Dünya barışının baş düşmanı NATO ve emperyalizmdir!” başlıklı bir bildiri imzaya açıldı. “İlk imzacılar”ı 74 kişi. Aralarında siyasetçiler, akademisyenler, sendikacılar, gazeteciler var. İsimler, kimilerinin milliyetçiliği, Kemalistliği ağır bassa da Türkiye’de “sol” kabul edilen çevrelerden. Bildiri metnine yakından bakalım.
Şunu aklımızdan çıkarmadan: Bu bildiri Rusya’nın Ukrayna’yı işgal-istila harekâtı üzerine, Rusya askerlerinin birçok yerde çatışma olmaksızın sivilleri öldürdüklerinin ortaya çıktığı günlerde yayınlandı. Ancak kınanan NATO ve onunla özdeşleştirildiği belli “emperyalizm”. Yani Türkiye’de başı sıkışan her sol siyasetçinin herderdedevası (sağcılar “dış güçler”i tercih ediyor, biliyorsunuz). Yani daha başlıktan deniyor ki: Bırakın Rusya’yı suçlamayı, siz NATO ve emperyalizme bakın. Başlığın mâlumu ilâmdan ibaret kalmaması için böyle bir imâ içerdiğini kabul etmemiz gerekir. Bildiriyi yazanlar akılsız insanlar değil.
Metin şöyle başlıyor: “Geçtiğimiz yüzyılda sosyalizme ve dünya işçi sınıfına karşı kurulan ve o günden günümüze kadar eylemleriyle kanlı saldırılara ve terör eylemlerine yataklık eden NATO dünya barışını tehdit eden bir numaralı odaktır.” NATO’nun “kanlı saldırılar ve terör eylemleri”ni tertiplediğini, bunları yapacak olanları yetiştirdiğini vs. biliyoruz. Tarif, demek istediğiyle şüphesiz doğru. Ancak Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün saldırı ve eylemlere “yataklık etmesi” denince ne anlamalıyız, belli değil. Buna takılmıyoruz. NATO, ABD, Britanya ve Batılı emperyalistlerin suçlarının, günahlarının hatırlatıldığı sonraki birkaç cümleyi de, toptancılık ve kolaycılık izleri taşıyan ifadeleri görmezden gelerek kabullenip ilerliyoruz.
Ancak mevzu Gladio, Ölüm Mangaları gibi kontrgerilla oluşumlarına gelince duraklıyoruz, çünkü dikkat çekici bir ihmalle karşılaşıyoruz. “Türkiye’de işçi sınıfına, emekçi halka karşı Maraş, Çorum, 1 Mayıs katliamlarını, faili meçhulleri işleyen kontrgerilla olarak karşımıza çıkan” derin devlet teşkilatından söz ediliyor. “Avrupa’da Gladio, Latin Amerika’da ölüm mangaları” diye sıralanmaya başlanan NATO bağlantılı resmî terör teşkilatlarının kime karşı kurulduğu yalnız Türkiye ile ilgili olarak vurgulanıyor: “Türkiye’de işçi sınıfına, emekçi halka karşı…” 1 Mayıs Katliamı’nın yanına Maraş’ı, Çorum’u kattığınızda “Alevilere karşı”yı, faili meçhulleri kattığınızda “Kürtler”i eklemeniz gerekir. “İşçi sınıfı ve emekçi halk” ifadesi bunları kapsamaz. Bu özel vurgulamayı –sınırlamayı– doğuran manevrayı tanıyoruz: Türkiye’nin aslî-hayatî sorunlarının etnik-dinî-mezhepsel köklerini saklamak için üzerlerine “sınıfsallık” örtüsünü atıverme.
Aktardığım düşünce akışı, kontrgerillanın “bugün Ukrayna’da neo-Nazi çetelerinin, paramiliter/karşı-devrimci yapıların örgütleyicisi ve yöneticisi” olduğu hükmüne varıyor. Böylece Kremlin’in resmî savaş söylemiyle buluşuyoruz: Ukrayna dendiğinde akla hemen Neo-Naziler gelmeli. Oysa ne Ukrayna toplumunun çoğunluğu ne Ukrayna ordusunun belirleyici kısmı Neo-Nazi nitelemesini haklı kılacak yapıda. Neo-Naziler var ve bazen etkili olabiliyorlar. Ancak Moskova’nın çizdiği tablodaki gibi, Ukrayna’yı yönetenler onlar değil. Halkın çoğunluğu da onlardan değil. Öte yandan, eğer Ukrayna’daki faşist (Neo-Nazi) varlığı bütün ülke nüfusunu bu şekilde damgalamayı haklı kılıyorsa, ırkçı-dinci-mezhepçi katliamların biri bitmeden öbürüne girişilmiş başka ülkelerin de dışarıdan nasıl gözüktüğünü düşünmek gerekir. Hele binlerce cinayet, birkaç büyük katliam ve yüzlerce linç girişiminden doğrudan sorumlu birilerinin iktidar paylaştığı bir ülkeden söz etsek, demek Rusya’nın orayı yakıp yıkmasının meşruluğuna ilk saniyede karar vereceğiz. Odesa’da faşistlerin sendika binasını içerideki insanlarla birlikte yakıp 48 kişiyi öldürdükleri hadiseyle, bildiride de anılan “Maraş, Çorum…”u yan yana koyduğumuzda nasıl bir kıyaslama çıkıyor ortaya? Resmî üniformalarıyla askeri polisi duvara üç hilal çizen, askerî kamyonla sınır geçerken kurt işareti yapan, faşist partiye bağlılıklarını kanıtlayan fotoğraflar paylaşan bir ülkenin insanlarının başkalarının Neo-Nazi’liğinden falan söz ederken azıcık duraksaması beklenmez mi?
