Suriye halklarının yaklaşık yarısı, 2011’den bugüne zorunlu göç krizi ile yüz yüze.
Bu süreçte Türkiye dünyanın en fazla mülteci nüfusuna sahip ülke hâline geldi. Zorunlu göç sırasında tüm insanlar saldırı, yağma, ayrımcılık ve insanlık dışı durumlara maruz kalırken, kadın, çocuk ve LGBTİ+ bireyler yaklaşık iki kat daha fazla kötü muameleyle karşılaşıyor. Kadınların, çocukların ve LGBTİ+’ların cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ile zaten evlerinde de mücadele ettikleri, hem Suriye’de hem Türkiye’de bilinen bir gerçektir. Fakat bir kadının göç yoluna düşmesi, ailesindeki erkekleri kaybetmesi, travma yaşamış olması, göç etmeden önce şiddet, travma, tecavüz ve sonrasında hamilelik gibi durumlarla karşılaşması, onu cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin odağı hâline getirir.
Göç öncesinde ve/ya yolunda bir kadın, çocuk ve LGBTİ+ bireyin hâlihazırda güvenli bölgesinde maruz kaldığı istismar, şiddet ve cinsel suçlar; kişinin kendisini savunma ihtimalinin ve hukuki koruyucu etmenlerin azaldığı her anda çığ gibi büyümüş ve durumu bir insan olma mücadelesine çevirmiştir. Kadınlar, savaşın içinde insan olma savaşlarında, dövülmüş, terk edilmiş, tecavüz edilmiş ve öldürülmüşlerdir. Tüm engellere rağmen bir şekilde sığınmacı oldukları ülkelere ulaşabilen kadınları ise burada pek de farklı sorunlar beklememektedir. Anneleri, gencecik çocuklarını taciz ve tecavüzden ‘korumak için’ 30-40 yaş büyük erkeklerle evlendirmeye razı konumuna düşüren erkekler vardır. Sosyolog Tuba Demirci Yılmaz’ın mülteci kadınlar ve kumalık üzerine yaptığı çalışmada bu erkekler şöyle tanımlanır;
“Sosyoekonomik olarak dezavantajlı genç ve kırılgan kadınlara göz koyanlar, çokkadınlı evlilikleri hem resmi eşleri uysallaştırma aracı, hem de yarattıkları “taleple” cinsel istismardan, insan simsarlığına, ücret karşılığı çöpçatanlık da dâhil türlü sorunu tetikleyen, davranışlarıyla “demokrasimizin sözcüsü” medyadan, resmi kurumlara her yerde cinsiyetçi ve ırkçı önyargılar oluşmasına neden olan çokeşlilik meraklısı erkeklerdir.”
Tüm bu insan gibi muamele talep etme savaşı içerisinde kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+ bireyler tecavüze uğrayıp öldürülmedikleri zamanlarda sömürülüyor ve şiddet ile yüz yüze getiriliyor. Türkiye Milli Pediatri Derneği Genel Koordinatörü Kerem Hasanoğlu’nun paylaştığı rakamlara göre; mülteci ve sığınmacıların yüzde 49’u depresyonla mücadele ediyor. Sakarya’da kaçırılıp tecavüze uğrayan ve 10 aylık çocuğu ile öldürülen Suriyeli Emani Arrahman ve bebeklerinin cenazesinde konuşan bir göçmen kadın, “Biz de tacize uğruyoruz, sesimizi çıkaramıyoruz. Mahkemeye başvurmak istedik, bir şey çıkmaz dediler. Sürekli bu sorunlarla karşılaşıyoruz, evimize giderken bile korkarak gidiyoruz” diye haykırdı. Muhammed Wisam Sankari, Suriyeli bir mülteci, eşcinsel olduğu için tehdit edildi, kaçırıldı, tecavüze uğradı, kafası kesildi ve bedeni tanınmaz hâle getirildi. Bunlar basına yansıyabilmiş cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olaylarından sadece ikisi.
Tüm bunlara rağmen hayatta ve de ayakta kalmaya çalışan kadınlar, Türkiye’de birçok dernek ve inisiyatifin yardımı ile yaptıkları ürünleri satıyor. Hâlihazırda varolan dil kısıtlaması, kültürel farklılıkların yarattığı zorluklar ya da iş kaynaklarına erişememeleri gibi durumlar, Türkiye’de iş bulmalarını zorlaştırıyor; böylece onlar da pişiriyor, örüyor ve masallar anlatıyor. Tüm zorluklara kendileri olarak meydan okuyorlar.
Betül Kasırga
(Sosyalist İşçi)
Kaynaklar; bianet.org, ekmekvegul.net, Hayata Destek Derneği