14 Şubat’ın ilk saatlerini sinir, öfke ve nefret içinde uyku tutmayarak “kutladım”. Sevgiliden gelecek hediyeyi değil, Özgecan’ı düşündüm. Onun evine gitmek üzere bindiği minibüste tecavüzcü bir katille yalnız kalışını, yaşadığı ilk gerilimi, çaresizliğini.
Minibüsün evinin yoluna değil başka bir yola saptığı ilk an kalbini ağzında hissedişini. Belki yalvarışını. “Tekrar evimde olabilecek miyim, bir mucize olacak mı, biri bana yardım edecek mi, kurtulacak mıyım?” diye son ana kadar umuşunu. Bütün konuşulmuş olabilecekleri, bütün düşünülmüş olabilecekleri... Gözlerimde, kalbimde ve tüm bedenimde aynı korkuyu, çaresizliği, yardım umudunu duyumsayarak.
Özgecan’ın 20 yaşında, sadece evine gitmek isteyen masum gencecik bir kadın oluşu, öfkemizi onun yerinde olması çok mümkün başka bir kadını hikayenin kurbanı olarak düşünsek arttırır mı? Kurbana üzülmek için kriterleriniz değişebilir, ama katile duyacağımız öfke ve nefreti değiştirmemeli. Çünkü hiçbir bahanesi olmadan, her kadın Özgecan’ın yerini alabilir; aldı; korkarak söylemek mümkün ki alacak.
Minibüste kalan son kişi olmanın yaşattığı gerginliği biliyorum. Gözlerimizi bir kere bile şoför koltuğundaki erkekle kesiştirmemek için camdan dışarıya endişeyle bakarken, kulağımızdaki kulaklığın sesini yükseltip “Bitsin şu yol” diye beklerken hepimiz her gün Özgecan’ız işte.
On sene kadar önce bir arkadaşımla son otobüsü kaçırmış, öğrencisi olduğumuz fakültenin kampüsünde sabahlamaya karar vermiştik. Kızılay’dan Cebeciye kadar yürüdüğümüz yol boyunca istisnasız tacize maruz kalmıştık. Kurtuluş Parkı’ndan geçerken bir tanesi, boyu olayın gidişatına asla etki etmeyecek olan eteğimin altından ellerini sokarak taciz ettiğinde, tek silahım küçüklüğümden beri inanılmaz desibellere ulaşabilen avazım olmuştu. Velhasıl, tacizci yolun karşısına doğru kendini atarak bize dönüp kıs kıs gülmeye başladı. İşte o an fark ettim ki, niyeti bir kadının teşhir ettiği bir şeyin üzerine tahrik olmasıyla yaşamak istediği herhangi berbat bir şey değildi, niyeti bir kadına o berbat anı yaşatmak ve ardından verdiği rahatsızlığın keyfiyle kıs kıs gülmekti. Bu ikinci andı yaşamak istediği. Sabaha kadar rezalet ellerini hissetmeye devam edecektim. Yolun devamında yanımızdan yürüyüp bize aldırmadan geçip giden iki adamın arkasından “Siz ne mübarek insanlarsınız!” diye seslenmek isteyecek kadar çok tacize uğramıştık. Bir-iki sapkın değildi yani taciz eden. Ne o gün o saatte o adamları tacizci kılan, ne Özgecan’ı öldüren üç ayrı adamı o an o iğrenç eyleme iten, ne küçük yaşta bir kıza sırayla tecavüz eden bir köy dolusu erkeğin “bahanesi” olan ortak nokta, akıl almayacak bir tesadüf eseri sapkınlık, hastalık falan olabilir. Ortak nokta, sadece erkek olmalarıdır.
Özgecan’a dair haber ve paylaşım altlarındaki yorumları okurken bir kez daha canım yandı. Yaşanan olayın acısı içini kavuran pek çok insan, yine ana avrat küfürlere, Özgecan’ın yaşadığı tecavüzün aynısının katillere yaşatılması hayaline sarılmıştı. Öfkeyi anlıyorum, ancak Özgecan’ı katleden bu erkeklik algısının ta kendisi. Cinsellik ile cezalandırmayı, tehdidi, öfkeyi, tahrik olunca saldırmayı kendine hak gören o şey, erkek egemen zihniyetten başka bir şey değil, başka yerde boşuna aramayın o yüzden. Bahaneleriniz farklı, ama yönteminiz aynı. Bu yöntem, bu araç var olduğu sürece, kadınlar sırayla tacize, tecavüze, katliamlara maruz kalacak. Erkeklerin bir kısmı aynı araçla başka erkekleri cezalandırmak isterken, bazı erkekler de kadınlara tecavüz etmeye devam edecek. Ve biz hangi erkeğin ne olduğunu, hangisinin sokakta da fail, hangisinin “sadece” evinde karısının kızının karşısında fail olduğunu bilmeden hepinizden korkmaya, kaygı içinde yaşamaya ve egemenliğinize kurban edilerek ölmeye devam edeceğiz.
Bunun örneğine yine dün Özgecan’ın katledilişinden haberdar olmadan hemen önce bir TV dizisinde denk geldim. Dizinin adını da vereyim “Asla Vazgeçmem”. İki adam, bir kadına ıssız bir yerde tecavüze yeltenirken; kadını kurtaran başka bir adam, kadın kendisinden uzak durmasını isterken onu zorla, ite kaka arabasına bindirip ıssız yerden kurtarıyor. “Ne yapsaydı, bıraksa mıydı o ıssız yolda kadıncağızı?” demeyin, zorla, gerekirse şiddet kullanarak, yine aynı erkekliğin yöntemleriyle kadını kurtarma görevini yerine getirmesi için o sahneyi yazan senaristin göstermeye çalıştığı şey bu söylediğimden başkası değil. O sahne o kadını zorla kurtaracak, muktedir olan erkekliği kutsamak için yazılıyor. Dizinin ilerleyen dakikalarında bu ikinci “yiğit” erkek, kendi oğlundan söz vermesini isterken “Erkek sözü ver.” diyor; çünkü tutulacak sözlerin gücü erkekliğin bir takım niteliklerinden mütevellittir. Senaristimizin hangi batakta olduğu çok açık değil mi?
Bu sene bugünü, 14 Şubat’ı, Özgecan’a yapılanı unutmadan geçirin. Bu sene sizin heteronormatif ilişkilerinizin dışında kalan başka kadınlar, erkekler ve trans bireylerin hikayelerine bir kere kulak verin. Erkek egemen ve homofobik zihniyetin katlettiği trans bireylerin acısını da Özgecan’ın acısına ekleyin ki dönüp öfkeleneceğiniz failin aynı olduğunu göreceksiniz. Bu ricam “Sevgilinize tek taş alın.” diyen reklamların hitap ettiği kitleye yani erkekleredir. Biz sizden hediye falan istemiyoruz. O tek taşı parmağımıza geçirip huzurla, endişesiz çıkabileceğimiz bir sokak yok. Hediye edeceğiniz kıyafetleri üzerimize geçirdiğimizde birilerini “tahrik etmek” suçlamasından kurtulamıyoruz. Alacağınız hiçbir hediye bizi mutlu etmeyecek, para verip alacağınız hiçbir hediye bizi aşkı doya doya yaşayacak kadar özgür kılmayacak. Öyleyse, bu sene bize bambaşka bir hediye verin, bu sene sevdiğiniz kadın için içinizdeki erkeği öldürün.
Özge Işıkcı
(Kaos GL)