(8 Mart dosyası) Kadın cinayetleri politiktir

05.03.2016 - 23:12
Haberi paylaş

“Türk yargı sistemi karnesi, özellikle söz konusu kadına yönelik şiddet olduğunda tam bir felaket. Polisten adli tabibine, savcısından hakimine kadar yargı sisteminde yer alan tüm aktörlerde hakim olan ahlakçı, cinsiyetçi anlayış, kadını koruyan yasaların etkin bir şeklide uygulanmasının önündeki engellerden birini oluşturuyor.”

Kadına yönelik şiddetin en uç noktası olan kadın cinayetleri, özellikle Özgecan cinayeti sonrasında yükselen toplumsal tepkiyle birlikte gündeme taşındı. Neredeyse her gün bir kadın öldürülmeye devam etmesi, kadına yönelik şiddetin, baskı ve ayrımcılığın tüm tepkilere rağmen devamı bazen görünmez bir düşmana karşı bir şey kazanamadığımız bir savaşta olduğumuz hissini uyandırıyor. Peki, gerçekten durum böyle mi hiçbir şey değişmedi mi? kadınlar neden hâlâ öldürülmeye devam ediyor? Cinayetleri nasıl önleyeceğiz? Kimle, nasıl, neye karşı mücadele etmek gerekir? Bu soruların cevaplarını aramaya geçmeden önce Özgecan cinayeti sonrasında yaşanılanları kısaca hatırlayalım.

Özgecan cinayetinden sonra neler oldu?

Yıllardır kadın örgütlerinin gündeminde olan kadın cinayetleri Özgecan’ın öldürülmesiyle birden kamuoyuna mal oldu. Diğer cinayetlerin değil de Özgecan’ın deyim yerindeyse toplumsal infiale yol açmasında gene toplumda egemen olan cinsiyetçi kodların etkili olduğunu söyleyebiliriz. Özgecan “makul bir saatte” okul çıkışı, kız arkadaşıyla birlikte evine dönmeye çalışırken, tecavüz edilerek vahşice öldürüldü. Nükhet Sirman’ın deyimiyle “hiçbir kesim tarafından mağdura atfedilecek “ama/kusur/bahane” bulunamaması bu cinayeti diğerlerinden farklılaştırdı.”

 Geleneksel cinsiyetçi kodlara göre “masum”, “normal” olarak değerlendirilen bir kadının başına gelenler büyük bir öfkeye yolaçtı eylemler kısa sürede tüm Türkiye’ye yayıldı. Erkekler birçok şekilde, özellikle etek giyerek protestolara katıldılar, pek çok yerde kendiliğinden ilk defa şiddete karşı eylemler yapıldı, dizi oyuncuları, futbol takımları, meslek odaları vb. pek çok kesim cinayeti kınadı. Sosyal paylaşım sitesinde 'sen de anlat' başlığı ile yaptığı çağrı bunca yıl susan kadınların çığ gibi büyüyen hikayelerine tanık oldu, kadınlar bir anlamda içlerini döktü, erkekler de bir nebze olsun kadınların yaşadıklarına ortak olmaya çalıştı.

“Kadın cinayetlerine son” dövizlerinin taşındığı gösterilerde, tecavüz, şiddet ve cinayetlerin önlenmesine ilişkin hükumetten daha etkin önlemler alınması talep edildi. Erkek şiddeti, kadın cinayetleri ve yargının cinayet/tecavüz sanıklarına karşı tavrı kamuoyunda tartışma konusu olurken kadın cinayetleri davalarındaki iyi hâl, saygın tutum ve ağır tahrik indirimlerinin kaldırılması talebi yükseltildi. Kadın katillerine daha ağır cezalar verilirse cinayetlerin azalacağı düşüncesinden yola çıkılarak, Özgecan Arslan adı taşıyan bir yasa talebi oluşturuldu.

Bu tepkiler, devlet yetkililerini çeşitli açıklamalar yapmaya adımlar atmaya zorladı. Hükümet yetkililerin bir yandan cinayeti kınayıp diğer yandan normalleştirme çabasını Milli Eğitim Bakanının açıklamasında ifadesini buldu. Nabi Avcı cinayetle ilgili olarak çocuklara cinsiyet eşitliği, şiddet ve demokratik eğitim konusunda müfredatta gereken düzenlemeleri yaptıklarını söyleyerek "Daha da yapmamız gereken şeyler var. Ama ne kadar tedbir alırsanız alın zaman zaman bu tür müessif olaylarla da karşılaşılabiliyor" diye konuştu. Bakanının zaman zaman diyerek sanki tesadüfen yaşandığını ima ettiği cinayetler Türkiye’de hergün yaşanmakta ve son yıllarda bu sayı maalesef giderek artmaktadır. Hükümetin bu baştan savma tavrına başbakanın eşi Sare Davutoğlu da katıldı. Yaptığı açıklamada "Kadına şiddet demek konuyu büyütüyor, kadın cinayeti dedikçe cinayetler artıyor… İnsanlar arasındaki muhabbeti, merhameti, saygıyı arttırmaktır esas olan. Olumsuzu önde tutarak bu sorunu çözemeyeceğimizi aslında hepimiz görmüş olduk. Kadın cinayetleri dedikçe cinayetler neredeyse arttı, bana öyle geliyor. Aileden başlayarak, okullarımızda ve her bir kurumumuzda şiddetin önüne geçecek bir sisteme kavuşmamız lazım." Sare Davutoğlu, Manisa’da asma yaprağı toplamaya giderken geçirdikleri kazada yaşamını yitiren 13 işçi kadının ölümünü de "anne ölümü" olarak değerlendirilmesi gerektiğini savundu.

