(Seçtiklerimiz) Roni Margulies: Şair ve Komitacı

29.07.2023 - 12:58
Haberi paylaş

Roni’nin vefatından sonra yazılanlara bakarken, bir okurunun şöyle yazmış olması beni üzdü: "Roni Margulies göçmüş buralardan. Göçmendi zaten." Bunu söyleyen kişinin Roni ile tanışıyor olduğunu söylemesi ayrıca üzücü.

Herhalde hayat boyu kendisini en çok yaralayan şey tam da buydu. Yazılarında sık sık bu konuya değinir, kitaplarının “çeviri/yabancı yazarlar” bölümüne konmasından ne denli rahatsız olduğunu anlatıp durur, her seferinde kitaplarını alıp ‘doğru yere’ koyuşundan bahsederdi. Buna rağmen en rahat ettiği yerlerin havaalanları olduğunu söylemişti. TK1980 adlı kitabı bu duygunun en güzel şiirlerini içerir. 1972'den sonra eğitim için gidip uzun yıllar yaşadığı Londra'da, kendi deyişiyle, "Avrupa kıtasını güneydoğu köşesinden kuzeybatı köşesine çaprazlama kesen hava sahalarının müdavimi" olmuştu.

Ne zaman ayak bassam Yeşilköy hava meydanına,

Eylülse, açılmak üzereyse okullar yurtdışında,

on yedi yaşında bir delikanlı arar gözlerim:

Elinde pasaportuyla bileti, yepyeni bir çanta,

kalkış saati belli uçağın, sefer sayısı belli,

bilmiyor ama nereye gittiğini.

(Sefer Sayısı, TK1980, s. 7.)

Bir gün, bir konferans dizisinin koordinatörlüğünü yapan arkadaşıma yardımcı olmak adına Roni ile ben iletişime geçtim. Asıl niyetim, yardımcı olmak bahanesiyle sevdiğim, okuru olduğum bir şairle tanışma arzusundan başka şey değildi. Roni'yi konferansa davet etmek için aradığımda "Merhaba, Rahmi Morgül ile mi görüşüyorum" demiştim. Birkaç saniyeliğine duraksayıp kahkahayı patlatmıştı. Rahmi Morgül müstear adlarından biriydi. 12 Eylül'den sonra çeşitli yerlerde neşrettiği yazılarında bu adı kullandığını bir şiirinden biliyordum. Bunu ortak arkadaşlarımızdan birine anlattığımda 2013'te hayatını kaybeden yoldaşı Doğan Tarkan'ın da arada bir Roni'ye “Morgül” diye seslenmesine anlam veremediğini belirtmiş, “şimdi anlaşıldı” demişti.

Tam Kız Kulesi'nin yanından geçerken

aklıma geldi birden:

Müstear adımdı seksen darbesinden sonra

yıllar boyunca Rahmi Morgül.

(Azim, TK1980, s. 51.)

Konferanstan sonra bir meyhaneye gidildi. Onlar nereye ben oraya! Ismarladığı içki ile ilgili tavsiyede bulunan garsona “Kaç yaşındaydın sen?” demişti Roni, garsonun “otuz beş” cevabını alınca, "Hah, 40 yıldır içiyorum işte ben, ona göre” deyip garson dâhil hepimizi güldürmüştü. Sonu gelmeyen politik muhabbetlerden fırsat bulduğum ilk an lafı edebiyata getirmeye çalıştım ama konunun genel geçer şeylere saplanması gecikmiyordu. Bir ara, “siyaset konuşmayı mı daha çok seviyorsunuz edebiyat mı?” dedim, "İkisini de seviyorum. Eşit oranda.” diyerek gülmüştü.

Çantamda o sıralarda yeni çıkmış Apollo Yılları ve kaba Sabetaycılık tartışmalarında unutulan insanî duyarlılığı yeniden hatırlattığı için yayımlandığında çokça konuşulup tartışılan Bugün Pazar Yahudiler Azar'ı vardı. Şiiri, edebiyatı konuşmak başka günlere kısmetmiş dedim ve masanın sakinleştiği bir aralıkta çantadan kitaplarımı çıkardım. “Nerden buldun bunları yahu!” deyip hiç olmadığı kadar dikkatle baktı yüzüme. Dolma kalemini çıkarıp iki kitabı da özel notlarla imzaladı.

O gün kendisine anlattığım ve çok güldüğü bir anekdotu bir de buradan paylaşmak istiyorum. Bilirim Niye Yanık Öter Ney’i (1996) kütüphaneden ödünç alırken, ders için yardımcı kitaplar dışında bir şeyler okuyan öğrencilere karşı takdirini esirgemeyen yaşlıca bir görevli kadın, “Aa ney, hmmm, üflüyor musunuz?” demişti, bir an ne diyeceğimi bilemeyip, “hayır şimdilik sadece okuyorum” demiştim.

böyle günlerde dank eder yine insanın kafasına:

tüm hayatlar eksik, tüm ölümler vakitsizdir. 

