Kadın kurtuluş hareketi içerisindeki temel tartışmalardan birisi sosyalizmin kadının kurtuluşu anlamına gelip gelmeyeceğidir. 1917 devriminin ardından kadınların Rusya’da elde ettikleri kazanımlar ve bunların kaybediliş süreci bu tartışma için en iyi örneği oluşturuyor.
1917 devrimi nüfusunun beşte dördü köylü olan, Çarlığın ve kilisenin ağır baskıcı geleneklerinin hüküm sürdüğü, kadınların işgücüne katılım ve okuma yazma oranlarının son derece düşük olduğu bir toplumda gerçekleşti. Ancak devrim sürecinde işsi sınıfının bütünüyle beraber işçi kadınların hareketi de doruk noktasına ulaştı.
1917 devrimi kadının kurtuluşu yolunda o güne değin yaşanmış en ileri adımları atmayı başardı. Genç işçi devletinin çıkardığı ilk yasalar arasında kadınlarla ilgili yasalar vardı. İşçilerin Rusya’sı kadınların oy kullanma hakkına sahip oldukları ilk ülkeydi.
Devrimden altı hafta sonra evlilik üzerine çıkarılan yasa ile kilise evliliğine son verildi. Kısa bir süre sonra da karı ve kocanın, evlilik içi ve dışı çocukların hak eşitliği yasal güvenceye alındı.
Aralık 1917 yasası boşanma işlemini son derece kolaylaştırdı. İki kişinin de istediği durumlarda mahkemeye gitmek gerekmiyordu. Tek kişi istediğinde ise koşullar aranmıyor, tanıklar çağırılmıyor, boşanma toplumsal bir facia olmaktan çıkarılıyordu. Soyadı kanunu ise soyadının istendiği gibi seçilmesine karar verildi. Troçki bu yasaya göre karısının soyadını seçti. Oğulları da bu ismi kullandı.
Zina, eşcinsel ilişkiler suç olmaktan çıkarıldı.
1920’de kürtaj hakkı ve parasız kürtaj hizmetlerinin, doğum kontrol parasız dağıtımının yasallaştırılmasıyla Sovyet Cumhuriyeti dünyada kürtajı yasalaştıran ilk ülke oldu. Eşit ücret ve çalışma hakkı, ücretli annelik izni kabul edildi.
Ancak tek başına yasalar kadının özgürleşmesini sağlayamazdı. Kadının ikincil konumunun kaynağı olan ailenin ekonomik temellerinin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Miras hakkı, kadına tek eşli ailenin dayatılmasının önemli nedenlerinden biriydi. Mirasın ortadan kaldırılması ve devlete devredilmesi ailenin bu işlevini ortadan kaldırıyordu.
Ama ailenin bir başka işlevi daha vardı. İşçilerin bakımı, dinlenmesi, doyurulması ve yeni iş gününe hazırlanması, gelecek kuşak işgücünün yetiştirilmesi işi ailenin yani kadının üzerindeydi.
Bu hizmetleri toplumsallaştırmadan kadını ev işinin biteviye döngüsünden kurtarmak mümkün değildi. Komünal lokantalar, 24 saat çalışan kreşler, yeni annelere bakım evleri, tamirciler, çamaşırhaneler, toplu konutlar vb. ile bu sorunlara karşı savaş açıldı.
Kolontay, 1923’te basılan Ekonomik Gelişmede Kadınların Emeği adlı kitabında bu gelişmeleri şöyle anlatıyor:
“… Petrograd’da 1919-1920 arasında kent nüfusunun yaklaşık %90’ı komünal lokantalarda beslendi. Moskova’da nüfusun %60’dan fazlası beslenme salonlarına kayıtlı… Mutfağı evlilikten ayırmak kadınların tarihinde devletle kilisenin ayrılması kadar önemli bir reform…
İşçi Cumhuriyeti’nin yarattığı yeni konut koşulları da kadınların hayat şartlarını değiştirmekte önemli rol oynadılar. Hostellerin, ailelerin ve özellikle tek başına yaşayan insanlar için komünal konutların sayısı hızla artıyor…
Komünal evler daima özel evlerden daha üstün durumdalar. Aydınlatma ve ısıtmaya sahipler, sürekli sıcak su ve merkezi bir mutfakları var, profesyonel hizmetçiler tarafından temizleniyorlar, bazılarının merkezi çamaşırhanesi bazılarının kreşleri var…
Farklı zevklere göre düzenlenmiş farklı tipteki komünal evlerin çoğalmasıyla beraber aile evleri kaçınılmaz bir şekilde doğal bir ölümle karşılaşacaklar… bir tüketim birimi olmaktan çıktığında ailenin şu anki haliyle varlığını sürdürmesi imkansızlaşacak. ”
Bütün bu çabalar on milyonlarca kadın politize edilmeden ve işçi hükümetinin yanına kazanılmadan başarıya ulaşamazdı. Devrimden sonraki ilk kadın konferansı Kasım 1917’de toplandı.
Bir yıl sonra Bolşevik Partisi birinci Bütün Rusya Çalışan Kadınlar Kongresi toplandı. Kongre, kadınları Sovyet iktidarının yanına kazanmak, kadınların partiye, sendikalara ve hükümete katılımını teşvik etmek, ev içi kölelik ve çifte standartlı ahlakçılıkla savaşmak, kadın emeğini ve annelik haklarını korumak amaçları taşıyordu.
Bolşevik Partisi Kadınlar Arasında Ajitasyon ve Propaganda Komisyonu, partinin kadın seksiyonu haline getirildi. Zhenotdel adlı bu yapı Komünist Kadın başlıklı bir yayın çıkarmaya başladı. Zhenotdel’in temel örgütlenme birimi İşçi ve Köylü Kadınların Temsilcileri Konferansı’ydı. Konferans kendine model olarak sovyetleri alıyordu. Her beş işçi kadın bir tane, her 25 köylü kadın da bir tane delege seçiyordu. 1923 yılında katılan delege sayısı 58 bin olarak tespit edildi.
Sosyalizmin kadının kurtuluşu anlamına gelmeyeceğini öne sürenler, daha sonraki yıllarda kadın haklarının kaybedilmesini erkeklerden bağımsız bir kadın örgütünün olmamasına bağlarlar. Bu argüman yanlıştır. Birincisi kadın örgütleri vardı ve bu örgütler üyelerinin ne yazık ki sadece %7,4’ü kadın olan Bolşevik Partisi tarafından kurulup desteklenmekteydi.
İkinci ve daha önemli olanı ise kadınların haklarını kaybettikleri süreç, işçi sınıfının bütünün grev ve sendikal özgürlükleri de dâhil her türlü hakkını kaybettiği bir karşı devrim sürecidir. 14 emperyalist ordunun işçi devletini yok etmeye çalıştığı, işçi sınıfının yarısının savaşta öldüğü, geri kalanların ise açlıktan çalışamaz durumda olduğu koşullarda demokratik kazanımlardan atılan geri adımlardan söz etmek ne kadar ikna edici ise, o günün koşullarında kadının özgürleşme mücadelesindeki geri adımlar ve yenilgiyi de kadınların erkek işçilere karşı örgütlenerek haklarını koruyamadıkları, işçi devletinin zaten doğası gereği cinsiyetçi olduğu (çoğunluğu erkeklerden oluştuğu için) üzerinden söylemek o kadar ikna edicidir.
Betül Genç
(Sosyalist İşçi)