Yargıda kadın cinayetleri

Türk yargı sistemi karnesi, özellikle söz konusu kadına yönelik şiddet olduğunda tam bir felaket. Polisten adli tabibine, savcısından hakimine kadar yargı sisteminde yer alan tüm aktörlerde hakim olan ahlakçı, cinsiyetçi anlayış, kadını koruyan yasaların etkin bir şeklide uygulanmasının önündeki engellerden birini oluşturuyor. En basiti evde karısını döven bir polisin şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırılmasına ilişkin bir kararın infazında görev alması bu sistemde hiç abes karşılanmıyor.

Herkesin malumu olan bu olumsuzlukların giderilmesinde sorunun muhatabı olan hükümette ise yukardaki alıntılardan da anlaşılacağı sorunun üzerine örten bir tutum hakim. Tüm bunlardan dolayı haklı olarak Özgecan cinayeti sonrasında gelişen toplumsal öfkenin hedefinde yargı sistemi vardı.

Yapılan araştırmalara göre 1134 cinayetin 141’i şiddet, taciz veya tehdit karşısında kadınların güvenlik amacıyla resmi bir kuruma başvurmasına rağmen yaşanmış. 234 cinayet ise devam eden bir ayrılık veya boşanma sürecinde işlenmiş. Yani cinayetlerin 1/3 de kadınlar hayatta iken yargı sistemine bir başvurmuş olmalarına rağmen can güvenliklerini sağlanamadığını gösteriyor. 

Öte yandan şiddet uygulayan erkeklerin az ceza almalarına neden olan indirimler yargıdaki bir başka büyük sorun. Mahkemeler geç saatlerde dışarda kaldığı, evli olmasına rağmen sevişmeyi reddettiği, beyaz tayt giydiği, izin almadan gezmeye gittiği için kadınların haksız bir davranış içinde bulunduğuna ve bu haksız davranışları ile erkek faili hiddet ve şiddete sürüklemiş olduğuna karar veriyor. Bu hiddet ve şiddet altında karısını, sevgilisini, kızını, kardeşini öldüren erkeklere verilen cezalar da indiriliyor. Ya da karısını öldürmüş ama duruşmalara takım elbise giyip kravat takarak katılan erkeğin “iyi hâli” nedeniyle daha az ceza almasına karar veriyor.

Kadın cinayetleri adeta ‘geliyorum’ demesine rağmen yargı sürecinde yeterince ciddiye alınmadığı için gerçekleşiyor. Devlet görevlilerinin tüm süslü laflarına rağmen cinayetlerin işlenmesindeki bu rolünü, sorumluluğunu görünür kılmak, adım atılması sağlamak mücadelemizin en önemli taleplerinden biri olmaya devam edecektir.

Bir yandan kadınları koruyan yasalar etkin bir biçimde uygulanmamaya mahkemeler kadın katillerine, çocuk tecavüzcülerine iyi hâl ve saygınlık indirimi vermeye devam ederken tabloda kadınların verdikleri mücadeleyle ufak da olsa değişikler yaşanmaya başladı. Kadınların yıllarda adliye kapılarında davaları takip etmeleri, yargılama süreçlerine katılma çabaları, basın açıklamalarıyla sorunu gündemde tutması yargıdaki çelişkileri dile getirmesi sayesinde bu kazanım gerçekleşmiştir.

Son dönemde basına yansıyan mahkeme kararlarına ilişkin olarak Bianet’in yaptığı araştırmaya göre, kadın cinayetlerinde, sanıkların %45’i tahrik ve iyi hâl indirimlerinden faydalanmış. Sanıkların % 55’i ise bu indirimlerden yararlandırılmadı. Kadın cinayeti davalarının %65’inde sanıkların %29’u “ağırlaştırılmış müebbet”, %35’i ise “müebbet hapis” cezasına çarptırdı. Özgecan’ın katillerine ise ağırlaştırılmış müebbet i cezası verildi.

