►Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki
Bu yıl en sevdiğimiz filmlerin ilk sırasında yönetmen Denis Villeneuve’un “Dune” (Frank Herbert) uyarlamasının devam filmi vardı.
Hiç bitmesin istediğimiz o 2 saat 45 dakika boyunca mükemmel bir tempoda ilerleyen, benzersiz güzellikte bir sinematografiye ve kusursuz bir kurguya sahip Dune 2, Villeneuve’un, zaten harika bir ilk filmi her yönden geliştirmeye devam ettiği bir film.
►İlgi Alanı (The Zone Of Interest)
►Yabancı Meselesi (The Strangers’ Case)
Halep’te, Suriye iç savaşının tam ortasındayız: Bir cerrah olan Amira (Yasmine Al Massri), çatışmanın en karanlık günlerinde başlayıp dört kıtaya yayılan, beş ailenin hayatlarını karmaşık bir şekilde birbirine bağlayan, hepsinin yaşamlarını yeniden tanımlayan tehlikeli bir göç hikâyesinin ana karakterlerinden birine dönüşüyor.
Suriye halkının ülkelerine dönmeye başladığı, diktatör Esad’ın devrilmesinin sokaklarda kutlandığı bu günlerde yönetmen Brandt Andersen’ın hepimizi soluksuz bırakan bu filmini bir kez daha hatırlatmak istedik.
Bir göçmene dönüşmenin başlangıç anlarından Ege’ye açılacak olan bota uzanan filmde Amira ve kızının yanı sıra Suriyeli asker Mustafa (Yahya Mahayni), mülteci kampında ailesini korumaya çalışan bir şair (Ziad Bakri), Türkiye'deki insan kaçakçısı Marwan (Omar Sy) ve Yunanistan Sahil Güvenliğinden Stavros (Constantine Markoulakis) ile de tanışıyor ve her birinin hayatını, kendi travmatik uçurumlarına dek izliyoruz.
Etkileyici bir kurguya sahip filmde, bir karakterden diğerine geçilirken, göçe zorlanmanın gerçekte neye benzediği de çok güçlü bir şekilde aktarılmış oluyor.
►Vahşi Robot (The Wild Robot)
İtiraf edelim, bu film için beklentilerimiz pek yüksek sayılmazdı. Fakat yönetmen Chris Sanders, yaşama dair derin deneyimlerin bir portresini sunduğu “Vahşi Robot” ile bizleri bir kez daha büyülemeyi başardı!
►Hepimiz Yabancıyız (All of Us Strangers)
►Farklı Bir Adam (A Different Man)
“Farklı Bir Adam” sıra dışı detaylar, beklenmedik gelişmeler gibi sürpriz unsurlarla bezenmiş, kalbinde karanlık bir hiciv barındıran çarpık bir masala benziyor.
Aaron Schimberg'in yazıp yönettiği film, tümörlere neden olan nörofibromatozisten kurtulmak için kapsamlı bir yüz ameliyatı geçirdikten sonra hayatı dramatik bir şekilde değişen Edward Lemuel'i (Sebastian Stan) takip ediyor.
Yeni bir kimlikle ortaya çıkan Edward hayata sıfırdan başlamaya çalışırken oyuncu olmaya karar verir. Gelgelelim bu yeni hayatı, eski Edward'ı canlandırması için seçilen nörofibromatozis tanılı aktör Oswald'la (Adam Pearson) karşılaştığında bambaşka bir yola sapmaya başlar.
Tuhaf bir mizah anlayışı olan yönetmen, kendinden kurtulmaya çalışan Edward’a karşı birbirinden sinsi ve şaşırtıcı yollarla, izlemesi zevkli bir oyun kuruyor. Ancak desteyi ona karşı dağıtırken aynı zamanda oyuncularının –gerek diyaloglar gerekse performanslarıyla– kendisine meydan okuyan karakterlere dönüşmesini de izletiyor bizlere.
