Bütün dünyada, bütün dillerde Kurtuluş Savaşı derseniz, herhangi bir dilde bu bağımsızlık savaşı manasına gelir. Ama milli mücadele Türkçe'ye özgü bir kelimedir, kullananlar milli mücadele derler. Hangi milletin mücadelesi bu?
Türk milletinin, ya da Türk egemenlerinin demek daha doğru olur. Çünkü esasında doksan yıldır, Türk halkı da tıpkı diğer halklar gibi Türklük perdesi adı altında Türk egemenleri tarafından sömürülmekte, şovenizm ve milliyetçilik ile kendi tarihsel sınıfsal çıkarını görmesi engellenmektedir.
Buradaki Milli Mücadele vurgusunun ana sebebi, bir milleti ortaya çıkarıp, diğerlerini ortadan temizleyip, bir tanesini ortada bırakmak için yapılmış bir mücadeledir. Kelimenin özü budur. Ulusal anlamda belki ortada tek kalan halk olan Türk halkı, milli talepler noktasında bir ayrımcılığa uğramamakta ama sınıfsal anlamda çok derin -bir üstte de yazdığım gibi- sömürü koşullarında yaşamaktadır. Normalde Kurtuluş Savaşı denildiği zaman, o topraklarda yaşayan insanlara karşı dışarıdan gelmiş bir müdahale vardır. Bu müdahaleye topyekûn o topraklarda yaşayan insanların seferber olup savaşma durumudur.
Adına Kurtuluş Savaşı denilen 1919-23 arasındaki döneme bakalım ve verdiğim örneğe ne kadar uyuyormuş görelim. Bu dönem sözde kurtuluş savaşının önemli şahsiyetleri Mustafa Kemal ve hareket ordusu, dışarıdaki düşmandan çok, o dönem içerdeki insanlarla uğraşıyorlar.
Sonuçta Osmanlı İmparatorluğu sadece Türk’e ait değil ki, bölünüyorsa Türk, Kürt, Arap, Rum, Ermeni hepimiz için bölünüyor, sadece Türk için mi bölünüyor? Yani bugün Birleşik Krallık (Britanya) bölünüyorsa Galler için de, İrlanda için de, İskoçya için de bölünüyor. Peki bu iç düşmanlar kimdir? Burada iki tane ana karakter vardır iç düşmanda: A) Müslüman ahaliden gelip Kemalist olmayanlar, başta Kürtler ve Osmanlıcı olanlar. B) Gayrimüslimler. Bu karakterde doksan yıldır iç düşmandır. Türkiye’deki rejimin adına Kurtuluş Savaşı dediği şey, Anadolu’da Türk ve Müslüman olmayanlar başta olmak üzere bu iki kesime karşı yapılan bir mücadele ve müdahaledir. Bu kirli mücadeleyi Türk egemenleri hâlâ sürdürmektedir.
Yedi düvele karşı savaştıklarını yazan Türkiye’deki resmi tarih, sayarlar işte İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar vs. anlatırlar, bunun sonu gelmez. Oysa tek tek cephelere baktığın zaman milli mücadele döneminde bu kesimlerle karşılaştıkları yerler çok azdır ve nadirdir. O nadir ve az karşılaştıkları yer ise daha çok batı cephesidir. Örneğin Fransızların Anadolu’dan çekilme hikayesine bakıldığı zaman, TC’de anlatılan resmi tezlerin aksine öyle aman aman verilen bir direniş ve mücadele sonucu geri çekilmediler. Bir kere Fransızlarla o dönem karşı karşıya gelen bir düzenli ordu yok. İki üç tane hikaye vardır, Sütçü İmam silahı kapmış oradan, oraya koşuşturmuş vs. Hiçbir somut olguya dayanmayan boş hikayeler bunlar. Fransızlar bu topraklardan bir direniş sonucu gitmediler. Fransa’da savaş yanlısı olmayan Millerand'ın o dönem cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra geri çekildiler. Geri çekilirken de ellerindeki silah ve cephaneleri ağırlık yapmasın diye Kemalistlere para karşılığı sattılar.
