“Bu yazıda sınırlı bir kısmını özetleyerek aktardığımız araştırmamız, yerinden yurdundan edilmiş, dilsizleştirilmiş mülteci kadınların bir kez de medya eliyle şiddete uğratıldığını gösteriyor.”
Polisiye romanlarda bir cinayet tasviri nasıl yapılırsa öyle tasvir edilerek yansımak gazete haberlerine… Üstelik ölürken, tecavüze uğrarken, satılırken, fuhuşa sürüklenirken ya da kuma olarak verilirken bütün bunların sorumlusu olarak da çerçevelenmek… Suçu işlemek de bu suçtan zarar görmek de Suriyeli mülteci kadınların yetenekleri olsa gerek.
Bu satırları kaleme alırken 8 Nisan 2017 tarihli basına yansıyan haberlerden İzmir Torbalı’da naylon barakalarda hayata tutunmaya çalışan Suriyelilerin linç girişimine maruz kaldığını ve zaten insani olmayan bu naylon çadırlardan bile sökülüp atıldıklarını okuyoruz. 500 Suriyeli tahliye ediliyormuş, istenmiyormuş…
Ensar-muhacir söylemi geliyor akla ve zulmün öteki adına dönüşüyor bu söylem… Hal böyleyken daha kırılgan konumda olan kadın ve çocukların yaşadıkları zorluklar ve kadın olmalarına eklenen çoklu hak ihlalleri öngörülemez değil. Fakat gazetelerin savaşın mağdurları olarak “görmediği”, yok saydığı ve dolgu malzemesi olarak kullandığı kadın mültecilerin haberlerde ancak kriminal olayların konusu olarak ve estetize edilmiş bir şiddet diliyle yer bulduklarını bir kez daha tespit etmeyi, bu kadınlara karşı etik bir yükümlülük olarak görüyoruz.
Bu nedenle, tam da bu kadınlar ve çocukları, sığındıkları ve evleri bildikleri çadırlardan sökülüp bir kez daha bilinmeze sürgün edilirlerken Suriyeli mülteci kadınların anaakım basında nasıl haberleştirildiklerini araştırdığımız bir çalışmanın[1] sonuçlarından söz etmek istiyoruz.
Mülteci kadınların görünmezliği ve adlandırıl(a)maması
Araştırmamızın ilk bulgularından birisi, kadınlara çok sınırlı ve çoğunlukla magazin sayfalarında yer ayırdığını bugüne kadar yürütülmüş çalışmalardan bildiğimiz anaakım basının, söz konusu mülteci kadınlar olduğunda, neredeyse onları hiç görmemeyi yeğlediği, gördüğünde ise nasıl adlandıracağını bilemediği oldu.
2011- 2015 yılları arasındaki beş yıllık bir süreçte tüm sayılarını incelediğimiz beş ulusal gazetede[2] mülteci kadınlarla ilgili toplam 142 habere ulaşabildik.
Bu sayının azlığı, bize aslında Suriyeli mültecilere sınırlı bir ilgi gösteren ve çoğunlukla suç ve şiddetle ilişkili olarak, göç yollarında öldüklerinde ya da sayılarının kaça ulaştığı ve bugüne kadar ne kadar para harcandığının bilgisi eşliğinde nesneleştirilerek yer veren ana akım basın için kadın mültecilerin haber değerinin de son derece sınırlı olduğunu göstermekteydi. Öyle ki, daha önce yapmış olduğumuz bir araştırmada 2011-2014 yılları arasında üç ulusal gazetede Suriyeli mültecilerle ilgili toplam 1022 haber tespit etmiştik[3].
Gazete sayısını ve incelediğimiz süreyi genişletmemize rağmen, Suriyeli mültecilerin konu edildiği haberler içinde mülteci kadınlara yüzde 10’dan biraz fazla yer ayırılmış olması bize savaşın ve göçün sonuçlarını çocuklarla birlikte en acı biçimde yaşayan kadınların içinde bulundukları çaresizliğin ve maruz kaldıkları ayrımcılığın geçen beş yılı aşan süre içinde neden hala bu kadar derin olduğu konusunda da bir şeyler söylüyor.
Öncelikle, Suriyeli mülteci kadınların gazetelerin haber gündemine girebildikleri az sayıda haberde “adlandırılamadıklarını” tespit ettik. 142 haber içinde yalnızca 1 haberin başlığında ve 8 haberin metninde “Suriyeli mülteci” adlandırması kullanılmıştı; geriye kalan 134 haberde fiili olarak mülteci olan ancak yasal olarak bu konumları kabul edilmeyen kadınlar “Suriyeli” ya da “Suriyeli kadın/anne/gelin/kız” adlandırmasıyla anılmaktaydı. Bu “adını koyamama” hali, kuşkusuz hükümetin mülteci politikasındaki tutarsızlıklarla ilişkili bir durum olarak da değerlendirilebilir. Zira ilk geldiklerinde resmi ağızdan “misafir”, daha sonra “sığınmacı” ve “geçici koruma statüsündekiler” olarak anılan mültecilerin Türkiye’deki konumlarına ilişkin bilinçli bir “belirsizleştirme” politikası izlendiğini düşünmekteyiz. Basın da onları sadece Suriyeli ve/veya Suriyeli kadın olarak adlandırma yoluyla bu adını koymama politikasına destek oluyor gibi görünüyor.
