İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması için mücadele eden kadınlar ne talep ediyor? Tuğba Çelik yazdı.
Kadınlar, hayatlarını nasıl yaşayacaklarına, yaşamları için hangi değerleri inşa edeceklerine, neyin hata olup neyin olmayacağına, anne olup olmayacaklarına ve bir aile içinde var olup olmayacaklarına elbette kendileri karar verecekler.
Ancak sürekli aileyi ve aile içindeki kadını yücelten iktidar, kadınların kendi hayatları için sokaklarda her gün biraz daha kalabalık olmasından, git gide daha da politikleşmesinden rahatsız olmuş olacak ki kadınların politik öznelliğini farklı türden saldırılarla yok etmeye çalışıyor.
Kadınlar, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!” sloganı ile sokaklarda. En temeldeki taleplerinin birtakım yok saymalar, yok öyle değiller ile kadınların yaşadığı ve gördüğü şiddeti, yokmuş gibi meseleyi ‘daha ulvi’ yerlere çekmeye çalışan otoriter bir ahlakçılıkla karşı karşıyayız. ‘Daha ulvi’den kasıt ise şudur: Türk aile yapısı, gelenek ve görenekler vs. Sanki hayallerde ideal bir aile var ve orada herkes mutlu. Ancak gözden kaçırılan şu ki birçok kadın aile içinde eş, baba ya da erkek kardeş tarafından öldürülmekte.
İktidar, öldürülen kadınlar için ise aile içinde ya da dışında, şiddeti münferit bir hale getirmekte. Ancak çok iyi biliyoruz ki, kadının yanında tavır almayan ve kadın düşmanlığı ile söylemler üreten iktidarın olduğu bir dünyada şiddet münferit değil politiktir.
‘Uzlaşma’ aracılığıyla şiddeti aile içinde çözmeye çalışan ve kadının şiddet gördüğü kişi ile evliliğini devam ettirmesi yönünde bir ‘uzlaşmayı’ öngören bir hukuk sistemi şiddet gören kadının yanında değildir. Yine bu yüzden kadın cinayetleri münferit değil politiktir.
İstanbul Sözleşmesi’nin karşı çıkılan diğer maddeleri arasında belki de en önemlisi devletin toplumsal cinsiyet rollerine dayalı ve cinsel yönelimlerinden dolayı şiddete uğramış bireylerin yanında olmasına ve korumasına dayalı olan madde. Bu maddeye karşı çıkanlar, genelde toplumsal cinsiyet kavramını radikal bir kavram olarak kabul ederek karşı çıkıyorlar. LGBTİ+’ların şiddet görmesi durumunda devletin şiddet görenin yanında olması devletin LGBTİ+’ları tanıması anlamına geleceği için karşı çıkıyorlar.
Ancak toplumsal cinsiyet kavramı radikal bir kavram değil, oldukça bilimsel, basit anlamıyla cinsiyet rollerinin toplum içinde söylemde ve pratikte nasıl inşa edildiğine işaret eder. Kadınlar hakkında üretilen söylemler birileri için kadının daha fazla sömürüldüğü, bastırıldığı söylemler bütünüyken, kadınların çoğunluğu için bir tür cehennemdir. Diğer taraftan aile dışındaki şiddeti, partnerler arasındaki şiddeti görmezden gelen devlet ayrımcılık yapmaktadır. Devlet varlığını kabul etmese de LGBTİ+’lar vardır ve sokaktaki mücadelenin büyük bir parçasıdır.
Otoriteler tarafından kadınlar evlere ve oradaki roller içine sıkıştırılmaya çalışılsa da LGBTİ+’lar yokmuş gibi davranılsa da bizler sokaklardayız ve kendi politik öznelliğimizi hep birlikte inşa ediyoruz.
Tuğba Çelik
(Sosyalist İşçi)