►En Sevdiğim Pasta (Keyke mahboobe man)
İranlı yönetmenler Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nın filmi ilk gösterimini geride bıraktığımız Şubat ayında, Altın Ayı için yarıştığı Berlin Film Festivali’nde yapmış ve yönetmenlere seyahat yasağı getirilerek festivale katılmaları engellenmişti.
Mahin (Lily Farhadpour) ve Faramarz'ın (Esmail Mehrabi) hikayesi, yarım yüzyıldır baskı altında tutulan bir halkı, hayatlarının en güzel yıllarını böylesi bir rejimde yitirip gitmiş olmanın acı gerçekliğini sembolize ediyor.
Oyuncular Lily Farhadpour ve Esmail Mehrabi ile İran’da çekilen, totaliter bir rejimde yaşamanın resmedildiği filmin hayata geçirilebilmiş olması dahi alkışlanmayı hak eden politik bir eylem niteliğinde.
►Hayalet Işığı (Ghostlight)
►Nikel Çocukları (Nickel Boys)
Henüz izleyemediğimiz, sabırsızlıkla beklediğimiz bir film var sırada.
Yönetmen RaMell Ross, 1960'ların başında, mağaza vitrinlerindeki televizyonlarda izlediği Martin Luther King’den etkilenen 17 yaşındaki Elwood Curtis’in (Ethan Herisse) yaşadıklarına odaklı filminde ABD’de siyah olmanın nasıl hissettirdiğini ortaya sermiş olmasıyla övülüyor.
Eleştirmenlere göre Ross’un farkı, izleyicinin karakterle arasında en ufak bir mesafe bırakmasına izin vermeyecek kadar cesur bir anlatı yolu izleyip herkesi Elwood’un yerine geçirebilmeyi başarmış olması.
Colson Whitehead'in Florida'da 111 yıldır faaliyet gösteren Dozier Okulu'nda, nam-ı diğer “Nikel Akademisi”nde yaşananları konu alan aynı adlı kitabından uyarlanan filmde üniversite hayalleri kurarken ansızın yaşanan bir kazada beyaz üstünlükçü ABD polisi tarafından ‘suçlu’ bulunup bu ıslah okuluna gönderilen Elwood ve orada tanıştığı Turner’ın (Brandon Wilson) başına gelenlere tanık olacağız: Nikel Akademisi, siyah gençlerin her türlü şiddete ve cinsel istismara maruz kaldığı, olabilecek en kötü ihtimallerin devreye girdiği bir işkence merkezi.
►Yüzyıllık Yalnızlık (Cien Años de Soledad)
Gabriel Garcia Marquez’in “asla uyarlanamaz” kategorisindeki o büyüleyici romanını nihayet ekranda izleme şansına kavuştuk.
Márquez'in başvurduğu girift olay örgüsü, karakterlerin dönüşüm yollarının çetrefilli doğası, onlara eşlik eden masalsı imgeleri ve tüm bunları ustalıklı – bir o kadar da sersemletici— bir kurguyla sunmuş olması bu olağanüstü romanın beyazperdeye uyarlanmasını hayli zorlaştırıyordu.
Yapımcılığını ve yönetmenliğini Alex García López ile Laura Mora'nın üstlendiği seride Nobel Ödüllü ünlü yazarın ilmek ilmek ördüğü Macondo ve sakinlerinin dünyası akıcı bir dönüşümden geçiriliyor. Bu akıcılığı, temelleri ilk bölümde atılmaya başlanan Macondo’nun adım adım inşasına yönelik bir yol izlenmiş olmasıyla elde etmiş görünüyorlar. Dizi, yolunu bu başlangıç noktasından hareketle bulunca olaylar örgüsünün açılımı da ona eşlik ediyor.
►“Baby Reindeer”
►Evreni Yutan Çocuk (Boy Swallows Universe)
Karşımızda yine bir ‘büyülü gerçekçi’ roman uyarlaması var. Hatta belki de daha doğru bir ifadesiyle, büyülü-gerçekçi bir büyüme hikayesi...
Avustralyalı gazeteci ve yazar Trent Dalton aynı adlı yarı otobiyografik romanında, erkek kardeşi, annesi ve eroin satıcısı üvey babasıyla Queensland'da geçirdiği çocukluğunu anlatıyor.
