Mevcut olandan farklı toplumsal ilişkilerin hakim olduğu bir dünya ihtimaline dair tartışmalarda, sıkça karşımıza çıkan bir kavramdır, ütopya.
TDK sözlüğe göre “gerçekleştirilmesi imkansız tasarı veya düşünce”. İşin tuhafı “mümkün olmayan” bu mefhum, ana akım siyaset tarafından antikapitalist mücadeleyi “küçümsemek” maksatıyla kullanılırken, bazı kapitalizm eleştirileri ütopyayı sempatiyle sahiplenir. Sosyalist bir toplumun mümkün olduğunu söyleyenlere “sizinki bir ütopya” denilerek, adeta Varolmayan Ülke’nin Peter Pan’ları oldukları ima edilir. Diğer yandan “ütopyalar güzeldir”, bütün insanlık için düş görenler olarak eşitsizliğin ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü bu dünyayı değiştirmek bizim ütopyamızdır.
“Başka alternatif yok” sloganıyla neoliberalizmin dünya canlıları için tek gerçeklik olduğunu anlatan egemen siyasetin 2008’den beri içerisinde olduğu ekonomik-siyasi kriz, kapitalizmden başka toplum tahayyülleri konusundaki alaycılığı sahiplerine iade etmeye bir nebze olsun yeter.
Ancak sosyalizm bir ütopya mı veya mevcut sisteme dair alternatif önerilerimiz “bizim ütopyamız” mı sorularını tartışmakta fayda var. Kendi çağlarındaki ütopik sosyalistlerle tartışan Marx ve Engels için gelecek toplumun “fantastik tasvirleri”, işçi sınıfının henüz gelişmediği bir zamanda ortaya çıkmıştır. Engels’in kaleme aldığı Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm kitapçığı, güncelliğini koruyan bu sorulara dikkate değer yanıtlar üretir.
Kavramın yaygınlaşması Thomas More’un 1516’da yazdığı Ütopya kitabıyla olur. More bazı insanların zenginlik içinde yaşadığı, diğerlerinin sefalete mahkum olduğu mevcut toplumu anlatır ve ardından Ütopya adasını ve Ütopyalıların hayatını tasvir eder. Bütün işlerin altından elbirliğiyle ve nöbet sistemiyle kalkan Ütopyalılar her şeyin herkesin olduğu kapısı kilitsiz evlerde ve ulaşımın herkesçe erişilebilir olduğu şehirlerde yaşar.
Kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte yaygınlaşan ütopik sosyalist fikirleri sahiplenen Robert Owen ve Charles Fourier, Thomas More’dan iki yüzyıl sonra onunla “aynı düşü görürler”. Her ikisi de insanların komünler kurmasının, toplumun geri kalanına daha eşit bir düzen için ilham vereceğini savunur ve üstelik bu görüşleri pratikte hayata geçirmeye çalışır.
Kurtarıcıların değil işçi sınıfının kendi eylemi
Ütopik tasarımlar, aydınlanmış düşünürlerin kitlelere adeta armağan olarak sundukları birer ideal toplum kurgusudur. Bu tip kurgular işçilerin, kitlelerin kendi eylem ve örgütlenmelerini, onların somut mücadelelerini değil, ideal bir toplum düzenine dair fikirleri esas alır. Tam da bu nedenle Marx ve Engels için mevcut düzenin içerisinde bağımsız, komünal yaşamlar inşa etme çabası, öncelikle kitlelerin kendi eylemini dışladığı ve insanlığın kurtuluşunu “kurtarıcılara” havale ettiği için sorunludur.
“Toplumsal faaliyetin yerini onların bulucu kişisel faaliyetlerinin alması gerekiyor, kurtuluşun tarihsel koşullarının yerini fantezinin alması, proletaryanın sınıf olarak adım adım gelişen örgütlenmesinin yerini kendi bulup çıkardıkları toplumsal örgütlenmenin alması gerekiyor. Onlara göre geleceğin dünya tarihi, propagandaya ve kendi toplum tasarımlarının uygulamada hayata geçirilmesine indirgeniyor. Tasarımlarında esasen en çok acı çeken sınıf olarak emekçi sınıfın çıkarlarını temsil ettiklerinin bilincindeler gerçi. Ama proletarya onların gözünde yalnızca en çok acı çeken sınıf olma özelliğiyle var. Gerek sınıf mücadelesinin gelişmemiş biçimi, gerekse kendi yaşam konumları, sınıf karşıtlığının çok üstünde olduklarını sanmaya götürmüştür onları. Toplumun tüm üyelerinin, en iyi durumda olanların da, yaşam koşullarını iyileştirmek isterler. Bu yüzden hiç ayrım gözetmeksizin sürekli toplumun tümüne, hatta özellikle de egemen sınıfa çağrı yaparlar. Çünkü sistemleri bir anlaşılsa, o sistemin en iyi toplum için en iyi tasarım olduğu kesin kabul edilecektir onlara göre.”
Üstelik ütopikler mükemmel toplumu inşa edecek olan ideal insanların var olduğunu farz eder. Ancak kapitalizme alternatif bir toplumsal düzeni mümkün kılabilecek şey, toplumun üzerinde, aydınlanmış bir grup birey ve onların pedagojik diktatörlüğü değil, işçi sınıfının çoğunluğunun kendi eylemiyle gerçekleştirdiği bir devrimdir. Ve o işçi sınıfı hiç de yeni bir düzenin koşullarına hızlıca uyarlanmaya programlanmış, geçmiş düzenin tüm kalıntılarından kurtulmuş, aydınlanmış kimseler değildir. Aksine işçi sınıfı kapitalizmin tüm fikirlerinden etkilenmiştir ama sistemi değiştirirken kendileri de değişir, mücadele içerisinde gelişir.
Kapitalizmden kurtulmanın yolunun mevcut düzen içerisinde, izole, ideal sosyalizm adaları kurmaktan geçtiğini savunmaları ise ütopik sosyalistlerin iddiasının diğer önemli problemidir. Toplumun kökenindeki üretim ilişkileri radikal bir şekilde değişmedikçe kapitalizme alternatif bir düzen inşa etmenin yolu ne yazık ki yoktur. Tarihteki böylesi deneyimlerin başarısızlığını görmek konusunda Engels’ten daha avantajlı bir çağda yaşıyoruz. Kapitalizm küresel bir sistem ve ondan kurtulmanın yolu da küresel olmalı. “Ütopya adasının” sakinleri eşitsizlik ve sefalet içerisindeki dünyanın geri kalanına bir kurtuluş ifade etmiyor.
Yeni toplumun nasıl olacağına, aydınlanmış bireylerin zihinlerinde geliştiridekleri tasarılar değil, bizzat o toplumu kendi eylemleriyle yaratan işçilerin kendisi karar verecektir.
Meltem Oral