29. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası 20-27 Haziran arasında “sokak” temasıyla yapılan bir dizi etkinlikle gerçekleşiyor. Bu vesileyle Avukat Levent Pişkin’le LGBTİ+ hareketinin mevcut durumuna dair konuştuk.
Şu anki koşullar LGBTİ+’lar için olumsuz görünüyor. Ancak Boğaziçi eylemleri LGBTİ+’lara önemli bir desteğin olduğunu da gösterdi. Sizce mücadelenin seyri nasıl ilerleyecek?
Levent Pişkin: Aslında Türkiye’de koşullar LGBTİ+’lar için olumlu olmadı şimdiye dek. Yakın tarihimiz LGBTİ+ toplumuna, özellikle trans kadınlara yönelik ciddi ve sistematik hak ihlalleriyle dolu. 12 Eylül darbesinde sahnelere çıkma yasağı, Eskişehir’e trenlere binip gönderilen, yarı yolda saçları kazıtılıp trenden atılan trans kadınlar, Ülker Sokak, Eryaman ve Alsancak’ta trans kadınlara yönelik zorla yerinden etme ilk aklıma gelen örnekler. 2000’lerde ve sonrasında da durum pek parlak değildi. Lambda İstanbul’a kapatma davası, İstanbul onur yürüyüşünün engellenmesi, Aliye Kavaf’ın eşcinselliğe hastalık demesi ise diğer örnekler.
Bunlara rağmen şu söylenebilir: Devletin yok sayma politikası artık sonlandı. Yani siyasi iktidarlar artık LGBTİ+’lar yokmuş gibi davran(a)mıyor. Bir toplumsal hareket ve muhalefet olarak tanınan bir harekete yönelik doğrudan düşmanlık politikaları var. Hatta sanırım LGBTİ+’lara dair bir taarruz var demek abartı olmayacaktır. Özellikle 2015 sonrası süreç düşünüldüğünde, durumu en iyi açıklayacak kelimelerden birinin taarruz olduğu aşikâr.
Yok saymadan taarruza evirilen bir politik tutumla karşı karşıyayız. Hareket hâlâ var olma mücadelesi veriyor. Ve kuşkusuz daha güçlü bir yerden. Sizin destek diye söylediğiniz hususu ben gereklilik diye okumak istiyorum. Demokrasi konuşulurken LGBTİ+’ların haklarından konuşulmaması imkânsız, zira politikleşmiş bir toplumsallık ve toplumsal hareket, demokrasi ve eşitlik vurgusundaki politik tutumun turnusol kâğıdı.
Seyre dair ise bildiğim tek şey en iyi bildiğimiz şeyin mücadele etmek olduğu. Zira mücadelede süreklilik esastır, kazanma ihtimali olmasa bile esas olan budur.
İstanbul Sözleşmesi 1 Temmuz’da yürürlükten kalkacak. Kadın örgütleri buna karşı eylemlerini sürdürüyor. LGBTİ+ cephesinde durum nasıl? İstanbul Sözleşmesi LGBTİ+’lar için gerçekten de bu kadar önemli mi?
AKP ve ürettiği karşıt söylemlerle sembolik önemi kuşkusuz daha da arttı. Ancak bunun öncesinde de ziyadesiyle önemliydi. Anayasa Md. 90/5 uyarınca iç hukuk metni haline gelmiş, 6284 sayılı kanunda açık gönderme bulunan ve içeriğinde toplumsal cinsiyete ve cinsel yönelime dair ayrımcılığı barındıran bir sözleşmeden bahsediyoruz. Türkiye’nin hukuk tarihinde LGBTİ+ alanına dair belki de parmakla gösterilebilecek bir metin. Uygulamada çeşitli sıkıntılar olsa da ve yargının, kolluğun homofobik-transfobik bakış açısını delmekte zorlansak da en azından elimizde ileri sürebileceğimiz bir sözleşme vardı, onun artık olmaması tabii ki büyük bir kayıp. Özellikle AKP iktidarının ve onun STK’larının ürettiği anti-LGBTİ+ söylem sözleşmenin kaldırılması kaybını daha da derinleştirdi.
Hem söylem hem eylem düzeyinde mücadele devam ediyor kuşkusuz. En son 19 Haziran’da İstanbul’daki miting mesela ortak çağrıyla yapıldı.
Onur Ayı bu sene de kitlesel olarak kutlanamayacak. Bu, bir yandan LGBTİ+’lara yönelik baskının, öte yandan da genel otoriter tavrın bir parçası. Hiçbir demokratik hak arama mücadelesine izin verilmiyor. Onur Ayı etkinlikleri için başvurunuz var mı? Varsa nasıl bir cevap aldınız?
Kutlanamayacak demem şahsen, belki de kutlarız. Ve aslında kutlanıyor da. 29. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi dolu dolu bir program çıkarmış, zamanın gereğine uygun olarak pek çok etkinlik online olsa da bir araya geliniyor ve politika tartışılıyor her sene yapıldığı gibi. Yürüyüş kısmına dair ise hepimizin gözü komitede, yakında açıklayacaklardır. Bildiğim kadarıyla bir başvuru var ancak komite üyesi değilim ben, dolayısıyla yanlış ya da eksik bilgi vermeyeyim. Hem insanları koruyacak/kollayacak hem de politik olarak görünürlük mücadelesini sağlayacak bir dengeyi tutturacaklarına eminim. Ama bir kere daha hatırlatalım ne olursa olsun: Her yürüyüşümüz Onur Yürüyüşü!
