19 Temmuz 2018’de İsrail parlamentosunda, birkaç aydan beri ülkede çok tartışılan bir temel yasa, 55 ret oyuna karşı 62 evet oyuyla kabul edildi. Bir anayasası olmayan İsrail’de, zaman içinde kabul edilmiş birçok temel yasa anayasa işlevi görüyor. 19 Temmuz’da kabul edilen on bir maddelik temel yasa, “İsrail, Yahudi Halkının Ulus-Devleti” başlığını taşıyor. Bu yasa, 1958’den beri kabul edilmiş on beşinci temel yasa.
Yasanın ilk maddesi bir ayrımcılıkla başlıyor. Bu üç paragraflık birinci madde şöyle:
“a- İsrail toprağı, üzerinde İsrail devletinin kurulduğu, Yahudi halkının tarihî vatanıdır.
b- İsrail devleti Yahudi halkının ulusal vatanıdır; bu vatan içinde Yahudi halkı kendi doğal, kültürel, dinî ve tarihî kaderini belirleme hakkını yerine getirir.
c- İsrail devleti içinde ulusal düzlemde kendi kaderini belirleme hakkı sadece Yahudi halkına mahsustur.”
Sadece Yahudi halkına tanınan bu kendi kaderini belirleme hakkının, örneğin işgal edilmiş topraklarda da geçerli olup olmayacağı tartışmalı. Ama İsrail toprağını İsrail devletinden daha geniş bir coğrafya içinde tanımlayınca, ya da Batı Şeria’nın bir kısmını veya Doğu Kudüs’ü İsrail devleti toprağı ilan edince bu mümkün oluyor. Aynı topraklarda yaşayan ama Yahudi halkına ait olmayan halklara tanınmayan geniş bir kendi kaderini tayin hakkı, Yahudi halkına tanınıyor.
Bu temel yasa ile getirilen ikinci değişiklik, 4. maddede devletin dilinin İbranice olduğunun belirtilmesi. Bu yasanın kabul edilmesine kadar İsrail devletinde Arapça da resmî dil sayılıyordu. Yeni yasa ile Arapça “devlet içinde özel bir statüye sahip dil” konumuna geçiyor. Nüfusun yüzde yirmisinin Arap olduğu ülkede, tek resmî dil dayatmasının yaratacağı tepkileri kısa vadede engellemek için bu dördüncü maddenin son paragrafına bir kayıt konmuş: “Bu ifade bu yasanın yürürlüğe girmesinden önce Arapçaya tanınan statüye halel getirmez”. Kısacası Arapça devlet dairelerinde veya yargıda kullanılan bir dil olmaya devam edecek ama bu sınırlı kalacak ve yeni kullanım alanları için geçerli olmayacak diyor temel yasa.
Yasanın başka bir maddesi ise önümüzdeki dönemde işgal edilmiş toprakların ilhakı kapısını ardına kadar açıyor. Yedinci madde, “Devlet Yahudi yerleşimlerinin gelişmesini bir ulusal değer olarak görür ve Yahudi yerleşimi yaratılmasını ve güçlendirilmesini teşvik etmek ve desteklemek için çalışır” ifadesiyle, yeni yerleşimlerin açılmasını anayasal bir hedef konumuna getiriyor.
İsrail’de bu yasaya karşı çıkanların ifadeleriyle ırkçı ve ayrımcı bu temel yasaya tepkileri yumuşatmak için, Başbakan Netanyahu bir yandan yasanın kabul edilmesini “İsrail devleti ve Siyonizm tarihinde hayati bir dönüm noktası” olarak tanımlarken, diğer yandan bu yasanın yaptırımcı değil, istişarî nitelikte olduğunu iddia ediyordu. Yasa tasarısında yer alan sadece Yahudilerin yaşayabileceği yerleşimler açılabileceği veya bir içtihat olmadığı durumlarda mahkemelerin Yahudi dininin esaslarına göre karar verebileceği gibi önlemler, cumhurbaşkanının, İsrail başsavcısının, Arap milletvekilleri ve muhalif sol İsrailli Yahudilerin tepkileri sonucu kaldırılmıştı. Ama kabul edilen on bir maddelik temel yasa dört dörtlük bir ırkçı, ayrımcı yasa olmaktan kurtulamadı.
Başbakan Netanyahu’ya göre, “İsrail demokrasisi içinde sivil haklara saygılı kalınacağının güvencesini vermeye devam” edeceklerdi ama “çoğunluğun da hakları vardı ve çoğunluk karar vermişti”. “Mutlak çoğunluk gelecek kuşaklar için devletimizin Yahudi niteliğini güven altına almak istiyordu” Netanyahu’ya göre. Bu nedenle bu temel yasa İsrail başbakanına göre, yaptırım amaçlı değil, istişari nitelikteydi. Diğer taraftan Likud partisi sözcüsü Avi Dichter, mecliste yasayı eleştiren Arap milletvekillerine hitaben işin özünü açıklıyordu: “Bu topraklarda biz sizden önce vardık, sizden sonra da ilelebet var olmaya devam edeceğiz.”
