyle soykırım diyemeyeceğiz?

Acıları mağduriyetleri karşılaştırmak, ölçmek, kıyaslamak değil niyetim. Bunun altını güçlü biçimde çizmek isterim. Ancak Ermeni halkının başına gelenlere soykırım demesine bu topraklarda şiddetle karşı çıkılıyorken bu kelimenin başka durumlarda rahatça dolaşıma sokulması -en diplomatik ifadeyle- soru işareti yaratmaz mı?

Hükümet birkaç yıl öncesine kadar şu noktada idi: 1915’e soykırım diyen de olur, bunu reddeden ve bunun yalan olduğunu söyleyen de olur. Bunların hepsi ifade özgürlüğüdür. Yakın zamana kadar tavır böyle idi.  
Şimdi bu tavırdan da geri dönme eğilimi seziliyor. Bu yıl 24 Nisan anmaları güçlükle yapılabildi, ‘soykırım’ pankartları taşıyanlar yıllardan sonra ilk kez gözaltına alındı, öyle öğreniyoruz ki Emniyete götürülürken de ırkçı ayrımcı söylemlere maruz kalmışlar. Bu hafta gazetede yer verdiğimiz gelişme de gözlerden kaçmamalı. HDP milletvekili Garo Paylan hakkında 301. maddeden fezleke hazırlandı ve TBMM’ye gönderildi. Paylan’ın Ermeni soykırımından bahseden sözlerine dair bir ihbarın savcılık tarafından işleme konduğunu ve Adalet Bakanı’nın da izin vermesiyle hakkında 301. maddeden işlem yapıldığını görüyoruz. Ki o 301. madde geçtiğimiz yıllarda büyük tartışmalar yaratmış, bunun üzerine o maddeden yapılacak soruşturmalar bakanın iznine bağlanmıştı.

O dönemi hepimiz sıkıntıyla hatırlıyoruz.

Özetle iktidar bu konuda bir yeni bir evreye girmiş gibi gözüküyor. Hal böyle iken yine de sormamız gerekir. Ermeniler 1915’te savaş koşulları yüzünden mi ölmüşlerdir?

Gelelim CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’ye. İnce’nin bir rüzgar estirdiği  görülüyor. Ancak İnce’nin böylesi konularda hayli sevimsiz konuşmaları da mevcuttu. Zamanında “Atatürk olmasaydı adınız Dimitri olurdu, Yorgo olurdu” sözleri hayli tepki toplamıştı. Bu kez de Erdoğan’ın CHP’ye yönelik “Çöplüktür” sözlerine yanıt vermek üzere şunları söyledi: “Testinin içinde ne varsa, ağzından o dökülür. Bir şey daha söyleyeyim. Bu cumhuriyeti Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1922'de pislikleri denize dökerek kurdu. Demek bazen deniz dalgalarla pislikleri geri götürebiliyor.”
1922’de denize dökülenler arasında sivil halktan kadın çoluk çocuk o kadar fazla insan vardı ve o günlerde öyle büyük trajediler yaşandı ki.  
İnce’nin bu meselelere biraz daha kafa yormasında fayda var. 

Yetvart Danzikyan

(Agos)

Bültene kayıt ol