“Suriyeliler”

03.01.2019 - 09:00
Ohannes Kılıçdağı
Haberi paylaş

Suriye’deki korkunç savaşın Türkiye’ye yansımalarından biri “Suriyeliler” olarak adlandırılan kitlenin Türkiye’ye gelmesi, daha doğrusu gelmek zorunda kalması oldu. Erdoğan rejimi Suriye’deki ateşe odun atarken, Türkiye içinde böyle bir sosyal ve demografik sorunla karşılaşacağını ne kadar öngördü? Yoksa, bilakis, bu kitleyi siyasi manivela olarak kullanmayı mı planladı.

“Suriyeliler”e Türkiye’de genellikle verilen tepkiler, yalnız Türkiye’de değil, çeşitli zamanlarda farklı ülkelerde göçmenlere verilen milliyetçi, ırkçı tepkiler. Bu anlayış, “benim/bizim” diyerek etrafını çevirdiği bir kara parçasında, kendinden görmediği, kendisi gibi olmayanlara, hele hele bunların varlık sembollerini kamusal alanda göstermelerine hiç tahammül edemedi, edemiyor. Örneğin, Arapça tabelaların asıldığını görünce, kendinin olan bir “mala” ortak çıktığını, hakimiyetine meydan okunduğunu düşünerek yerinden zıplıyor. Halbuki, o insanların getirdiği kültürel çeşitliliğe olumlu bakmak da mümkün. Örneğin, otantik Suriye mutfağının İstanbul’un bir parçası haline gelmesi bence çok heyecan verici. Hiç düşündünüz mü, bugün İstanbul’da “bizim” diyerek tadını çıkarttığınız alışkanlıkların, pratiklerin, yemeklerin ne kadarı bundan yüz yıl evvel başka bir savaşın İstanbul’a savurduğu ve şehrin nüfusunu yüzde yirmi arttıran Beyaz Rus göçmenlerden kalma? 

Tahammül edilemeyenler bu toprakların kadim halkları da olabiliyor, “Suriyeliler” gibi ‘taze göçmenler’ de.. Ama tahammül edemeyenin zihniyeti aynı: “Sen nasıl olur da benim memleketimde benim gibi olmaya kalkarsın? Olacaksan da ezik ol, boy gösterme.” Bu zihniyet, durumdan istifade üçte biri maaşa Suriyeli işçi çalıştıran fırsatçı işverene “bizden” olduğu için kızmaz ama yaşamak için o işi, o ücrete yapmak zorunda kalan Suriyeli’ye “İşimizi elimizden alıyorlar”, diye açar ağzını yumar gözünü. 

Dikkat ederseniz “Suriyeliler” ibaresini tırnak içinde kullanıyorum. Bunun sebebi, öyle kodlanmasına rağmen aslında böyle tek ve homojen bir grup olmaması. Bugün “Suriyeliler” dendiğinde milyonlarca insandan bahsediyoruz ve gayet doğaldır ki bunlar arasında sınıfsal (ve başka) ayrımlar var. Bu kadar büyük bir kitlenin tek bir sözcükle tanımlanması, yargılanması, mahkum edilmesi akla ve ahlaka aykırı. Gene gayet doğaldır ki, bu kitleyle birlikte her türlü insan geldi. Ama biz istiyoruz ki gelenlerin hepsi ‘iyi, temiz yürekli insanlar’ olsun. Türkiye’deki has Türkiyeliler arasında ‘iyi insan’ oranı ne kadarsa muhtemelen “Suriyeliler” arasında da üç aşağı beş yukarı o kadardır (Böyle bir tarif yapmanın da, öyle bir oran belirlemenin de mümkün olmadığı; benim kinaye yaptığım da anlaşılmıştır umarım.) Yeryüzü herkesindir ve insanlar, göçmen olsun veya olmasın, bazı haklara sahip olmak için ilk önce ne kadar “iyi ve güzel insanlar” olduklarını ispat etmek zorunda değillerdir. Suç işlemek, suçlunun bireysel cezalandırılmasını gerektirir, kolektif cezalandırma hukuk ve ahlak dışıdır ya da olmalıdır. 

