Kemer sıkmaya hayır

09.05.2024 - 12:42
Haberi paylaş

Genel seçimlerden bu yana bir kemer sıkma sözü ortalıkta dolaşıyor. 

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek "kamuda kemer sıkma" diyor. 'Kamu kurumlarına ek ödenek yok', 'yeni bina ve araç alımı yok' şeklinde anlatılan bu politikaya göre kamu harcamalarında tasarruf yapılacak.

İşe, büyük şehirlerde çalışan kamu emekçilerinin servislerini kaldırıp toplu taşıma kartı vermekle başladılar. Fakat kamu harcamaları içinde, çalışan ücretleri, eğitim, sağlık ve sosyal hizmet harcamaları da bulunuyor. 

Belli ki kamuda çalışan işçi, memur, sözleşmeli statüsündeki emekçilerin aylıklarında iyileştirme yapmak istemiyorlar.

Emekli maaşlarında da acil iyileştirme talebini reddediyorlar.

Buna karşılık kamu kuruluşlarının yöneticisi konumunda olan bürokratların maaşlarında bir tasarruf söz konusu değil. Örneğin Türkiye Hava Yolları CEO'su Bilal Ekşi'nin maaşı 1 milyon 400 lira. Yani 10 bin liralık emekli aylığının tam 140 katı. 

Peki onun maaşından da kesinti yapılacak mı? 

Üstelik THY bunun tek örneği değil. Başta Varlık Fonu'ndaki kamu kurumlarının yönetim kurulu üyeleri olmak üzere bürokrasinin en tepesi bir işçinin hayal edemeyeceği büyüklükte gelir elde ediyor. Bir de, birden fazla kurumda çalışıp iki hatta üç maaş alanlar var. Kimse bu kişilerin sahip olduğu ayrıcalıkları ortadan kaldırmak, ortalama kamu emekçisi maaşına indirmekten bahsetmiyor. Yeni makam aracı almamak, devasa koruma sayısını indirmek gibi göstermelik hamleler kamuda tasarruf adı altında anlatılıyor.

Borçlanma

Kemer sıkma, Şimşek'in bahsettiğinden çok daha kapsamlı ve tehlikeli sonuçlar yaratan kapitalist yönetim politikalarından biridir.

"Borcun varsa harcamayı kıs" şeklinde özetlenen bu politika kapitalizmin tarihi boyunca yaşadığı mali krizler sırasında sık sık devreye sokuldu.

Geçen sene bütçe devasa bir açık verdi. Yani devletin gideri, gelirinin kat be kat üstünde oldu. Bütçe açığında ana kalem ise servet transferleridir. Kur Korumalı Mevduat (KKM) sayesinde bir avuç zengin daha da zenginleşti ve bunun maliyeti bizlerin ödediği vergilerden karşılandı.

Bir diğer önemli harcama kalemi ise faiz ödemeleri. Türkiye'nin kamu borç stokunun milli gelire oranı yüzde 29,5. Bakan Şimşek, bunun birçok ülkeye göre iyi bir durum olduğunu söylüyor. Ancak devletin, sermaye lehine aldığı borçlar kapanmazken, yıllık faiz ödemeleri yine vergilerimizden yapıldı.

Borçlanan sadece devlet değil. Devletin çıkarlarını kolladığı Türkiye kapitalistleri de devasa borçlara sahip. Ülkenin toplam dış borcu 483 milyar dolar. Bunun içinde, özel sektör denilen kapitalistlerin borcu ise 242 milyar dolar. Patronlar borçlarını kapatmadıkları gibi, faizlerini ödemek için yine borçlanıyorlar. Ve mali politikaları, döviz/TL dengesini de hep bu faiz ödemeleri, kredi imkânları, yani kısacası sıcak para akışı belirliyor.

Şimşek şahsında Erdoğan yönetiminin uyguladığı kemer sıkma politikası, büyük çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu halkın harcamalarını kısmak olarak karşımıza çıkıyor.