Kadın cinayetlerinin bahaneleri: Ayrılma, reddedilme, kıskançlık, namus

Kadın cinayeti davalarında erkeklerin öne sürdüğü bahaneler çeşitlilik göstermekle birlikte en çok dile getirilen “gerekçeler” aldatılma şüphesi, barışma isteğinin reddi, kıskançlık, kadının ayrılma ya da boşanma isteği ve ‘namus ya da töre’...

Yapılan araştırmalar cinayetlerin asıl nedeninin erkeklerin mutlak sahiplik iddiasına karşı kadınların “hayır” demesi ve yaşamları hakkında karar vermek istemelerinin yattığını gösteriyor. “Normal”, “namuslu” gibi kodlarla adlandırılan, kıyafetinin edepli olmasından tutun da gece dışarda dolaşmaması, zamanı gelince çocuk yapması, anne olması gibi bir dizi beklentilerle tasvir edilen bir kadınlık ve karşılığında bunu denetleyen bir erkeklik hâli bizlere dayatılıyor. Devlet eliyle, yasalarla, ayrımcı diliyle, hükümetin kadından çok aile kurumunu önemseyen politikalarıyla çizilen bu rollere karşı koyan kendi hayatları hakkında kendileri karar veren kadınlar bu sefer şiddetle susturulmaya çalışılıyor. 

"Hayır" demeye devam edeceğiz

En son Kayseri’de, 12. sınıf öğrencisi 17 yaşındaki Cansel K.’nın matematik öğretmeni Bayram Ö. tarafından cinsel istismara uğraması sonucunda intihar etmesi, eğitim kurumlarında cinsiyetçi yapılanmayı gözler önüne serdi. Cansel K. yaşadığı cinsel istismarı okul idaresine bildirmesine, okulda baygınlık geçirip ambulans çağrılmasına rağmen okul idaresi bu konuda sessiz kalmayı tercih etti. Konuyu örtme çabaları, çevresinden destek görememesi, yaşadığı ağır travma Cansel’i intihara sürükledi. Bu yüzden bu bir intihar değil kadın cinayettir. “Şiddet, Cinsel Şiddet ve Şiddetin Ruh Sağlığına Etkisi Atölyesi”ne katıldığı için sertifika alan öğretmen Bayram Ö. suçunun ortaya çıkmayacağına belli ki çok güveniyordu. Doğru Cansel intihar etmeseydi kadına yönelik şiddet eğitimi sertifikalarını göstererek övünmeye ve başka kadınları taciz etmeye devam edebilirdi. Çünkü gerek devletin ta başından, okul idaresine, muhtemelen erkek öğretmen arkadaşlarına ya da hergün gazetelere yansıyan erkeklere “iyi hâl” indirimlerine kadar uzanan bir sistem hergün ona hak vermektedir.

Bu olay nedeniyle tıpkı Özgecan’da olduğu gibi resmi yetkililer olayı kınayıp, sonuna kadar takipçisi olacakları söylediler. Ama bu söylemlerinin hiçbir inandırıcılığı yok. İnandırıcı olan ve Bayram Ö. gibileri teşvik ettiği için tehlikeli olan kadınları eve kapatacak kanunlar, torba yasalar çıkarılması, her fırsatta kadınlardan çocuk doğurması istenmesi ‘Gece 3`te sokakta ne işi vardı, mini etek giyiyordu, kız mı kadın mı bilemem’ gibi sözlerin söylenmesi.

Kadınların ancak bir aile kurumunun içinde makbul ya da değerli kabul edildiği cinsiyetçi devlet politikalarına olduğu kadar bu anlayışı meşrulaştıran günlük hayattaki tüm cinsiyetçi tutum ve davranışlara karşı da mücadele etmeliyiz.

Birbirini besleyen bu süreçlere karşı ancak örgütlü mücadeleyi yaygınlaştırarak kazanırız. Kadınlar şimdiye kadar elde ettikleri tüm kazanımları mücadeleyle elde ettiler ne kadar çok baskı biçimi varsa o kadar çok mücadele biçimi geliştirildi. Kadın cinayetlerine haksız tahrik uygulanmaması, bedenlerimiz, hayatlarımız hakkında kendimiz karar vermek ve özgürlüğümüzü kazanmak için taleplerimizi yılmadan yükseltmeye devam etmeliyiz.

Nurdan Düvenci


Sayılarla kadın cinayetleri

Türkiye’de 2010-2015 yılları arasını kapsayan dönemde en az 1134 kadın öldürüldü. 5 yılda öldürülen kadınlardan;

* 608’inin faili kocası veya eski kocası oldu.

* 161’inin faili erkek arkadaşı veya eski erkek arkadaşı oldu.

* 213’ünün faili ailedeki erkekler (babası, oğlu, erkek kardeşi, damadı, kayınpederi) veya akrabası oldu.

Bültene kayıt ol