Game of Thrones’un içinin boşaltılması

25.05.2019 - 21:17
Haberi paylaş

Game of Thrones’un önceki sezonlarının özünde yer alan, sınıf toplumunun ve sömürgeciliğin radikal eleştirisinin yerini son zamanlarda bireyselleştirilmiş bir psikoloji anlatısı aldı. Bu anlatının karakteristiklerinden biri Game Of Thrones’un özgün devrimci potansiyelinden duyulan derin korku.

Son derece popüler olan dizinin yapımcıları David Benioff ve D. B. Weiss, ilk beş sezonda George R. R. Martin’in yazdığı kitapları temel aldı, sonraki üç sezonda ise büyük oranda o olmadan devam etti. Bu durum bir başyapıtın çöp adamlarla ifade edilmesine neden oldu. Ortaya çıkan sonucun temel unsurlarında bir sorun yoktu ama hikâyenin derinliği eksikti.

Zeynep Tüfekçi’nin Scientific American bloğunda ifade ettiği gibi, Martin’in –ve örneğin The Wire’ın yaratıcılarının– hikâye anlatıcılığına olan sosyolojik yaklaşımı, kişisel olana odaklanmanın egemen olduğu bir dünyada farklı olarak öne çıkıyor. Bireylerin hayatlarını etkileyen kurumsal ve sosyal güçleri kavradığımız için, onların seçimlerine neyin yön verdiğini daha iyi anlıyoruz. Marx’ın söylediği gibi “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar.”

Hollywood’un destekleme eğiliminde olduğu bireysel psikoloji –Benioff ve Weiss yeni bir Star Wars filmi çekecekler– yüreğimize dokunabilir ama bizi daha bilgili yapmıyor.

Martin 25 bölüm daha çekilmesini istemişti ama yapımcılar sonuca ulaşmak için acele ediyorlardı. Dizinin kontrolünü tamamen ele aldıklarında dramın içini boşalttılar ve sağlam temellere dayanmayan bir olay örgüsü mekanizması olarak sürprizi gereğinden çok kullandılar. Bu durum –spoiler uyarısı– son bölümde Jon Snow’un (Kit Harington) Daenerys Targaryen’ı (Emilia Clarke) öldürdüğündeki gibi, daha önce bin kere gördüğümüz sahnelere neden oldu. O ölmeliydi; Jon onu öldürmek zorundaydı.

Az da olsa bir şaşkınlık yaratmasının tek nedeni, özellikle bir önceki bölümde onun tiranlıkla mücadele eden bir tiran olduğu “ortaya çıkmışken”, bizim “Hayır, Game of Thrones bu kadar bariz bir şey yapmaz” diye düşünmemizdi.

Change.org sitesinde dizinin son sezonunun yeniden çekilmesi için imza veren kitlelerin genel olarak dizinin yazılma şekline itirazı vardı ancak Daenerys’in King’s Landing’i ve şehir halkını yakıp kül etmesinin ardından varsayılan gözden düşmesi, yapımcılara olan öfkeyi arttırdı. King’s Landing’in yakıp yıkılması anlamlı bir dönüm noktasıydı. Fakat onu anlamlı kılan, olayı kişisel bir öfke anı olarak açıklayan yapımcıların sunduğu sebepler değildi.

Daenerys’in adalet ve merhamete dayanan savaşı onun hikâyesinin önemli bir parçasını oluşturuyordu. İlk sezondan bu yana onun yardımsever fikirleri, devrimci belagati ve zincirleri kırması bizi son derece heyecanlandırdı. Ancak aynı zamanda Daenerys’in kendisine karşı çıkanları acımasız katliamlarla cezalandırdığı bir dizi olay vardı. Belki de izleyiciler hatalı insani müdahale felsefesi üzerinden Daenerys’i desteklemeye kapılmışlardı. Sonuçta içinde yaşadığımız dünya bizi çoğunluğun iyiliği için Irak, Afganistan ve Suriye’yi alevler içinde bırakmanın normal olduğuna inanmaya teşvik ediyor.

Daenerys, aceleye getirilmiş ve kötü yazılmış bir süreçte, nefret etmeye teşvik edildiğimiz insanları yakmaktan, halinden anlamaya teşvik edildiğimiz insanları yakmaya doğru evrildi. Yine de Los Angeles Review of Books’ta belirtildiği gibi, Daenerys Taht Oyunu’nun mantığına göre rasyonel bir şekilde davrandı. Kararını etkileyen, onun en kötü dürtülerini kontrol eden danışmanları kaybetmesinden ziyade neredeyse bütün müttefiklerinin sadakatsiz veya ölü olmasıydı. Birinci sezonda Cersei Lannister (Lena Headey) “Ya kazanırsın, ya da ölürsün” demişti. Daenerys bunu pratik ile öğrendi. Mesaj yardımsever kralların veya kraliçelerin olmadığıdır.

Dizi, izleyicileri aceleye getirilmiş final bölümünden, Daenerys’i harekete geçirenin ani bir “çılgınlık” olduğu sonucunu çıkarmalarını teşvik etti. Oysa Martin bizim dünyamıza benzeyen bir dünya tasvir etmişti. Peki, ejderhalarımız yok ama onlardan çok daha kötü yok edici güçlerimiz var. ABD Başkanı Harry Truman’ın Hiroşima ve Nagazaki’ye nükleer bombaları çılgınlık nedeniyle attığını kim düşünebilir? Bu emperyalistler arası savaşın sonucuydu. İnsanlar böylesi şiddetli ve görünüşte irrasyonel eylemlere iten sınıflı toplum ve emperyalizmdir.

Game of Thrones’un sonundan heyecanlanan birilerini bulmak zor. En hevesli olanlar olanların makul bir şekilde toparlandığını söyleyecektir. Tyrion’un (Peter Dinklage) nihai siyasal uzlaşma için söylediği gibi “Kimse çok mutlu değil”. Sadece bu kadar; bireysel olana odaklanılmasına rağmen, ortaya çıkan ürün size bir şey hissettirmiyor. Dizi kapsamlı sosyal eleştiriden koparıldı ve daha önceki sezonlarda insanların hayatlarını nasıl harap ettiğini göstermek için çok uğraştığı statükonun daha yumuşak bir versiyonunu dayatmaya çalıştı.

Simon Guy 

(Socialist Review'daki İngilizce orijinalinden çeviren Onur Devrim)

Bültene kayıt ol