“Kadının beyanı esastır” ilkesi, cinsel suç/şiddet vakalarında delil yetersizliği olması durumunda, kadının beyanını esas alarak, olay ile ilgili etkili bir kovuşturma, yani etkin bir soruşturma ve araştırma yapılması ve hatta yargılama aşamasına gelindiği takdirde delil niteliği taşıyabilmesi anlamına gelmektedir.
Olayı “kadın” ve “erkek” olarak ikili cinsiyet sistemine indirgenmiş şekilde kıyaslarsak, kadınların toplumda kesinlikle dezavantajlı taraf olduğu açık. Ortada erkeklerden yana bir eşitsizlik varken, iki tarafın beyanlarını eşit olarak görmek yanlıştır.
Bu ilke, manipüle edilmeye çalışıldığı gibi “kadın ne derse doğrudur” demek değildir. Ya da iddia edildiği gibi kadının erkeğe bu beyan üzerinden iftira atacağı gibi bir amaca da hizmet etmez. Kadınların bu ilkeyi erkeklerin itibarını sarsmak yönünde suistimal edeceğini savunmak, basitçe kadının bir itibarının olmadığı, kendi itibarını erkek üzerinden var etmeye çalıştığı önkoşuluna dayandırmaktır. Bir kadın için tecavüze ya da şiddete uğradığını dile getirmenin son derece kolay olduğunu iddia etmektir. Bazıları için şaşırtıcı olabilir, fakat bir kadın için yaşadığı tecavüzü ya da şiddeti dile getirmek, oldukça zor ve yıpratıcı bir süreçtir. Toplumda yaşadığı şiddeti dile getiremeyen veya yargı sürecine taşımaya cesaret edemeyen pek çok kadın var.
Tüm bu yanlış ya da manipülatif yorumlar, ilkenin kendisine zarar veren yorumlardır. Sadece ispat yükümlülüğünü dezavantajlı bir gruptan avantajlı olan gruba kaydırarak, tersine çevirir. Yani bu ilke, kadına şiddetin politik olduğunun kabul edilmesidir. Kadının yaşadığı cinsiyetçiliğin, toplumdaki eşitsiz konumunun ve bir şiddet olayı sonrasında yaşadığı psikolojik yıkım ve akabinde bu şiddet eylemini yargıya taşımanın, kadın üzerinde yarattığı baskının kabul edilmesidir.
Bu ilke “Masumiyet Karinesi” ile çelişiyor mu?
Masumiyet Karinesi, suç kesinleşmediği sürece kimsenin hükümlü sıfatıyla değerlendirilemeyeceğini ifade eden, temel bir hukuk doktrinidir. “Kadının Beyanı Esastır” ilkesi ile de çelişmez, çünkü kişilerden kovuşturma aşamasında “şüpheli”, “yargı aşamasında “sanık” olarak bahsedilirken, ancak ceza kesinleştikten sonra “suçlu” olarak bahsedilmektedir. Dolayısıyla, kovuşturma ve yargılama sürecinde hangi yolun izleneceğinin masumiyet karinesi ile bir ilgilisi yoktur.
Peki, Kadının Beyanı Esastır ilkesine neden ihtiyaç var?
Yaşanan pek çok şiddet, tecavüz, cinayet suçunda erkeklerden daha çok kadınların suçlandığını görüyoruz. Kadınlar yaşadıkları her vahşeti, ne giydiklerinden, nerede olduklarından, ne içtiklerinden, ne yaptıklarından bağımsız olarak, sadece kadın oldukları için yaşıyorlar. Ancak bu yaşananlarda, toplumdaki mağduru suçlama ve suçluyu aklama eğilimini sık sık görüyoruz. Kadın, toplum normlarına göre açık giyinmemişse, saat kaçta dışarıya çıktığına bakılıyor, saatte sorun yoksa, ne içtiği sorgulanıyor, “normal” kabul edilen kıyafet, saat, mekan seçimi varsa, bu sefer “kimbilir nasıl işve, cilve yaptı”ya bağlanıyor. “Kadın bir erkek tarafından bir şiddete maruz kaldıysa, kesin hak edecek bir şey yapmıştır” tavrı, kadınların, maruz kaldıkları şiddeti açıklamakta zorlanmasına sebep oluyor.
Bu tavır, kadınların, maruz kaldıkları saldırıları dile getirmesini zorlaştırıyor. Yaşanan şiddet olaylarının genellikle kadınların yakın olarak tanıdığı erkekler tarafından, hane içinde yaşandığını da göz önünde bulundurursak, şiddete tanık bulmak da oldukça zorlaşıyor. Çoğunlukla 3. gözlerden uzak yaşanan bu şiddet suçlarının hak arayışında, kadın yalnızlaştırılacağının yarattığı umutsuzluk hissiyle sessiz kalmayı tercih edebiliyor. Bu durum ise, suçluların yaptıklarının yanına kâr kalması ve hatta yaptığını hak olarak görmesi ile sonuçlanıyor. Bu örneklerin çoğalması başka erkeklere cesaret veren bir atmosfer yaratıyor. Yaptıkları şiddet, tecavüz, saldırı sonucu ne ceza alıyorlar, ne itibarları zarar görüyor. Kadınların hak arayışı içerisinde, bu ilkenin, ses çıkaramayanın sesi olması gibi bir özelliği var.
Bir habere göre, işe girdiği ilk gün bir kadın işçi, patronu tarafından zorla öpülmeye çalışılarak tacize uğruyor. Ofiste kimsenin olmaması, suçun kanıtlanması açısından bir sorun teşkil ediyor. Kadının suç duyurusunda bulunması sonucunda beyanı esas alınarak patron cezalandırılıyor.
Bu ilke çocuklar için de beyanının kabul edilmesi şeklinde uygulanmaktadır. Örneğin bir habere göre servis arabası içinde 5 yaşındaki bir çocuğun karşısında servis şoförü mastürbasyon yapıyor. Bu durum, çocuğun servis şoförünü otobüs içerisinde çişini yaparken çizmesi üzerine anlaşılıyor ve ceza veriliyor, yani çocuğun beyanı esas alınıyor. Beyan aslında “cinsel şiddete maruz kalanın beyanı esastır” şeklinde genişletilebilir. Toplum içerisinde dezavantajlı konumda olan kadınların, çocukların, LGBTİ+’ların, göçmenlerin mücadelesi adına bir kazanımdır bu ilke.
Temel bir ilke olarak kabul edilmeli
Kadınların genelde kapalı kapılar arkasında şiddet görmeleri, ispat etmelerini zorlaştırırken, yaşanmış pek çok örnekte kanıt veya şahit olmasına rağmen ceza almayan ya da haksız indirime gidilen durumlar, hukuka olan güveni sarsıyor. İki kişinin arasında olan şeyi biz nasıl bilebiliriz yaklaşımı, basitçe tüm şiddet veya tecavüz davalarını çözümsüz bırakacak bir yaklaşım.
Tam da bu sebeplerden, kadına şiddet, beyanı esas alınarak etkin bir şekilde kovuşturulmalı, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun etkin bir şekilde uygulanmalıdır. Aynı zamanda “kadının beyanı esastır” ilkesi, sendikalarda, meslek odalarında, politik gruplarda temel bir ilke olarak kabul edilmeli, uygulanması yönündeki talep açısından birliktelik sağlanmalıdır. Tüm bunlar sağlanarak, kadın, yaşadığı şiddeti yargıya taşıması konusunda cesaretlendirilmelidir.
Dila Ak