Bu minvalde, medyada “Suriyeliler”in karıştığı kriminal olaylar sık sık başlığa çekiliyor ve provokatif bir dille veriliyor. Acaba, suç işleyen Türkiyelilerin genel nüfusa oranı mı fazladır, yoksa suç işleyen “Suriyeliler”in toplam “Suriyeliler”e oranı mı? Kaldı ki, bu insanlar arasında suça karışma oranının daha fazla olmasında da, eğer gerçekten öyleyse, şaşılacak bir yan yok. Bu insanların hepsinin değilse de büyük bölümünün hayatları altüst olmuş, geçim imkanları ortadan kalkmış, bildikleri her şey bir anda anlamsızlaşmış, travma üstüne travma yaşamışlar. Tırnak ucu kadar empati yapabilen biri, bu insanların nasıl psikolojik bir çıkmazda olduğunu tahmin edebilir. Bunlar bir yana, “Suça karışan “Suriyeliler” görmezden gelinsin, cezalandırılmasın”, diyen var mı? Sorun, bu kişiler üzerinden bütün bir kitlenin şeytanlaştırılması. Irkçılık burada ortaya çıkıyor. Suç işleyen, kim olursa olsun kanundaki karşılığını alır. Bir de, zannedersin Suriyeliler gelmeden evvel Türkiyeliler birbirlerine karşı çok naziktiler, hiç şiddete başvurmuyorlardı. Burası “trafikte yol vermemenin” yıllık cinayet istatistiklerinde başlıbaşına bir kalem oluşturduğu ülke, yapmayın Allah aşkına. 

Peki, “Suriyeliler” meselesinde itiraz edecek hiçbir şey yok mu? Var: Erdoğan rejiminin bu kitleyi siyasi ve demografik bir araç, bir manivela olarak kullanması. Gerçi, göçmenleri iç siyaseti ve demografiyi dizayn etmek amacıyla bir sopa veya karşı ağırlık olarak kullanmak eski Osmanlı devlet geleneği ama bu onu doğru ve kabul edilebilir kılmıyor tabii. Görünen o ki, bu geleneğe uygun olarak, Erdoğan rejimi “Suriyeliler”i, içteki Kürtlere, Alevilere, “laiklere” karşı dengeleyici bir ağırlık olarak kullanma peşinde. İskan politikası bir şekilde devam ediyor. Fakat, bu sorunu çözen bir hamle olmayacağı gibi, gene geçmişte Kafkas ve Balkan göçmenlerinin Ermenilere karşı kullanılmasında olduğu gibi, toplumun içine yeni dinamitler yerleştirmek manasına gelecektir. Derseniz ki amaç belki de sorunu çözmek değil de tam da bu, yani yönetilebilirliği sağlamak için yeni toplumsal fay hatları yaratmak. O ihtimal de tamamen dışlanamaz tabii. Dolayısıyla, toptancı bir ifadeyle, “Suriyelileri istemiyoruz” demek başka, onlara siyasi amaçlarla, hukukun etrafından dolanarak topluca vatandaşlık dağıtılmasına ve demografik manipülasyon amacıyla belli yerlere yerleştirilmesine itiraz etmek başkadır. 

Son olarak, “Suriyeliler burada eğleniyor, bizim askerimiz onların yerine orada ölüyor” lafına dair bir iki söz söyleyelim. Türkiye’nin askerlerini oraya gönderen, Türkiye’nin Suriye politikasını belirleyen Türkiye’deki Suriyeli göçmenler değil herhalde. Türkiye askerlerinin orada ölmesini istemeyenlerin muhatabı, o askerleri oraya gönderenlerdir. Gönderene söyleyin askerleri geri getirsin, onlar da ölmesin. Ama yok, iktidar Suriye’ye kendi siyasi hesapları için asker gönderirken milliyetçi hezeyanlarla, “Alacağız, gireceğiz, dağıtacağız” diye alkış tutup, sonra askerler ölüyor diye “Suriyeliler”e kızmak, en hafif tabirle tutarsızlıktır. Onlar, Türkiye de dahil birçok devletin Suriye politikalarının karar alıcısı değil, mağdurudur ancak.

Ohannes Kılıçdağı

[email protected]

(Agos)

Bültene kayıt ol