Kapitalizm tarafından ezilen ve çıkarı bu sistemin yıkılmasında olan işçi sınıfının bir parçası olarak kadınlar, yaşanan tüm devrimlerin, ayaklanmaların, isyanların öznesi, öncüsü, sürükleyicisi oldu.
Devrimler ezilenlerin, dışlanmışların, yalıtılmışların, seks işçilerinin, kadınların, LGBTİ’lerin, sıradanların, ayaktakımının, kısaca işçi sınıfının kendi eylemiyle gerçekleşir. Gerçekleşen tüm devrimler aynı zamanda kadınların devrimidir. Kadınların mücadele tarihi ve elde ettiği kazanımlar da aynı zamanda işçi sınıfı mücadelesinin tarihi ve kazanımlarıdır. Devrimlerle kadınların özgürlük taleplerini kazanması iç içe geçen süreçlerdir.
İş gücünün bir parçası olan kadınların devrimlerin öznesi olması şaşırılacak bir durum değildir. Ancak cinsiyetçi bir dünyada yaşıyoruz. Kadınlar sırf kadın oldukları için mevcut sistem tarafından ikinci bir baskıya maruz kalıyor. Bu yüzden devrim süreçlerinde, hem devrimin parçası olan kadınların kadın olarak ezilmeye karşı yaşadığı özgürleşme pratiği hem de kadınların devrimlere cinsiyetçi kalıpları yıkan müdahaleleri önemli deneyimler.
Aslında bu özgürleşme kitlesel mücadelelerde, işçi sınıfını bölen, ırkçılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik gibi tüm fikirler karşısında yaşanır. Egemen sınıfın o güne kadar olağan ve doğal karşılanan tüm fikirleri çözülmeye başlar. Paris Komünü, 1917 Ekim Devrimi, 1936’daki İspanya Devrimi gibi tarihteki bir dizi örnekte bu karşılıklı ilişkinin rolü biliniyor. Üstelik o kadar uzağa gitmeye gerek yok.
Devrimlerin kadınları, kadınların da devrimleri nasıl etkilediğine yakın tarihte canlı bir şekilde tanık olduk. Aralık 2010’da Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin kendini yakması tüm bölgede onlarca yıllık diktatörlüklere karşı ekmek, onur ve adalet talebiyle gerçekleşen devrimlerin fitilini yakmıştı. Yükselen işsizliğe, düşen yaşam standartlarına, ifade özgürlüğü üzerindeki baskılara karşı ayaklanmaların her ülkede kendine özgü koşulları olsa da, ortak olan şey kadınların da sokaklara döküldüğü. Tunus, Mısır, Bahreyn, Yemen ve Suriye gibi birçok ülkede kadınlar kendi talepleriyle, hareketin dikatatörlüklerin devrilmesini içeren siyasi ve ekonomik taleplerini birleştirmeyi başardılar.
Tunus’ta da devrimin ana talebi adaletti. Kadınlar Bin Ali’nin devrilmesini isterken toplumdaki, siyasetteki ve aile içerisindeki konumlandırılışlarına yönelik tepkilerini hareketin ana taleplerinden biri haline getirmeyi başardılar. Yemen’de öğrencilerin protestolarına önderlik edenler, çağrıcılar kadınlardı. Bazı kaynaklara göre gösterilere katılanların yüzde 30’u kadınlardı ki bu Yemen için çok önemli bir deneyim.
Tahrir direnişi
11 Şubat 2011’de diktatör Mübarek’in devrilmesiyle belki de doruğuna ulaşan Mısır devrimi sırasında, Tahrir Meydanı’nda 18 gün boyunca süren direnişe on binlerce kadın katıldı. 2003’teki savaş karşıtı gösterilerde, 2006’dan beri süren işçi hareketi dalgasında ve 2008’deki ekmek ayaklanmalarında olduğu gibi kadınlar hareketin etkili parçasıydı. Ancak Tahrir deneyimi birçok açıdan benzersizdi. Devrim öncesinde yaşı, giyimi, statüsü ne olursa olsun tüm kadınlara yönelik taciz gündelik hayatın sıradan bir parçasıydı. Devrimde rol alan pek çok kadın yemek, temizlik, güvenlik gibi konularda, gündelik yaşamın kolektif olarak örgütlendiği Tahrir direnişi sırasında bir tek tacizin bile yaşanmadığını ifade ediyor. Tahrir’deki insanlar devrim öncesinin sıradan Mısır halkından başkası değildi. Kadın, erkek, yoksul, başörtülü veya değil, Müslüman ya da Hristiyan on binlerce insan gece gündüz bir arada direndi ve dahası saldırılara karşı meydanı birlikte savundu. Cinsiyetçilik ve taciz elbette toplumdan bir anda temizlenmedi. Ancak reijme karşı sokağa çıkan kadınların dönüştürücü gücü çok önemliydi. Devrimle birlikte öncelikli olarak değişen şey, kadınların artık daha gür bir sesle cinsiyetçiliğe karşı tepki koymaya başlamasıydı.
Egemen sınıfın yanıtı: Karşıdevrim
Her zaman olduğu gibi Mısır’da da devrimin kaderiyle kadınların kaderi ortaktı. Kadınların devrimdeki artan rollerini sınırlamak ve sokaktakileri korkutmak için rejim güçleri tarafından gözaltına alınan kadınların zorla bekaret testine tabi tutulması ve cinsel taciz gibi bir dizi baskı uygulandı. Karşı devrimci güçler etkili olmaya başlarken, sokakta kalabalık erkek grupları tarafından gerçekleştirilen tacizler de devrime karşı bir silah olarak kullanılmaya başlandı. Devrim sırasında taciz vakaları görülmezken, darbenin gerçekleştiği 30 Haziran 2013’teki gösterilerde en az 60 tane cinsel taciz olayı yaşanmıştı. Gösterilerde eski rejim güçleri tarafından organize edildiği düşünülen tacizleri önlemek için, devrimi savunan kadın ve erkekler tarafından ‘cinsel taciz ve saldırı karşıtı eylem inisiyatifi’ kuruldu. Ancak kadınların ve Tahrir’in kazanımları, karşı devrimci Sisi’nin darbesiyle birlikte gerilemeye başladı.
Kitlesel mücadelelerin dönüştürücü gücüne bizler de, Gezi direnişi sırasında cinsiyetçi duvar yazılamaları ve sloganlar karşısında, devrimlere kıyasla küçük ama önemli bir örneğine şahit olmuştuk. Ancak şimdi taraftarların cinsiyetçi tezahüratlar atmadığı günler bir rüya gibi geliyor. Mücadele sırasında değişen fikirlerin ne kadar kalıcı olacağını ve kazanımlarını koruyabileceğini belirleyen en önemli şeylerden biri toplumdaki örgütlülük düzeyi. Bugünden yürüttüğümüz mücadeleyle kazandığımız bir dizi reform var. Bu kazanımları korumak ve gerilemesini engellemek örgütlü olmakla mümkün. Ancak ezen ve ezilen ilişkisini, mevcut sömürü düzenini yok etmediğimiz sürece hiçbir kazanımımız nihai değil. İşçi sınıfı devrimi tamamlamadığı müddetçe ırkçılığı, cinsiyetçiliği ve bir dizi egemen sınıf ideolojisini tarihin çöplüğüne atmak mümkün değil.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)