Kadına şiddet vakalarında yargının tutumu bir kez daha tartışma konusu.
- Mardin'de 17 yaşındaki yeğenine tecavüz ettiği DNA raporuyla tespit edilen Osman Çur'un tutuksuz yargılanmasına kararı verildi.
- Antalya'da 29 yaşındaki kadını zorla iş yerine götüren Murat Kaya, burada tecavüz etti. Genç kadına zorla uyuşturucu kullandırtan Murat Kaya, bu sırada telefonla arayan genç kadının annesine "Kızına şu an tecavüz ediyorum" dedi. Saldırı sonrası intihar girişiminde bulunan kadın, yüzde 99,9 engelli hale geldi. Murat Kaya tutuksuz yargılanıyor. Avukatı Bilgenur Yalçın, tutuksuz sanıklar ile avukatlarının, kendisini cinsel saldırıyla, ailesini de öldürmekle tehdit ettiğini söylüyor.
- Antalya’da 31 yaşındaki Melek İpek ise kendisine cinsel istismarın yanı sıra işkence yapan yani sistematik şiddet uygulayan eşi Ramazan İpek’i öldürdüğü için hapiste.
Bu üç vaka bir kez daha toplumsal infial yarattı.
- Yargının kadına şiddet ve cinsel saldırı vakalarında "tutuksuz yargılamayı" seçmesi hukukla, yasalarla açıklanabilir mi? Yasalara göre işkence yapan ve tecavüz eden erkeklerin nasıl yargılanması ve cezalandırılması gerekirdi?
- Bir tür cezasızlık ya da toptan cezasızlık içeren kararlar sizce neyin ürünü?
- Akut şiddet ve saldırı karşısında Melek İpek gibi kadınların eylemleri meşru müdafaa değil midir? Kolluk kuvvetlerinin yetişemediği bir durumda kadının ölümcül şiddet ve eziyete karşı kendini koruması nasıl olur da tutuklanma sebebi olabiliyor?
Avukat Ayşen Funda Ata sorularımızı yanıtladı:
Cinsel saldırı suçlarında tutukluluk tartışması
Yargı, kadına şiddet ve cinsel saldırı vakalarında tutuksuz yargılama eğilimine sahip.
Türk Ceza Kanunu’nun 100. Maddesi tutuklamayı gerektirecek suç ve sebepleri sayar. 100/1 daha geneldir ve hâkime geniş yetkiler verir. 100/2 ise tek tek hangi hallerde mutlaka tutuklama tedbirine başvurulacağını gösterir.
100/1 “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez” diyor.
100/2 ise tutuklama sebebinin varsayılacağı suçları sıralıyor. 5. Sırada cinsel saldırı var. Ceza Kanunu 102. madde cinsel saldırı suçlarını tanımlıyor. Tutukluluk sebepleri sayılırken 102. Maddenin birinci fıkrası kapsam dışında bırakılmış. Birinci fıkra şikâyete bağlı cinsel saldırı suçunu düzenliyor. Elle ve davranışlarla taciz örnek olabilir. Bunun dışında kalan tüm cinsel saldırı suçları direk tutuklamayı gerektiriyor.
Tutuklama tedbirinin yanlış kullanımı
Türk Ceza Hukuku pratiği, tutuklama tedbirinin yersiz kullanıldığı ve gerektiğinde kullanılmadığı pek çok örnekle dolu. Muhaliflere yönelik soruşturmalarda suçun niteliği hafif cezayı gerektiren suçlar bile olsa, TCK 100/1’e dayanarak direk tutuklama kararı verilen yüzlerce örnek var karşımızda.
Tutuklama tedbirine başvurmaya bu kadar meraklı bir yargı geleneği varken, cinsel saldırı suçlarında ise sanığın tutuksuz yargılanmasının genel eğilim olduğunu görüyoruz.
Bu elbette ki politik bir tutum. Toplumun genel şekillenişi ile ilgili. Nerdeyse her gün birkaç kadının katledildiği, onlarcasının cinsel saldırıya, tacize ve tecavüze uğradığı bir toplumda yaşıyoruz. Soruşturmayı yürütmekle görevli Savcı ve ona bağlı görev yapan kolluk, kovuşturma aşamasında hâkim, elbette toplumun genel şekillenişinden bağımsız değil.
Kadını ikinci, belki üçüncü, beşinci sınıf vatandaş olarak gören, özgürce yaşayabilecek bir birey olarak görmeyen, cinsel bir obje olarak gören toplum yapısından geliyorlar. Hukuk eğitimi almak, maalesef bizim “cinsiyetçi” diye tanımladığımız bu fikirleri ve davranışları değiştirmeye yetmiyor.
“Kadın kocadan dayak yediyse vardır bir hatası” fikri, “tacize uğradıysa açık giyinmiş, yüz vermiş, kuyruk sallamıştır” fikri, “bir iki dayaktan bir şey olmaz” fikri ve daha niceleri elbette bütün bir yargı sistemini oluşturan tek tek bireylerde de var. Hatta belki de “eğitimli” kesimlerin çoğuna göre daha fazla var.
Yargı politik bir alan ve kolluk, savcı, hâkim atama ve seçimlerinin nasıl yapıldığını hepimiz biliyoruz.
Üstelik bu kocaman çarkın içerisinde de kadınlar son derece azınlıkta. Hakimler, savcılar ve kolluk içerisinde kadınlar küçük bir azınlığı oluşturuyor. Her ne kadar tek tek kadınlar var olsa da genel hukuk mantığı son derece “Erkek” olduğu için bu bireyler de elbette ki genele uyum sağlıyor.
Bütün bu olumsuzluklara, hukuk geleneği oturmamış bir yargılama sistemi de eklenince, ortaya saçma sapan bir garabet çıkıyor.
Meşru müdafaa
Cinsel saldırı, tecavüz dosyalarında tutuksuz yargılama eğilimde olan yargımız, mesele kadınların hayatta kalmak için öz savunma uygulayarak öldürmek ve yaralamak zorunda kaldıkları durumlara gelince, tam tersi bir reflekse sahip. Ceza kanunu 25. Maddede meşru müdafaa düzenlenmiş.
“(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez” diyor kanun maddesi.
Kendisine işkence eden, öldürmek üzere olan adamı öldüren kadınların neredeyse hiçbirine meşru müdafaa hükümleri uygulanmıyor. Hatta doğru dürüst indirim bile uygulanmıyor. Bu da elbette politik bir tutum. Kadının boyun eğeni ve kendisine her yapılana katlananı makbuldür toplumumuzda. Kahkaha atmak, yüksek sesle konuşmak, girişken olmak, hakkını savunmak pek makbul sayılmaz. Esas görevi çocuk doğurmak ve başına gelecek her şeyi kabullenmektir. Bunu sık sık yetkili ağızlardan da duyuyoruz. Hal böyleyken çıkan kararlarda da korkunç bir ikiyüzlülük oluyor. Kravatlı kadın katillerine şirinlik indirimi uygulanırken, kendini savunan kadına hemen hemen hiçbir indirim uygulanmıyor.
Hukuk değişir mi?
Asıl görevi statükoyu korumak olan hukuk ve yargı kendi kendine durduk yere değişmez elbette.
Kadın hakları açısından geçmişe göre az biraz daha olumlu bir noktada olmamızın sebebi, dünyada ve bu coğrafyada yürütülen kadın mücadelesi ve elde ettiği kazanımlardır. Bu mücadele büyüdükçe, hukuk ve yargı da değişmek zorunda kalır ve kalacaktır.