Kemalistlerin tuzağı değilmiş, hepsi iktidarın öz tasarrufuymuş!

24.09.2018 - 09:18
Alper Görmüş
Haberi paylaş

Eski Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) milletvekili, Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında uzun bir dönem boyunca onun konuşma metinlerini yazan ekibin içinde yer almış olan Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, “Hiç yazasım yok” başlıklı yazısında, değinmek istediği konu başlıklarını sıralıyor, fakat bunların hiçbirini yazmaya elinin gitmediğini anlatıyordu...

Bu konu başlıklarından biri de “FETÖ ile mücadele”ydi ve Ünal onu da neden yazmadığını şöyle izah ediyordu okurlarına:

“FETÖ ile mücadeleyi yazayım dedim... ‘Kininizi diri tutun’ diyerek hatırlatma yapayım dedim… Mücadele sulandırılmasın, keyfileştirilmesin, kumpasa, karalamaya, tasfiyeye dönüşmesin diye uyarılar yapayım; suçun şahsiliğinden bahsedeyim, kardeşi FETÖ’cü olanın bakan, büyükelçi olabildiği, bunun da gayet tabii olduğu bir hukuk anlayışının herkese teşmil edilmesi gerektiğini söyleyeyim, öte yandan FETÖ’cülere daha düne kadar övgüler düzmüş, iş tutmuş kişilerin makamlardan uzak tutulması gerektiğini vurgulayayım, FETÖ ile mücadelede hâlâ suç-ceza orantısızlığı olduğunu, strateji eksikliğinin geleceğimiz adına ciddi bir tehdit olduğunu tekrar anımsatayım dedim… Yorulduğumu fark ettim, onu da yazmadım…” (Yeni Şafak, 20 Eylül).

Eskiden bu iş çok kolaydı

Aydın Ünal’ın “FETÖ ile mücadele”deki yanlışlıkları yazmaya elinin gitmemesinin bir nedeni, bu konunun artık Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’yi esirgeyerek ele almanın mümkün olmamasıyla ilgisi olabilir mi? Bence olabilir... Oysa “FETÖ ile mücadele”de yapılan yanlışları; örgüt liderleri ve darbeye fiilen katılanlar ile sempatizanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan hepsini aynı çuvala doldurma pratiğini eleştirmek eskiden ne kadar kolaydı...

Hükümete yakın yazarlar eskiden, ‘çuval’ uygulamasının ve benzeri garip yargı pratiklerinin doğrudan doğruya AK Parti ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı zora sokacağı varsayımından yola çıkıyorlar, oradan da “öyleyse bunlar, yargı içinden iktidarı zora düşürmeyi hedefleyen provokatif hamlelerdir” hükmüne sıçrıyorlardı.

Tutmayan birinci izah: Fail, yargı içindeki kripto ‘FETÖ’ mensupları

Peki, “Yargı içinden iktidarı zora düşürmeyi hedefleyen provokatif hamleler” kimin eseri olabilirdi?

15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonraki aylarda bu soruya “yargı içinde kalmış, ayıklanamamış kripto FETÖ’cüler” cevabı verilirdi.

Karar gazetesi yazarı Elif Çakır (o zamanlar ‘cezalı’ değildi, iktidar içinden bilgiler alabilen bir gazeteciydi), bu konudaki kuşkuların iktidar partisi içinde bile karşılık bulduğunu yazmıştı bir yazısında... Çakır’ın yazısına göre,

Başbakan Binali Yıldırım’ın AK Parti hükümetlerinde görev yapmış eski bakanlara verdiği yemekte, bu yöndeki kuşkular da dile getirilmişti. Elif Çakır’ın yemekten aktardığı bilgi ve onun üzerine bindirdiği kendi yorumu şöyleydi:

“(Yemekte) yargının içinde FETÖ davasını itibarsızlaştırmak isteyen yargıçlar olabileceğine dair kuşkular ifade edilmiş.

Bu son konu beni de zaman zaman düşündüren bir mesele.

Görüntüde FETÖ ile mücadele ediyormuş gibi yapıp, gerçekte ise bu önemli davada kasıtlı usül ve esas hataları yaparak toplum nezdinde bu davayı sulandırmak, bu davanın itibarının zedelenmesi için gerekli zeminin sağlanmasına hizmet edenler var mıdır? Türkiye Cumhuriyeti devleti açısından hayati bir öneme sahip bu davada siyasi iradenin azami dikkat ve hassasiyet içerisinde olması gerekiyor. Tamam, yargıda 2010-2014 yılları arasındaki gibi güçlü değiller... Ancak yine de bu kez, yoğurdu yerken dahi üflemek gerektiğini düşünüyorum.

Bu kez yanlış yapma, ‘Pardon’ deme lüksümüz yok. Bu yapı giderayak, AK Parti’nin, hükümetin ve devletin içine dinamit koymaya kalkışmasın.” (Karar, 3 Eylül 2016).

Cemaat tutmadı, Kemalizm verelim...

