Geçtiğimiz günlerde İlahiyat fakültesinde okuyan bir arkadaşımla konuşma fırsatı buldum. Anlattıkları beni o kadar üzdü ki, bu yazıyı yazma sorumluluğunu hissettim kendimde.
Arkadaşımın anlattıklarına göre, fakültede bu yıl öğrencilerin istediğiyle sınıflar kadın ve erkek olarak ayrılmış. Ayrıca Kuran hocaları aşağılayıcı ve ayrımcı bir dille öğrencilerine ‘’kadınların hiçbir şey anlamadığını, okumamaları gerektiğini’’ söylerken ‘’dersine girdiği kadın öğrencilerin sadece ikisiyle evlenilebileceğini, gerisinin işe yaramaz olduğunu’’ hiç çekinmeden ve maalesef kadın veya erkek herhangi bir öğrenciden tepki görmeden öğrencilerine söyleyebilme cesaretini kendisinde buluyormuş.
Şimdi kendinizi bizzat Kur’an hocası tarafından yarım ve eksik addedilen İlahiyat öğrencisi bir kadın olarak düşünün. Tüm hayatınızı üzerine inşa ettiğiniz dini inancınızın size biçtiği rolü, bir Kur’an hocasından bu şekilde öğreniyorsunuz ve kabul ediyorsunuz. Müslüman kadınların bu içselleştirilmiş ikincilleştirilme süreci maalesef bir çoğumuz için çok daha erken yaşlarda başlıyor. Daha küçük yaşlardan itibaren, eğer muhafazakâr bir ailede büyüyorsanız, din adı altında size dayatılan birtakım yasaklarla hayatınıza yön vermeye itiliyorsunuz. Bisiklet sürmenin günah olduğundan tutun da evine ve erkeğine hizmet etmenin en büyük sevap olarak kabul edilmesine kadar, bu ataerkil söylemler silsilesi hayatımızın her alanını kuşatıyor.
Şüphesiz, Müslüman olsun olmasın her kadına küçüklükten itibaren ‘’görevleri’’ toplum tarafından öğretiliyor ancak Müslüman kadınlarda bu durum, İslam dininin bir gerekliliği olarak anlatılıyor. Ve dini inancı hayatında önemli bir yere sahip olan kadın, inancına aykırı hareket etmemek için sorgulamadan bu söylemlere itaate zorlanıyor. Yaşadığı fanusun dışında kalanların ne kadar günahkâr ve kendisinin aslında ne kadar şanslı olduğu avuntusuyla kendini tatmin etmeye çalışıyor.
Şüphesiz bu döngüyü bazılarımız kırabilmeyi başarıyor. Ve bunu yaparken çevrenden dışlanmayla, hakaret ve yaftalamalarla mücadele etmeyi göze alman gerekiyor. Müslüman bir feminist olarak, bu bilinci geliştirmek adeta kendinle, çevrenle ve tüm hayatın boyunca içselleştirdiğin dayatmalarla yüzleşmek anlamına geliyor. Bu süreçte okuyup tartışabileceğimiz, ortak deneyimlerimizi paylaşabileceğimiz ve birbirimize destek olacağımız alanlara çok ihtiyacımız var. Özellikle ilahiyat fakülteleri bu konuda çok önemli; çünkü dinin ataerkilliğinin eleştirisini yaparak kaynakların ve söylemlerin feminist bir bakışla yeniden ele alınmasına ihtiyacımız var. Ancak şunu da belirtmek gerek ‘’başörtülü kadınlar’’ kurtarılması ve bilinçlendirilmesi gereken nesneler değiller. Bizler özneyiz ve kendi hayatlarımızda söz sahibi olmak istiyoruz. Bu şekilde, eşit kadınlar olarak bir arada olduğumuzda, bizi ayrıştıran politik farklılıkların aslında ne kadar yapay olduğunu ve kadınların günümüz siyasal İslamcılığında sadece muhafazakâr ideolojinin bir taşıyıcısı olarak konumlandırıldığını fark edeceğiz.
Ataerkil düzenden gelen erkeklik ayrıcalıklarını İslam kisvesi altında Müslüman kadınlara dayatmaya çalışan sözüm ona dindar erkekler, midemi bulandırıyorsunuz. Müslüman kadınlar sizin iktidarınızı güçlendirmeye yarayan araçlar değiller. Biz Müslüman kadınlar size karşı mücadele edeceğiz, hayatlarımızı savunacağız. Politik, ekonomik, sosyal her alanda biz de varız. Buradayız!
Hale Günay