Melike Işık mültecilerin zorlu göç yolculuklarını ve hem tek tek bireylerin hem de devlet yetkililerinin mülteci sorununa bakışını işleyen Styx filmini tanıtıyor.
Wolfgang Fischer tarafından yönetilen, 2018 yılında yayınlanan Styx, mültecilerin denizde hayatta kalma mücadelesini ve otoritelerin buna kayıtsızlığını anlatıyor. Bu filmi izlerken, izlediğiniz şeyin bir film mi yoksa gerçeğin kendisi mi olduğunu sorguluyorsunuz. Çünkü filmin konu aldığı olaylar gerçek olamayacak kadar dehşet verici ama aksiyon filmlerine konu olamayacak kadar olağan. Ne zaman izlediğiniz şeyin bir kurgu olduğu hissine kapılsanız bir sonraki sahne mutlaka sizi ayıltıyor, kendinizi haberlerde okumaya alıştığınız mültecilerin hikayesini izlerken buluyorsunuz. Yine ana karakterin yardım etme isteği ve gücünün yetmeyişi, göçmen düşmanlığına, yoksulluğa karşı mücadele etmeye çalışan insanlar için oldukça tanıdık. Bu benzerlikler üzerinden filme dair kimi yorumlar yaparken aynı zamanda kendimize dair yorumlar yapıyor olacağım.
Filmin baş karakteri olan Avrupalı doktor Rike, tatilde yalnız başına bir tekne yolculuğuna çıkıyor. Fakat önüne mültecilerle tıklım tıklım dolu bir gemi çıkınca işler değişiyor. Yardım çağrısında bulunmasına rağmen kurtarma ekibi gelmiyor. Kendisi yardım etmek isteyince yetkililer ona, kurtarma ekibini beklemesini “çok küçük” olduğunu ve müdahalesinin bir kaosa sebep olabileceğini söylüyor. Oysa tam o esnada gerçek kaos, mülteciler bir bir boğulurken yaşanıyor. Gelgelelim bizim “kaos” dediğimiz bu şey, bugün adeta bir rutin.
Mültecileri kim öldürdü?
İlginç olan nokta, izleyicinin perspektifinden de ortada herhangi bir suçlu varmış gibi görünmemesi. Sanki sorun birkaç teknik hatadan, yanlış anlaşılmadan, işini düzgün yapmayan birkaç çalışandan ibaretmiş gibi bir izlenim söz konusu. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi.
Film hakkında okuduğum kimi yorumlardan anladığım üzere, bir kısım, ortada hiçbir “asıl sorumlunun” bulunmamasından yola çıkarak geminin akıbetini, insanların çabasının ve müdahalesinin dışında, kaçınılmaz bir son olarak yorumlamış ve geminin batışını sanki gökten gelmişçesine bir tevekkülle karşılamış. Fakat tam aksine filmin ve gerçek hayattaki benzer vakaların bize verdiği mesaj şu: mültecilerin ölüme terk edilmesi gibi korkunç şeyler tek bir insanın kötülüğüyle, vurdumduymazlığı ya da ufak bir teknik sorun ile değil; sistemin kendisiyle ve o sistemin koşullandırdığı insanlarla açıklanabilir.
Rike bir başka gemiden yardım istediğinde gelen cevap: “Firmamızın bu konuda çok katı kuralları var, işimi kaybetmek istemiyorum”. Muhtemelen bu sahnede birçok izleyici, yardım talebini yok sayan adama kızmakla kızmamak arasında kalmıştır. Ben kızanlardandım. Fakat aynı zamanda, bu reddin bireysel bir sorundan ya da yalnızca adamın kötü biri olmasından değil; çok daha kapsamlı sistemsel bir sorundan kaynaklandığını düşünüyorum.
“Sakın müdahale etmeyin”
Filmde yetkililer, kendileri yardım etmediği gibi başkalarının da hiçbir müdahalede bulunmaması gerektiğini söyleyip duruyor. Batmakta olan mülteci gemileri, ilk kez karşılaşmış bir insan için her ne kadar dehşet vericiyse de otoritelerin gözünde bu, alışılması gereken olağan bir durum. Bu durum değiştirilmeye çalışılmamalı ve ortada hiçbir suçlunun bulunmadığı doğal bir sorun olarak kabul edilmelidir. Öyle ki Rike mültecileri kurtarmak için gösterdiği çabadan dolayı adeta suçlu muamelesi görüyor. Hayatını kurtardığı mülteci çocuk için sorgulanıyor ve bir doktor olarak normal şartlarda yerine getirmesi otoriteler tarafından da desteklenen görevi, boğulmakta olan bir mülteci için kullanıldığında birden bir suça dönüşüyor. Çünkü yetkililerin iznini almadan birinin hayatını kurtarmak dahi yasak.
Bu, toplumsal mücadelelerde yer alan, otoritelerin adaleti sağlamadığı noktada adalet arayanların sıklıkla karşılaştığı, oldukça alışılmış bir tepki. Ortada herhangi bir yardım yokken “Yardım gelene kadar müdahale etme” demek, bireylere korku aşılayarak onları pasifleştirmeye hizmet ediyor. Otoritelere sonsuz güven beslemek, adaletlerinden şüphe duymamak işte bu yüzden bireyleri çevrede olan bitenlere tepkisiz kalmaya, haksızlıklara göz yummaya teşvik ediyor.
“Yardım yolda”
Hikayenin sonunda öğrendiğimiz üzere batmakta olan çok sayıda gemi ve yalnız başına onları nasıl kurtarabileceğini bulamayan, çaresizce yardım bekleyen çok sayıda insan var. Bu insanların hepsine söylenen yalan aynı: “Sakın hiçbir şey yapmayın, yardım etmek için çok küçüksünüz. Biz yardım gönderiyoruz”. Herhalde bu yardımların asla gelmediğini söylemekle spoiler vermiş sayılmam; mültecilerle dolu gemilerin göz göre göre battığını, göçmenlerin ölüme terk edildiğini zaten haberlerden sürekli okuyoruz.
Sonuç olarak mültecilere yardım etmek isteyen herkesin önünde bir engel var. Kimisi işi sebebiyle yapamıyor, kimisi müdahale yasağından korkuyor. Rike gibi bu engelleri aşanların önünde ise yeni bir engel var: yardım etmek için çok küçük olmaları. Rike gibi denizde ölüme terk edilen mültecileri kurtarmak isteyen milyonlarca insan var. Fakat buna rağmen bir değişim yaratmak için çok küçük olduğumuz, otoritelere güvenmekten başka çaremizin olmadığı söyleniyor.
Küçük değiliz, fakat bireysel yardımların önüne geçen bir örgütlenmeye muhtacız. Çünkü tek başımıza okyanusta yardım beklersek otoritelerin bize söyleyeceği tek şey yardımın yolda olduğu. Oysa yıllardır gördüğümüz üzere ne dünyada ne de Türkiye’de mülteci düşmanlığına, yoksulluğa, ırkçılığa karşı elimize hiçbir yardım ulaşmadı.
Melike Işık
(Sosyalist İşçi)