Elif Çakır ‘olağan şüpheli’ Cemaat’in yargı içindeki kadrolarını işaret ettiğinde 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden henüz bir buçuk ay geçmişti; dolayısıyla öne sürdüğü tezin ‘saçma’ olduğu öne sürülemezdi... Fakat sonraki aylar (ve yıllar) içinde, yargıdaki sonuç alıcı temizlik operasyonları yaygınlaştığı halde ‘FETÖ yargılamalarındaki yanlışlar’ devam edince, bu tez inandırıcılığını yitirdi.

‘Yargıdaki kripto FETÖ’cüler’ tezinin yerine kısa bir zaman içinde ‘yargıdaki Kemalistler’ tezi ikame edildi.

Başlangıçtan bu yana zikrettiğim yanlışları müdanasız bir şekilde dile getiren, bu nedenle sık sık eleştirilen Star gazetesi yazarı Selahaddin Çakırgil, ‘Yargıdaki Kemalistler’ tezini şöyle dile getirdi:

“Halkımız, darbeye katılan asker, polis, yargıç-savcı, büyük parababaları veya Pensilvania Şeyhi’nin ‘İmam’ diye vazifelendirdiği tiplerin sür’atle yargılanıp en şiddetli şekilde cezalandırılmasını istiyor. Ama F.G’ye veya cemaatine hiç sempati beslemeyen nice çevreler, yapılan tutuklama operasyonlarında, ilgisiz- suçsuz pek çok kişilerin de yaygın şekilde tutuklanmasıyla ‘devlet terörü rüzgarı’ estirildiğinden ve bunun, Tayyip Bey’e karşı, Emniyet ve yargı kadrolarında yeniden iktidar vehmine kapılan eski kemalist -devletçi kesimlerce kurulmuş bir ince tuzak olduğundan ciddî kuşku duyuyorlar. Tabiatiyle, beklentiler de- eleştiriler de Tayyip Bey’e yöneliyor.

“Bu yöntemden derhal vazgeçilmeli ve darbeyle direkt ilgisi olmayan şüpheli kişiler karakollara münferiden davet edilerek bilgilerine başvurulmalı ve hemen zindanlara doldurulmalarına son verilmelidir. Yoksa yüzbinler küser, kırılır..” (Star, 8 Ekim 2017).

Öbür davalar bağlamında Berktay da kuşkulanmıştı...

Sadece Cemaat davaları değil, gazetecilerin, akademisyenlerin vb. kovuşturulduğu öteki davalar da izahı güç bir tablo arz ediyordu. Nitekim Halil Berktay, Geçtiğimiz yıl Ekim ayında Serbestiyet’te yayımlanan bir yazısında, kimi yargı kararlarına ilişkin olarak, “bazı şeyleri artık izah edemeyecek noktaya geliyorum” diye yazmış, o çaresizlikle, iktidarın kendi ayağına kurşun mahiyetindeki kimi hamlelerini, komplo teorilerini yardıma çağırarak anlama-anlatma çabasına girişmişti.

Halil Berktay, yargıda akıl sır erdiremediği uygulamaları izaha yönelik ortalıkta dolaşan kapsayıcı komplo teorilerini (yargıdaki “kripto FETÖ’cüler vb.) sıraladıktan sonra, kendi “sınırlı hipotez”ini şöyle özetliyordu:

“Ben yargı içinde mutlak ezici çoğunluğu oluşturmaya devam ettiğini düşündüğüm Kemalistlerden, özellikle Kemalist-ulusalcı savcıların açtığı (veya, son tahlilde onların eliyle açılan) insan hakları dâvâlarından endişe duyuyorum.”

‘Komplo’ysa bile iktidarın hevesle sahiplendiği bir komplo

17-25 Aralık’tan (2013), özellikle de 15 Temmuz’dan (2016) sonra AK Parti’nin Gülen’cilere karşı kimlere sarıldığı malûm... Bu yeni müttefiklerin görünüşün tersine AK Parti’nin yeminli düşmanı olmaya devam ettiklerini düşünürsek, garip yargısal uygulamaları yargıdaki Kemalist-ulusalcı çevrelere fatura etmek mantıksız görünmeyebilir... Fakat bir şartla: AK Parti’nin o ‘komplo’yu hiçbir itrazda bulunmadan benimsediğini kabul etmek şartıyla...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bırakın bu uygulamaları eleştirmeyi, konuştuğunda “Daha... daha” tonunda konuşuyor ve bu uygulamaların sahiplerini ‘cesaretlendiriyor...”

Yani: “Yargı içinden iktidarı zora düşürmeyi hedefleyen provokatif hamleler” varsa şayet, bunların sahibinin ‘kripto FETÖ’cüler olduğu tezi tamamen çökmüş durumda... Bunların sahibinin yargı içindeki Kemalist-ulusalcı yapı olduğu tezi en azından mantıken savunulabilir görülüyor.

Fakat: AK Parti ve Erdoğan, kendi pozisyonları açısından akıl dışı duran bu hamleler karşısında öyle bir performans sergilediler ki, adeta, kimse sahiplenmesin, bu hamleler öz be öz bizim hamlelerimizdir demiş oldular.

Bu sahipleniş o kadar vurgulu bir biçimde gerçekleşti ki, ileride muhtemel bir ‘aldatıldık’ özrünün hiçbir sahihliği olmayacak.

Alper Görmüş

[email protected]

(Serbestiyet)

Bültene kayıt ol