“Siyahların hayatı önemlidir” mücadelesinin gündemi belirlediği bugünlerde makalede ABD’de ırkçılığın işlendiği roman tanıtılıyor.
Doğru değil bu Atticus, dedi Jem.
Evet oğlum, doğru değil.
Bu satırlar, on iki yaşındaki Jem ve babasının ırkçılığa karşı isyanıdır. Suçsuz bir insanın mahkûm edilmesi doğru değildir; bir insana renginden, ırkından, dininden dolayı ayrımcılık yapılması doğru değildir; bülbülü öldürmek doğru değildir. Sadece derisi siyah olduğu için bir insanı nefessiz bırakarak katletmenin doğruluğundan ise söz etmek bile imkansızdır. Bu, düpedüz vahşilik. George Floyd’un katli sistematik ırkçılığın geldiği son noktadır, dünya ırkçılık tarihinin kırılma noktasıdır.
Amerika’da kölelik, 1865’te kağıt üzerinde kaldırıldı ama ayrımcılık, ırkçılık devam etti. Siyahlar oy kullanamadılar, beyazlarla aynı kiliseye-okula gidemediler, otobüslerde oturdukları yerler ayrıldı ve daha niceleri. 1900’lü yıllar, siyahların beyazlarla eşit haklara sahip olma mücadeleleriyle geçti. Martin Luther King ve Malcolm X 1950’li, 1960’lı yıllarda ayrımcılığa karşı önemli kazanımlar elde etti. Bu kazanımların bedelini maalesef hayatlarıyla ödemek zorunda kaldılar. Harper Lee’nin “Bülbülü Öldürmek” adlı romanının yayımlanması da bu yıllara rastlar. Lee, romanda çocukların gözünden ırkçılığı ele almış, yazdığı bu tek romanla büyük ses getirmişti.
Olaylar, Amerika’nın Alabama eyaletinin Maycomb kasabasında geçer. Scout (Jean Louise) ve ağabeyi Jem, avukatlık yapan babaları Atticus Finch, çocukların bakımına yardımcı olan diğer aile üyesi Calpurnia’yla yaşarlar. Çocukların yaşamı babalarının üstlendiği bir dava nedeniyle değişir. Tom Robinson, beyaz olan Mayella Ewell’e tecavüz suçlamasıyla karşı karşıyadır. Kasabalılar, Atticus’un söz konusu davadaki savunmayı üstlenmesini hiç hoş karşılamazlar çünkü sanık bir “siyah”tır. Bu nedenle hiçbir delil aranmaksızın suçu işlediğine kesin gözüyle bakılır. Atticus ise yapılmaması gereken bir şeyi yapmaktadır, ayrıca hakaret yerine kullanılan “zenci hayranı” olmakla itham edilir. Scout ve Jem okulda, sokakta pek çok kez bu nedenle tepkilere maruz kalırlar.
Roman boyunca Scout ve Jem ırkçılığa dair pek çok şeye tanık olurlar: Yaşlı kadın Dubose’un babalarının siyah birine avukatlık yaptığını söyleyerek hakaret etmesi; Aleksandara halanın Calpurnia’yı evden uzaklaştırmak istemesi, onunla siyahların kilisesine gitmelerini onaylamaması; komşuları Stephanie’nin hayırsever olmasına rağmen siyahlarla ilgili sürekli olumsuz konuşması sayılabilir. En ilginç olanıysa Stephanie’yle Öğretmen Gates’in duruşma salonundan çıkarken “birinin onlara ders vermesi gerektiği, burunlarının çok büyüdüğü, bir gün beyazlarla evlenmek isteyecekleri” hakkındaki konuşmalarıdır. Scout buna çok şaşırır çünkü aynı öğretmen birkaç gün önce Hitlerden nefret ettiğini söylemiştir. Bu, Türkiye’de de George Floyd için üzülenlerin, tepki verenlerin Suriyeliler, Kürtler ve Ermeniler söz konusu olduğunda takındıkları tavrı hatırlatıyor. Oysa vicdan sahibi olmak hiç de zor değil, kitapta baba ve çocukları arasında geçen şu diyalog gibi: “Herkes senin yanıldığını düşünüyor.” “Düşünebilirler. Saygı göstermek gerekir ama başkalarıyla yaşamadan önce kendimle yaşamayı bilmeliyim. Çoğunluğun sesi doğrudur, kuralının dışında yalnızca vicdan kalır.” Atticus çocuklarıyla insanca yaşamak, adalet, empati kurma üzerine sürekli konuşup onları vicdanlı insanlar olarak yetiştirmeye çalışır.
Kendini mesleğine adamış, adalet inancıyla çalışan, iftiraya uğramış siyah birinin savunmasını alan, yüzüne tükürülmesine rağmen davaya devam eden, adaletin farklılıklar üzerine kurulamayacağı noktasından hareket eden bir avukatın varlığı; masum birinin hakkını koruyacağı düşüncesiyle yargıcın Atticus’tan davayı almasını istemesi nasıl bir hukuk sisteminin olması gerektiğine dairken Tom’un önyargılı bir jüri tarafından suçlu bulunması, mahkemede siyahlara üst kat balkonun ayrılması, jüride hiç siyahın bulunmaması da hukuk siteminde olmaması gerekenlere dairdir. Demokrasi ve adalet sistemiyle övünen Amerika, Harper Lee ve Atticus’tan daha mı geri? Evet. Altmışlı yıllardan beri polis şiddeti sorgulanmamış, mahkemelerde de polisler korunmuş. Amerika’da dört yüz yıllık geçmişi olan ırkçılık bugün hâlâ siyahlara yönelik polis şiddetiyle devam ediyor. En son örneği de George Floyd’u katleden polislerin durumu ve Trump’ın tutumu. Irkçılığın tedavisi mümkün. Bunun için başkalarının gözüyle hayata bakmak, vicdanla hareket etmek, dünyayı Marksist ve antikapitalist bir bakış açısıyla değerlendirmek yapılacaklardan birkaçı.
Romanda keşfedilecek çok ayrıntı var: Boo Radley’in gizemi, Ewell ailesinin düşkünlüğü, bülbülü öldürmenin neden günah olduğu, ırkçılıkla mücadele, Scout ve Jem’in maceraları, örnek bir baba olarak Atticus. Romandaki en çarpıcı bölümse jürinin kararını açıkladıktan sonra ikinci kattaki siyahların yaptığıdır. Mahkeme salonundan Avukat Atticus çıkarken tüm siyahlar ayağa kalkmış, aynı balkonda bulunan kızına da “Bayan Jean Louise, ayağa kalkın. Babanız geçiyor.” diye seslenmişler.
Irkçılıkla mücadele onurlu bir mücadeledir. Mücadele hep zor olmuş ama onurlu insanlar bu mücadeleden vazgeçmemiştir. Tıpkı bugün Amerika, İngiltere ve dünyanın birçok yerinde olduğu gibi.
Figen Dayıcık Fırat
(Sosyalist İşçi)