Öyle görünüyor ki, bildirimiz Ukrayna’da emekçi halk ve işçi sınıfı bulunduğunu varsaymıyor; Ukrayna denklemde yalnız “Neo-Nazi ve karşı devrimci paramiliter yapılarıyla” yer alıyor. Ve bildiri yazarları Rusya’ya laf düşürmemek için tekrarlamaktan sıkılmıyor: “NATO emekçi halkların ve işçi sınıfının baş düşmanıdır.”
Önümüzdeki bildirinin hangi saikle yazılıp ortaya çıkarıldığını ve onun aracılığıyla hangi tutumun ilan edildiğini, başlıbaşına metin incelemesi konusu olmayı hak eden şu cümle ortaya koyuyor: “Putin’in milliyetçi ve devrim düşmanı politikaları NATO karşıtı mücadeleden geri durmamıza sebep olmayacaktır” (Vurgu benim -ük).
Olmasın zaten; geri durun, diyen kim? Fakat mesele bu değil.
Önce bir defa, milliyetçilik tamam, ama “devrim düşmanı” acaba ne demek, günümüz Rusya’sı sözkonusu olduğunda? İktidardaki liderin bazı politikalarıyla düşmanlık ettiği bir devrim mi var ortada? Oligarklar Rusya’sında hangi “devrim karşıtı politika”? Bu merak uyandırıcı ifadeyi kenara koysak dahi şu sorudan kurtulamıyoruz: Halkını öldürmek, terörize etmek, şehirlerini yakıp yıkmak, altyapısını tahrip etmek üzere ordusunu komşu ülkeye gönderen Putin’in yaptığından sadece şöyle veya böyle “politikalar” yuvarlaklığında söz etmek nasıl bir tercih? Somut eylem, faaliyet var ortada. Bombalıyorlar, öldürüyorlar, yakıp yıkıyorlar.
Ve bakın, aktardığım cümleden hemen sonra ne geliyor: “NATO saldırganlığının karşısında devrimci ve sosyalist bir kuvvet oluşturmak, emperyalizmi nihai yenilgiye uğratacak mücadele yolunu da berraklaştıracaktır.” Hâlihazırda olan biteni, Rusya’nın somut saldırı eyleminden söz etmeksizin “NATO saldırganlığı” diye nitelemelerine bakarsak, bildiri yazarlarının, bahsi geçen “devrimci ve sosyalist kuvvet”i Kremlin’le birlikte oluşturmayı öngördüklerini mi anlamalıyız? “Emperyalizmin çıkarları adına, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dur durak bilmeden genişleyen ve bünyesine yeni ülkeleri katan NATO yayılmacılığı gayrimeşrudur ve buna karşı çıkılmalıdır,” diyorlar. Nasıl karşı çıkılacak? Rusya’nın gerekli gördüğü her yere ordusunu sokmasıyla, komşularından toprak apartmasıyla mı? İşgal, istila, ilhakla mı?
Bildirinin talepler kısmına geçmeden önceki son cümle de bu ilginç karışıklığı besliyor: “Emperyalist saldırganlıkla her türlü ortaklığı ve işbirliğini reddediyoruz.”
Rusya’nın saldırganlığına hiç laf edilmediğine göre şöyle mi denmek isteniyor: Saldırganlıkla derdimiz yok. Emperyalist saldırganlık olmasın. O yalnız NATO’nun (ABD’nin, Britanya’nın…) yaptığıdır. Rusya’nınki emperyalist saldırganlık değildir. Bu yüzden onu reddetmiyoruz, aksine savunuyoruz. Putin’in “milliyetçi ve devrim düşmanı politikalarını” beğenmiyoruz, o kadar. Kuzey Afrika’ya, Afganistan’a NATO-ABD müdahale ederse emperyalizm olur, Rusya ordusunu veya Wagner’i gönderirse mesele yok.
Bildiri, tahmin edileceği üzere, “6. Filo askerlerinin denize dökülmesinde sembolleşen Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin, işçi sınıfının ve gençliğinin anti-emperyalist birikim ve geleneği”ni anmayı ihmal etmiyor. Şu anda Rusya’nın Ukrayna’da yaptığının bu geleneğe uygun düştüğünü baştan varsayıyor, tartışmıyor bile. Zira, yukarıda da değindim, amaç, Rusya’nın –kıyısından köşesinden sosyalist ve devrimci herkesin itiraz etmesi beklenir– saldırganlığının kendini bariz şekilde teşhir edişinin önüne bildik NATO-ABD-emperyalizm ezberiyle perde çekmek.
Sonra talepler sıralanıyor. Türkiye’nin NATO’dan çıkması, topraklarındaki bütün NATO ve ABD üslerini kapatması, Montrö Sözleşmesi hükümlerinin korunması isteniyor, herkes “NATO’ya karşı aklını, öfkesini ve gücünü birleştirmeye” çağrılıyor.
Öfke ve güç tamam da, herkes aklını da beraberinde getirirse işlerin zorlaşacağı anlaşılıyor. Zira bildirinin bu bölümde yer alan doruk noktasına göre, şu anda yaşanan, “NATO’nun Ukrayna’daki emperyalist savaşı”! Yani bildiri yazarları açıkça ilan ediyorlar: Rusya yüz elli bin askerle komşu ülke topraklarına girdiyse, ordusu taş taş üstünde bırakmıyorsa, sivilleri katlediyorsa, mesele edilecek şey bu değildir. Sorun bakalım, niye girmiş.
“NATO’nun Ukrayna’daki emperyalist savaşına tek asker, tek kuruş, tek kurşun yok!”
İfade afili, lâkin bari “Rusya’nın haklı savaşı” falan deselerdi. En azından bu kadar Orwellvârî durmazdı.
Ümit Kıvanç
(P24 Blog)