Cinayet, fuhuş, tecavüz, evlilik ve kumalık hikâyeleri
Gazetelerin sayfalarında hangi konuyla ilişkili olarak yer bulduklarına baktığımızda, savaş mağduru bu kadınların zorlu yaşam koşulları, karşı karşıya kaldıkları barınma, sağlık, işsizlik, yoksulluk, çocuklarının eğitimi gibi sorunlar veya hak talepleri ile değil, cinayet, fuhuş, tecavüz gibi kriminal vakalarda ya da yasadışı evlilikler (kumalık) nedeniyle haber gündemine girebildiklerini gördük. İncelediğimiz 5 yıllık süre içinde, mülteci kadınların zorlu yaşam koşullarını konu edinen yalnızca 7 haber tespit edebildik.
Buna karşılık, en çok “öldüklerinde” ya da “öldürüldüklerinde” (toplamda 40 haberde); ya da bir suç işlediklerinde (toplamda 38 haberde) haberlere konu olabiliyorlardı. Bu haberlerde, çoğunlukla mağdur kadınları da kriminalize eden, maruz kaldıkları şiddeti pornografikleştirerek aktaran, bunu yaparken kadınların ya da yakınlarının adını ve soyadını çoğunlukla açık biçimde vermekten kaçınmayan bir dil yeğlenmekteydi. Failin adı ise eğer kendisi de mülteci değilse ya kodlanmakta ya da hiç verilmemekteydi.
Örneğin, Hürriyet’in 3 Mart 2015 tarihli “Tecavüze uğradı, ölümle tehdit edince ailesi düşük yaptırdığı bebeği gömdü”[4] başlıklı haberinde tecavüzcünün soyadı kodlanırken tecavüze uğrayan kadının, annesinin ve kız kardeşinin adı ve soyadı açıkça verilmişti. Mültecilerin kişilik haklarını ve mağdurun kimliğinin gizlenmesine yönelik gazetecilik etik kodlarını yok sayan bu haberde, yalnızca tecavüzcünün masumiyet karinesi gözetilmekteydi. Haberde tecavüze uğrayan kadının “ailesinin dul olan ferdi” nitelemesiyle anılması ise, adeta tecavüzü masumlaştıran ya da hafifleten bir gerekçe olarak karşımıza çıkmaktaydı.
Diğer yandan, haberlerde kadınların nasıl öldürüldüğünün bilgisi adeta polisiye bir hikâyenin unsurları olarak ayrıntılandırılıyor ve cesedin kısmen buzlanmış görüntüsü eşliğinde veriliyordu. Ayrıca cinayetlere veya şiddete kadınların “Suriye’deki eşi ve çocuklarının yanına dönmek” istememesi, fuhuş yapması/yaptırması ya da başka bir erkekle ilişki yaşaması gibi gerekçeler sunularak ana akım basının kadına yönelik şiddet haberlerindeki hafifleştirici sebepler sunma alışkanlığı, söz konusu mülteci kadınlar olduğunda neredeyse bir refleks olarak sürdürülmekteydi.
Tehdit algısının yeniden inşası ve suçla ilişkilendirme
Öldürülmediklerinde veya tecavüze uğramadıklarında ise Suriyeli kadın mültecilerin gazetelerin haber gündemine girebilmeleri, ancak bir suçla ilişkilendirildiklerinde mümkün olabiliyor, sevgilisiyle birlik olup kocasını öldüren, hırsızlık, dolandırıcılık, gasp, dilencilik yapan, kendi kızlarını pazarlayan Suriyeli kadınlardan söz ediliyordu. Nitekim tespit ettiğimiz 142 haber 27’sinde fuhuş, 11’inde hırsızlık, kapkaç, dilencilik, dolandırıcılık vb fiiller ve 10 haberde de çocuğa kötü muamele nedeniyle bu kadınlardan söz edilmekteydi.
Bu haberlerde kimi zaman kadınların zorlu hayat koşulları nedeniyle fuhuş yapmaya mecbur bırakıldıklarına ya da başkaları tarafından kandırıldıklarına değinilse de, fuhuş operasyonlarının ve operasyonlarda kaç kadının yakalandığı ve operasyona kaç polisin katıldığı anlatısının art alanında, bu kadınların daha önce de aynı suçtan kayıtlarının bulunduğu, kendi kızlarını, yakınlarını fuhşa zorladıkları bilgisi yer almaktaydı.