Fransa’daki iç dinamiklerin etkisi, politik ve siyasi atmosferin Fransa da giderek değişmesi, ülke dışındaki dış politik duruşunu da Fransa’nın giderek değiştirmesine neden olmuştur. "Fransızlara karşı biz bir mücadele verdik" efsanesi, Anadolu’nun kadim yerli halkına karşı Sütçü İmam başta olmak üzere yaptıkları katliamın üzerini örtmek içindir. Sütçü İmam ve o dönemde Türk egemenlerini tetikçiliğini yapan çeteler, Fransa'ya karşı değil iç düşman olarak tarif edilen bu toprakların otokton yerli unsurlarını ortadan kaldırmak için savaşmışlardır. 1921'de herkesinde bildiği gibi Ankara Antlaşması'ndan sonra Fransızlar Anadolu’dan geri çekilmeye başladılar. Batı’daki kamuoyu tepkisi hükümetlere diz çöktürdü ve bu baskı yüzünden yavaş yavaş geri çekilmeye başladılar.
Tıpkı Fransızlar gibi İngiltere de hiçbir direniş ile karşılaşmamıştır. Şimdi şöyle bir şey var: Fransa isteseydi, İngiltere isteseydi, bu ülkeler Lozan’ın altına imza atmazdı. Lozan’ın altına bunlar imza attı, bunu unutmayalım. Eğer Lozan’ın altına bunlar imza atmamış olsa bugün ne M. Kemal ne TC hikayesinden bahsedip konuşurduk. İngiltere 1924'te, yani İstanbul’a geldiğinden dört sene sonra imzalar mı Lozan Antlaşması'nı isteseydi? Bu kadar basit mi bu? Almanlar Versay Antlaşması'nı kabullenemedikleri için 2. Dünya Savaşı çıktı. İki tane figür ile Sütçü İmam ve Hasan Tahsin’in attığı kurşun ile bir memleket kurtulmaz, böyle bir şey dünyada yok. Ordun vardır, ordun kadar da gücün vardır.
İstanbul’a kim kurşun atmış da geri almış, dünya üzerinde kaç tane ülke vardır ki başkentini kurşun atmadan geri almış? Bir tane örnek yok, böyle bir örnek. İngilizler, İstanbul’u işgal ederek İstanbul hükümetinin varlığına bir nevi son vermişlerdir. Ankara hükümetiyle de yeni kurulacak rejim konusunda anlaşmışlardır. Eğer Ankara Hükümeti ve M. Kemal, İngilizlerin istediği siyasal sistemi kurmasalardı, İngilizler Ankara’ya yürürlerdi. İngiltere için ortadan kalkması gereken şey, imparatorluğun son temsilcisi İstanbul ve onun hükümetiydi. İngilizler için şu soruyu sormak daha gerçekçidir: İngilizin gözü Ankara'da mı? İngilizin gönü Kars'ta mı? Yoksa İngilizin gözü Musul’da mı? İngilizin gözü Musul’da. M. Kemal, Musul konusunda direnebildi mi İngilizlere? Hayır. Durumu şöyle de ifade edebiliriz, günümüzde İngiliz ordusu, Amerikan ordusu Afganistan’a girdi mi? Girdi. Orası İngiltere mi oldu? Amerika mı oldu? Hayır. İstedikleri yönetimi getirdiler, aynı milletvekillerinden başka bir meclis kuruldu, İngilizin istediği adam geldi, olayın özeti bu.
Dolayısıyla yaratılan kurtuluş savaşı efsanesinden, retoriğinden kurtulamadığımız sürece bu topraklarda, bu coğrafyada yaşayan halklar arasında gerginlikler, çatışmalar ve husumetler bitmeyecektir. Bu retorik, ihanetin, kandırmanın ve günümüzdeki toplumsal şovenizmin üretilip halkların ortaklaşıp kardeşleşmesi önündeki en büyük engeldir. Bu tabunun yıkılabilmesi için Anadolu ve Kürdistan’da yeni bir bakış açısı, yeni bir tarz ve herkesi ve her kesimi kapsayacak olan yeni bir siyasal ve politik bakış açısına ihtiyacımız vardır. Bu değişim ancak bu coğrafyadaki halkların özgürleşme noktasında gerçek anlamda önünü açacaktır.
Mehmet Can