Ulus-devlet yasası İsrail parlamentosunda kabul edilmeden önce, parlamento özgürlükleri kısıtlayan birkaç yasayı daha kabul etmişti. 16 Temmuz’da STK’ların orduyu eleştiren kamuya açık girişimlerini sınırlayan bir yasa kabul edildi. Ertesi gün işgal edilmiş topraklarda gayrimenkullerine el konan Filistinlilerin bu kararları Yargıtay nezdinde temyiz etme hakkını sınırlayan ama bu hakkı eksiksiz biçimde Yahudi yerleşimcilere ve İsrail vatandaşlarına tanıyan yasa kabul edildi. Sol muhalefetin “hukukî Apartheid” olarak tanımladığı bu karar Batı Şeria’nın ilhak edilmesi projesinin bir adımıydı aynı zamanda. Daha sonra parlamento “bekâr kadınların” taşıyıcı anne aracılığıyla çocuk sahibi olmalarını yasallaştırırken, aynı hakkı erkeklerden esirgedi. Böylece eşcinsel kadın çiftler bu yolla fiilen çocuk sahibi olma hakkına sahip olurken, eşcinsel erkekler için de Netanyahu’nun vaat ettiği bu hak dinci partilerin baskısı karşısında yasadan çıkarıldı. Aynı gün akşamı Yahudi ulus-devlet temel yasası parlamentoda gerekli çoğunluğu ucu ucuna yakalayarak geçti.
Yasanın yürürlüğe girmesinden bir buçuk ay sonra, eylül ayında, bir Kudüs hâkimi, Moşe Drori, “İsrail, Yahudi Ulus-Devleti” yasasında “İsrail devletinin zor durumda olan Yahudi halkının üyelerinin güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğunu” belirten maddeye dayanarak, terörist bir saldırıda yaralanan bir Yahudi’ye, mağdurun maddi ve manevi zararını ispat etmesine gerek olmadan, sadece Yahudi olduğu için ilave tazminat ödenmesi gerektiğine karar verdi. 16 Eylül’de Haaretz gazetesinde yayımlanan yazısında Gideon Levi hâkimin verdiği bu kararın, “iki farklı kan değeri”nin İsrail’de yürürlükte olduğunun somut delili olduğunu söylüyor.
Sözü Gideon Levi’ye bırakalım:
“Ulus-devlet yasası üzerine mahkemenin yaptığı kaçınılmaz yoruma bakarsak artık gerçek bir ırkçı yasa var karşımızda. Bundan böyle İsrail’de iki tür kan hukuk metinlerinde bile var olacak: Yahudi kanı ve Yahudi olmayan kan. Bu iki kanın değeri de farklı. Yahudi kanının değeri paha biçilmez nitelikte. Mümkün olan her türlü yolla korunmalı. Yahudi olmayan kan ise ucuz, onu su gibi dökebilirsiniz. Böyle bir durum daha önce fiilen yürürlükteydi ve Yahudilere ve diğerlerine farklı normlar ve cezalar uygulanıyordu. Ama şimdi bu fark bir mahkeme kararıyla tescil edilmiş oluyor.
Yetmiş yıldır mağdurlara karşı yürütülen milliyetçilik ve ırkçılığın artık hukuki gerekçesi var. Bu yasanın doğasının sadece simgesel bir beyan olduğunu bize söylüyorlardı. Şimdi hâkim Drori bunu gayet iyi yorumlayarak gerçek anlamını ortaya çıkardı. Bu temel yasa Yahudi kanının üstünlüğünü ilan ediyor. Bundan böyle İsrail de bir ırk yasasına sahiptir.”
İsrail’in 1948’de ilan edilen Bağımsızlık Deklarasyonu’nun on üçüncü paragrafına göre İsrail devleti “bütün yurttaşların, inanç, ırk ve cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin eksiksiz biçimde eşit siyasal ve sosyal haklara sahip olacakları” güvencesini veriyordu. Bu deklarasyonun yetmişinci yıldönümünde, on beşinci temel yasa, İsrail Yahudi Ulus-Devleti temel yasası, İsrail’de çoğunluğun iradesine dayandığını iddia ederek, Gideon Levi’nin kederle işaret ettiği gibi İsrail’in ırkçı ve ayrımcı bir devlet olduğunu tescil ediyor. İsrail parlamentosunun çoğunluğunun kabul ettiği ve belli ki toplumda da çoğunluğun benimsediği bu temel yasa, demokrasi sadece çoğunluk iradesi midir veya çoğunluğun özgür iradesi kendiliğinden demokratik midir sorularına somut bir yanıt veriyor.
Ahmet İnsel
(Birikim Haftalık)