(Telefon, Bilirim Niye Yanık Öter Ney [Telgrafçiçeği içinde, s. 97.])

Roni bir şair ve bir komitacıydı. Eşit oranda! Komitacılığında da şairliğinde de demokrattı. İki tarafta birden, sözünü sakınmadan yaşadı, yazdı. Politik yazılarının yanında, 1994 yılında Sombahar dergisi için yazdığı ve anlam’ın yadsınması üzerinden İlhan Berk’e, İkinci Yeni’ye yönelik eleştirisi ile hâlâ zihinlerdedir. Yine aynı yıl yayımlanan Mağrur Olma Padişahım tarihe yönelik esaslı bir yakınlaşma, anlama ve hesaplaşma girişimiydi. Yalnızca bu kitap bile Margulies’in Türk şiirinin en özgün imzalarından biri olmasına yeter de artar.

İzlenimciydi. Şiiri ile Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Attila İlhan çizgisini sürdürdü – ya da bu üçgenin merkezinde yer alacak bir şiiri, 30 yılı aşkın bir süre inatla var etti diyelim. En az şiirleri kadar sevdiğim çevirilerini anmak lazım: Çocukluk arkadaşı Şavkar Altınel ile birlikte çevirdikleri Philip Larkin seçkisi (Adam Yayınları) bunlardan biri(ncisi). Bir mücevherden farksız olan bu çeviri hâlâ tek baskı ile duruyor maalesef. Meraklısı, ayrıca es geçmemeli: Ted Hughes’ten çevirdikleri Doğumgünü Mektupları da çok yoğun, derin bir kitaptır. Roni Margulies’in bu kez tek başına çevirdiği ve yayımlanan son eseri olan Dur Yolcu, Dur ve İşe! (Sözcükler Yayınları, 2022) ise, İngiliz (ve dolayısıyla) Amerikan şiirindeki dalga geçme, eğlenme geleneğine ilişkin oldukça özgün bir derleme. Roni’yi tanıyanlar için ise ayrıca hoş ve oldukça anlamlı bir sonsöz! Unutmadan, bir vakit Evliyâ gibi Ya Seyahat! deyip öykü bile yazdı (Notos Kitap, 2011). Daha sabırlı biri olabilse roman da yazardı!

Roni Margulies için söylenebilecek çok şey var. Benimki küçük bir tanıklık ve birkaç yazışmadan ibaret yalnızca. Bana, edebiyatın derin sularında yüzmek arzusundaki genç bir taşralı şair adayına gösterdiği yakınlığı, arkadaşlığı unutamam. Gidişiyle bana ait bir şeyleri de yanında götürdüğü ve farkında olmadan bende bıraktığı bir şeyler olduğu hissine kapıldım.

“Mutlu Bitmiş Bir Göç Öyküsü” başlıklı son yazısını şu sözlerle bitirmişti:

Göç, "gitmek" değil "kaçmak" anlamına gelir: Nazilerden, savaştan, yoksulluktan, işsizlikten, açlıktan kaçmak. Kaçarak hayata tutunmaya çalışan insanlara nefret ve düşmanlıkla bakanlara ömrüm boyunca nefret ve düşmanlıkla baktım. Ve hep öyle bakacağım. 

Aynı duygularla uğurluyorum sevgili şairimi, mektup arkadaşımı; ama bir şair gidince son söz mutlaka şiirin olmalı. Elveda Roni.

Mizana

Basit şeyler oldu istediklerim hep:

Çok çeşitli içkiler içmek;

serserilik etmek uzak limanlarda;

bumbayla seren arasındaki farkı bilmek;

çok yelkenli bir kalyonu tek başıma götürmek;

muazzam paralar kazanıp bir anda,

bir gecede tümünü yitirmek;

herkesin bir görüşte sevdiği kadınları

en çok ve başkaca sevmek.

 

En başta ama ve onulmazca

Elsa'yı sevmek, her sabah ona dönmek. 

 

Olamadı elbet. Tümü çelişti bunların Elsa'yla.

Seçmem gerekti. Seçtim.

Bu seçimi sorgularım belki yaşlandıkça,

kuşkum yok şimdilik ama

Ve ilginç yönü şu ki üstelik bu öykünün:

Ne bir mizanaya tırmandım ömrümde,

ne de tırmanacak olsam bir gün

Elsa’ya dönebileceğim artık indiğimde.

(Elsa’dan [2000], Telgrafçiçeği içinde, s. 149.)

Milât Özçelik

(K24)

Bültene kayıt ol