Anneler ve kumalar olarak mülteci kadınlar
İncelediğimiz haberler içinde, bebeğini terk eden ya da para ile satan, çocuğuna kötü muamele eden annelerin “şeytanlaştırıldığı” 10 haberin yanı sıra, Suriyeli mülteci kadınların çocukları için yaptıkları fedakârlıklarla konu olduğu 7 habere rastladık.
Kim olduklarına, kendi ülkelerinde nasıl yaşadıklarına, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadıklarına, bir işte çalışıp çalışmadıklarına dair neredeyse hiçbir bilginin aktarılmadığı mülteci kadınlar, içinde bulundukları zor koşullara rağmen ataerkil normların “annelik” konumuna yüklediği fedakârlık rolü ile ilişkilendikleri ölçüde ve “acılı anne”, “fedakâr anne”, “Suriyeli anne”, “çaresiz anne” tamlamasının eşliğinde gazetelerin sayfalarında olumlu bir yer bulabiliyorlardı.
Diğer yandan, kumalık ya da para karşılığı evlilik de, mülteci kadınlarla ilgili haberlerde karşımıza çıkan konular arasında idi. 7 haberde bu kadınların Türkiye’de yaptıkları evlilik, 22 haberde ise kumalık ya da para karşılığı evlenme sorunu ele alınmıştı.
Bu haberlerin bir kısmında para karşılığı evlilik yapmak zorunda bırakılan kadınların mağduriyetinden söz edilmişse de çoğunda kocaları Suriyeli bir kadınla evlenen Türk kadınların yaşadığı mağduriyet vurgulanmaktaydı. Kadınların para karşılığı ikinci, üçüncü, dördüncü eş olarak evlendiklerine (ve bunu ailelerini kurtarmak adına kendi rızalarıyla yaptıklarına) dair haberlere beş gazetede de rastladık. Bu haberlerde Suriyeli kadınların Türkiye’yi Avrupa gibi gördüğü ve bu nedenle evliliği daha iyi bir yaşam için kendilerinin istediklerinden, onlar için evliliğin bir kurtuluş olduğundan da, Türk erkekleri için Suriyeli bir kadın almanın maliyetinin ne kadar olduğundan da söz ediliyordu.[5]
Burada sınırlı bir kısmını özetleyerek aktardığımız bu araştırma, yerinden yurdundan edilmiş, dilsizleştirilmiş mülteci kadınların bir kez de medya eliyle şiddete uğratıldığını gösteriyor.
Basının mülteci kadınların içinde bulundukları gerçekliği anlamlandırma biçiminin, bu kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunların ve istismarın bir parçasını oluşturduğunu düşünüyoruz.
Bu görme biçimi ile okura sunulan hikâyenin üzerini örttüğü gerçeklik, savaş nedeniyle yerlerinden edilen bu kadınların sığındıkları ülkedeki hayatta kalma mücadelesi. Basın, mültecilerle ilgili haberlerinde geleneksel haber değeri atfetme süreçlerinden ve haber yazım pratiklerinden vazgeçerek bu mücadelenin görünür kılınmasına aracılık edecek, hak temelli bir habercilik anlayışı geliştiremediği sürece, Torbalı’dakine benzer ve geçmişte de örneklerini gördüğümüz linç girişimlerinde karşımıza çıkan “şiddet” ve “insanlık yitimi”, ne yazık ki hayatımızın başka alanlarını da zehirlemeye devam edecek gibi görünüyor… (ÜD-HK/HK)
[1] Bu çalışma “Hak Temelli Bakış Açısının Yokluğu ve Ayrımcı Söylemler Açısından Gazete Haberlerinde Mülteci Kadınlar” başlığı altında Yasemin İnceoğlu ve Savaş Çoban’ın derlediği Haber Okumaları (İletişim Yayınları, 2017) isimli kitapta yayınlandı.
[2] Bu gazeteleri incelediğimiz dönem içindeki tirajlarına göre belirlediğimiz Zaman, Posta, Hürriyet, Sabah, Sözcü idi.
[3] Ülkü Doğanay ve Hatice Çoban Keneş, “Yazılı Basında Suriyeli ‘Mülteciler’: Ayrımcı Söylemlerin Rasyonel ve Duygusal Gerekçelerinin İnşası”, Mülkiye Dergisi. 40 (1), 2016).
[4] hurriyet.com.tr
[5] hurriyet.com.tr; sozcu.com.tr
(bianet’ten Prof. Dr. Ülkü Doğanay ve Hatice Çoban Keleş’in çalışması)