Mehmet Baransu elde ettiği belgeleri haber yaptı ve haber yapılmak üzere gazetesiyle, o dönemde benim de aralarında olduğum Taraf yazı işleri yönetimindeki kişilerle paylaştı.
Bahse konu olan haberler bir darbe hazırlığı yapıldığını gösteren belgelere dayanmaktaydı ve bu belgeler Taraf’ın o günkü yönetimince gazeteye yansıyan haberler dışında çoğaltılmadı, paylaşılmadı, gazete bürosu dışına çıkarılmadı ve bir süre sonra da devletin talebi üzerine belgelerin asılları Baransu tarafından savcılık makamına tutanakla teslim edildi.
Şimdi Baransu neyle suçlanıyor?
Şu ya da bu nedenle Baransu’ya kızanlar bu sorunun gerçek cevabından uzak duruyorlar; bir gazetecinin tutuklanmasına gerekçe yapılan asıl konuyu ya gözardı ediyor, ya da açıkça veya zımnen onaylıyorlar.
Baransu’nun “sahte belge” hazırladığı iddiası da, “askeri casusluk” yaptığı iddiası da rahatça telaffuz edilebiliyor.
Bir gazeteci elindeki belgelerde “sahtecilik” yapsa ya da bu belgelerin “sahte” olabileceğini düşünse, bunları kendi eliyle devlete teslim eder mi?
Bir gazetecinin amacı askeri sırları başka ülkelere satmak olsa, yani casusluk yapsa, bunu o sırlarla ilgili haberi gazetesinin manşetinden duyurarak, elindeki belgeleri de kendi devletine teslim ederek yapar mı?
Baransu’nun tutuklanma gerekçesi ise, öyle anlaşılıyor ki, bu dedikodularla ilgili değil.
Baransu, TCK 327. maddesinde düzenlenen “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin etmek”le suçlanıyor.
Şimdi biz, darbe hazırlıklarının yasal bir iş olduğunu, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gerektiğini mi kabul etmeliyiz?
Gazetecilerin, toplumun bilgilenme hakkını gözardı ederek, devlet içindeki yasadışı faaliyetlerle ilgili bilgi ve belgelerden uzak durmasını, bunları haberleştirmemesini mi savunmalıyız?
Bu gazetecilikten vazgeçmek değil midir? Anayasa’nın 28. maddesinden, Basın Kanunu’nun 3. maddesinden vazgeçmek değil midir?
Baransu’nun tutuklanma gerekçesi, TCK 327 kapsamında, “Balyoz” davasına konu olan belgelerin “gizliliğini,” dolaylı olarak da “gerçekliğini” teyid ediyor.
Oysa ortada bu belgelerin bir bölümünün üzerinde oynanmış olabileceği ya da farklı tarihlerde oluşturulmuş olabileceği iddiası var. Bu iddia sonuna kadar soruşturulmalı, gerçek ortaya çıkarılmalıdır.
Peki, bu soruşturmanın öncelikle TSK içinde yürütülmesi gerekmez mi?
Baransu’nun elde ettiği belgeler ordu dışından kimsenin bilemeyeceği ayrıntıda personel bilgileri, askeri sicil numaraları vs. içeriyor. Üstelik, bu belgelerin birer kopyası da Gölcük Donanma Komutanlığı’ndan çıktı.
Devletin ve özelde de TSK’nın işe bu durumu açıklayarak başlaması gerekmez mi?
Devlet, kendi kurumlarının içinden çıkan, kendi mahkemelerinde bir davaya konu olan belgelerin ve -- eğer varsa -- bu belgelerdeki tahrifatın kaynağını kendi içinde aramalıdır.
Balyoz haberlerini yayınlayan gazetenin eski bir yöneticisi ve o haberlerde imzası olan biri olarak, bu konudaki gerçeğin ortaya çıkmasını tüm kalbimle istiyorum.
O haberlere kaynaklık eden belgeleri okuyup, ses kayıtlarını dinlediğimde, 2003 yılında 1. Ordu Komutanlığı’nda bir darbe planlaması yapıldığı kanaatine varmıştım. Bugün yine aynı kanaatteyim.
Kendilerinin de reddetmedikleri ses kayıtlarında komutanların neler dediğine kulak vermeniz, yapılanın hükümeti devirmeye dönük bir plan olduğunu anlamanız için yeterli.
Dönemin Genelkurmay Başkanı’nın, Kara Kuvvetleri Komutanı’nın 1. Ordu’da yaşananlara ilişkin anlatımları da kayıtlarda, kitaplarda.
Eğer darbeciliği görmezden gelmek için özel bir çaba içinde değilseniz, bizzat komutanlarca gerçekliğine itiraz edilmeyen belgelerde de darbe hazırlıklarını görebilirsiniz.
Tabii, bu gerçek, “Balyoz” davasına konu olan belgelerin bazılarında tahrifat olması ihtimalinin vahametini ortadan kaldırmıyor.
Böyle bir tahrifatın yapılmış olması, darbecilikle yüzleşme fırsatının heba edilmesine, bu ülkede darbelerin bir daha asla yaşanmaması yolundaki çok önemli bir hukuk sürecinin gölgelenmesine yol açar.
“Balyoz” davası, birçok kişi gibi bana da kurunun yanında yaşın, darbecilerin yanında masumların da yandığı izlenimini verdi. Bundan büyük bir mağduriyet, bundan büyük bir adaletsizlik olamaz.
Öte yandan, eğer belgelerde darbe suçunun “yokmuş” varsayılmasına yol açacak bir tahrifat yapılmışsa, darbeciliğe karşı hukuksal mücadele açısından, adaletin yerini bulması ve gerçeğin ortaya çıkması açısından etkisi yıllarca sürecek bir toplumsal mağduriyet yaşayacağız.
Darbeleri ve darbecileri aklama meraklıları buna aldırmayacaklardır; onlar “Balyoz sahte” deyip konuyu kapatmak isteyebilirler, şimdi Baransu’nun o belgeleri temin etmekle suçlanmasına sevinebilirler.
Adaletin yerini bulmasını, gerçeğin ortaya çıkmasını samimiyetle isteyenler ise, bizlerin gerçekliğine kani olarak haber yaptığımız “Balyoz” belgeleriyle ilgili soruları artık esas muhatabına, devletin kurumlarına, orduya sormalılar.
Gerçeğin ortaya çıkması kimlerin faaliyetinin “darbecilik,” kimlerin faaliyetinin “sahtecilik,” kimlerinkinin “gazetecilik” olduğunu gözler önüne serecektir.
Biz gazetecilik yaptık.
Yasemin Çongar
(P24)