TV uyarlamasında Eli Bell (Felix Cameron) olarak izlediğimiz bu harika çocuk, umuttan hayal kırıklıklarına, hüzünden tekrar neşeye ve umuda uzanan çılgın aile draması içinde sürüklenip gitmek yerine inatla ve güvenle sahip çıktığı kocaman gülümsemesiyle kalplerimizi daha ilk bölümden fethetti. Yazarın tek bir ruh haline bağlı kalmayı reddeden doğasının biçimleşmiş hali olarak Eli ve ailesi belirli hikaye türlerinin dışına taşan bu yapımda hayatlarını tüm duygusal tonlarıyla, birinden diğerine zıplayıp sıçrayarak yaşarken bizleri de adeta türler arası bir deneyime davet ediyorlar.
►Bay Bates ve Postane (Mr Bates vs. The Post Office)
İngiltere 1999 yılında, posta sisteminde gelişmiş yazılımları kullanmaya başlayınca binlerce şubede açıklanamayan zararlar ortaya çıkmış fakat henüz şubeler arası güncel bilgi aktarımı sağlanamadığı için her bir şube sorumlusu bu sorunu sadece kendisinin yaşadığını düşünmüştü. Ülke tarihinin en büyük adaletsizliklerinden biri olan Postane Skandalında yazılımın sebep olduğu hatalar binlerce masum şube yöneticisinin hanesine yazıldı, geçim kaynaklarını kaybetmeye zorlanan insanlar üstüne bir de yolsuzlukla, sahtekarlıkla suçlandı.
Bilgisayar sistemindeki hataların örtülmeye çalışılıp postane sorumlularının suçlandığı bir Davut ve Golyat hikayesinde Alan Bates’in (Toby Jones) Golyat’a karşı verdiği 20 yıllık mücadeleyi ekrana aktaran yazar Gwytneth Hughes ve yönetmen James Strong takdire şayan bir uyarlamaya imza attılar. Arka planda sürekli kirli oyunların oynandığı bir soruşturma sürecini ustalıkla ve güçlü politik vurgularla aktaran Hughes ve Strong, Ken Loach filmlerini andıran bir üslubu benimseyerek umutsuzluğa değil mücadeleye odaklanıyor, dava sürecini bir parça geri plana alarak karakterlerin sürpriz gelişmelerle dolu mücadelesini ve bu süreçte kurulan dostlukları öne getirmeyi tercih ediyorlar.
►Tanrı Kent: Savaş Devam Ediyor (Cidade de Deus: A Luta Não Para)
2002 yapımı Tanrı Kent (City of God), düşük bütçeli, amatör oyuncularla dolu, deneyimsiz bir ekip tarafından yönetilmiş mütevazı bir film olsa da sadece sevdikleri bir işi yapmak için bir araya gelmiş bir grup arkadaşın elinde şekillendiğinden birçoğumuzun ‘en iyi filmler’ arasında saydığı sinema klasiklerinden biri olmayı başarmıştı.
Şimdi bu destansı suç dramasının bir devam dizisi var. Aly Muritiba tarafından yönetilen altı bölümlük dizi, filmden 20 yıl sonrasına götürüyor bizi. Ve orijinal kadronun hayatta kalan karakterlerini geri getirirken sahneye yeni yüzler de ekliyorlar.
Filmin bıraktığı etkinin ne kadar derin olduğu düşünülürse, öncülden gelen böylesi bir mirası aynı iddiayla sürdürmenin zorluğu da ortada. Orada ekranı çalan, izleyicileri kendisine bağlayan karakterler dizide daha geniş bir resme serpiştirilip biraz kenara çekilmiş gibiler. Bunun bir sebebi de karakterlerin artık olgunlaşmış, yaşadıkları dünyayı bambaşka bir şekilde görmeye başlamış olmaları. Ne de olsa film tüm o şiddet sarmalının içinde bir karnavala dönüşüyordu. TV dizisinde ise Favela’nın verdiği mücadelenin ta kendisine tanıklık ediyoruz.
Tuna Emren