Kapitalizm yıllardır kriz içinde ve pandemi bu krizi daha da derinleştirdi. Egemen sınıf kriz dönemlerinde dikkatleri başka yöne çekmek için dezavantajlı grupları hedef haline getirebiliyor. LGBTİ+ mücadelesi ile antikapitalist mücadele çizgisinin bir arada yürütülmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Dikkatleri başka yöne çekmekten ziyade bizzat o yöne saldırmasının bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Bu husus sadece Türkiye’yle sınırlı değil ne yazık ki. Brezilya’dan Polonya’ya, Macaristan’dan Rusya’ya tüm otoriter rejimlerde bu saldırının sistematikliği açıkça gözlenebiliyor. Bu saldırıların ciddi paralellikleri ve benzerlikleri olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Tarihte rastladığımız, Batı’nın bir zamanlar LGBTİ+ varoluşunu kriminalize etmek, düşmanlaştırmak için kullandığı yöntemlere ve söylemlere başvuruyorlar. Buna karşı geliştirilen stratejiler ve eylemler söz konusu. Biz de tarihsiz bir toplum değiliz nihayetinde!
Antikapitalist mücadele çizgisiyle bu mücadelenin bir arada yürütülmesi noktasında konumluyorum kendimi. Ancak nihayetinde burada kaynaşmış homojen bir kitleden bahsetmiyoruz. Kendi içinde ciddi anlamda farklılaşan, etnik, dini, sınıfsal aidiyetleri farklı olan, farklı cinsel yönelim ve kimliklerden bahsediyoruz. Dolayısıyla hak mücadelesi yürüten bir hareketten çok queer dinamikleri olan ve varlığını bu dinamikler üstüne inşa eden bir hareketin varlığı bu birlikteliği daha mümkün kılacaktır. Hak mücadelesini tali olarak görmek ya da özcü bir yerden ona bu karakteristiğin uyumlu olmadığını söylemek değil niyetim, heterojen bir kitleyle böyle bir ilkeyi koymanın zor olacağını düşünüyorum sadece.
Öte yandan Türkiye’deki LGBTİ+ hareketi çok daha queer bir konumlanışla en başından beri bu birlikteliğe gönül veren ve kendini orada konumlandıran bir yapıda. Dolayısıyla şu an için birlikte yürüyen bir mücadele söz konusu demek hatalı olmaz.
Halen pek çok LGBTİ+ ve LGBTİ+ aileleri dernekleri var. Yasalar bu derneklerin kurulmasına izin veriyor. LGBTİ+’ların hukuk karşısındaki konumları nedir? Hakları korunuyor mu, haklarını alabiliyorlar mı? Bu konuda neler yapılabilir?
Taşa vur, dernekleri de kapattırma aman! Şaka bir yana o yasalar da istense gayet aleyhte yorumlanabilecek hususlar içeriyor. Zira yasama faaliyeti ve mevcut mevzuat baştan sona heteronormativiteyle donanmış durumda. Genel ahlak, Türk aile yapısı, kamu düzeni vb. gibi LGBTİ+ toplumu aleyhine kullanılabilecek onlarca ibare söz konusu. Ne yazık ki bu tek bir yasada değil mevzuatın genelinde böyle, belirlilik ilkesinin olmazsa olmaz olduğu ceza kanunlarında bile. Nitekim kısaca anmış olduğumuz Lambda İstanbul kapatma davası tam da bu bahsettiğimiz sebepten çıktı.
LGBTİ+’ların hukukta bir konumları yok kısaca. Yani aslında var diye iddia etmek çok isterdim. Özellikle Anayasa’nın 90. maddesi orada apaçık dururken yok demek haksızlık olabilirdi. Öyle ki madde, kanunlarla insan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerin çatışması halinde, sözleşmelerin kanundan önce uygulanacağını var sayıyor. Ancak AİHM kararlarının dahi uygulanmadığı, anayasanın her gün bir veya birden çok maddesinin tek tek ve bir arada ihlal edildiği bir dönemde bunu iddia etmek en hafif tabirle safdillik olacaktır. Dolayısıyla bir konumları yok tezimde ısrar edeceğim.
Şöyle diyebilirim, eşit yurttaşlık haklarından ve özgürlüklerinden mahrum bir azınlıktan bahsediyoruz. Özellikle son dönemde toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüne ve daha genel anlamıyla ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler bunu iyice derinleştirdi. Ki bu arada LGBTİ+’ların ifade özgürlüğünü engellemek demek bir yanıyla var olmalarını da yasaklamak demek, düşünün gökkuşağı bayrağı açmanıza izin vermiyorlar, kendinizi gösterebileceğiniz, kimliğinizi var ettiğiniz bir imgeyi hiçbir hukuki gerekçeye ihtiyaç duymaksızın fiilen engelliyorlar. Bu de facto bir propaganda yasağıdır, başka bir şey değil. Var oluşa yönelik bir mücrimleştirme politikasıdır. Hak aramanın zaten heteroseksist-patriarkal kolluk ve yargı yapısı içinde ziyadesiyle güç olduğu bir ortamda üstüne bunu koymak iyiden iyiye kişiyi çıplaklaştırmaktır.
(Sosyalist İşçi)