Bunun bir yolu, banka kartları aracılığıyla bireysel borçlanmayı engellemek. Diğer yanıysa ücretleri düşük tutmak ki işte kemer sıkmanın vahim anlamı, ister kamuda isterse özelde çalışan biz işçiler için tam da budur.

Diğer anlamı ise geçen yazdan bu yana fahiş boyuta çıkarılan çalışan ve tüketici vergileri ki bu konuda bir indirim gözükmediği gibi vergi sisteminde patronları ayrıcalıklı kılan tarifelerin değiştirilmesi hedefi de henüz rejimin gündeminde yer almıyor.

---

Enflasyonla mücadele palavrası

 

Kemer sıkma sözlerinin yanıbaşında 'yüksek enflasyonu tek haneli hale getireceğiz' vaadi var. 

Bu yeni bir vaat değil. 

2018'de patlak veren borç krizi ile birlikte fiyatların artış hızı olan enflasyon kontrolden çıktı. İzleyen iki yıl boyunca ekonominin küçülmesi sonucunda daha alt seviyeye düşer gibi gözükse de 2018 öncesi rakamlara geri dönmedi. 2021'de zam dalgaları ile yüksek enflasyon kalıcı bir hale geldi ve hayatımızı çekilmez kılmaya devam ediyor.

Çoğu ekonomist enflasyonu mali dengelerin bozulmasına, piyasa kurallarının işletilememesine ya da sadece kötü yönetime bağlıyor. Fakat bunlar sebep değil sonuçlardır. Fiyatların artış hızını belirleyen, zam üstene zam yapan büyük sermayedir. En büyüğünden en küçüğüne patronlar, kârlarını korumak ve artırmak için faturayı bize kesiyorlar.

2018'den bu yana biz hayat pahalılığı ile boğuşurken, sadece en küçük işletmeler iflas etmiş, buna karşılık orta ve büyük şirketler ise kârlarını artırmayı başarmıştır. İşte size enflasyonun nedeni!

Enflasyonla etkili mücadele, ucuz market zincirlerini komik cezalara çarptırmak olamaz. Bir işçi hükümetinin yapacağı ilk şey fiyatları dondurmak olabilirdi. Fakat hiçbir kapitalist yönetim buna yanaşamaz.

Bu durumda biz işçiler neyi savunmalıyız? 

Bazı "çok akıllı" burjuva ekonomistleri, ücretleri artırmayın, ardından gelen zamlarla enflasyon döngüsü devam eder, diyor. Asgari ücret artışı sonrası gelen zam dalgalarına bakan çoğu kişi de bu fikre sıcak bakıyor. Ancak bu düşünce biz işçilerin çıkarlarına uygun olmadığı gibi yüksek enflasyon altında hayatta kalmamızı da sağlayamaz.

İşçi hareketi, bu dönemde ücretlerin artırılmasına yüklenmelidir. Hayat pahalılığı altında insanca bir yaşam talebinin kazanması için ücretler –en az üç aylık dönemlerde– gerçek enflasyon oranında artırılmalıdır. 

Kemer sıkma dayatmasına karşı ikinci önemli talebimiz ise "çok kazanandan çok, az kazanandan az" vergi alınmasıdır.

Kapitalistler kazançlarına göre vergi ödediklerinde devlet gelirleri açık vermez. Devlet, şirketler adına borçlanmadığı ya da onların borç faizlerini ödemek için bizim vergilerimizi kullanmadığı takdirde gerek kamu çalışanlarının ücretleri gerekse sosyal harcamalar kolayca karşılanıp artırılabilir.  

Sendika yöneticilerinin "aynı gemideyiz" düşüncesinden kurtulmaları, kemer sıkma dayatmasına karşı ortak taleplerimizi savunmaları gerekiyor. Bizler de birleşik mücadelenin örülebilmesi için tabandan harekete geçmeye başlamalıyız.

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol