Eğitim Sen üyesi Berna ile KESK kongre sürecini ve sendikal mücadeleyi konuştuk.
Kamu çalışanları mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Berna: Eğitim ve Bilim Emekçileri sendikasının yaklaşık 25 yıldır üyesiyim. Türkiye’de siyasetin çalkantılı ve çok karanlık bir döneminde mücadeleyle kuruldu. Hem politik iklimin şekillenmesinde hem de sendikal alanda kamu emekçileri mücadelesi çok belirleyici oldu.
Grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı için başlattığımız bu mücadelede “memur” olarak adlandırılan kesimlerin işçi sınıfının bir parçası olduğunu anlatmak için yoğun bir tartışma yürüttük.
Daha çok hangi başlıklarda mücadele yürüttünüz?
Siyasi taleplerle de hızla buluşma yeteneğini gerçekleştiren kamu çalışanları hareketi zor dönemlerin nefes aldıran çıkışlarını yapma başarısını gösterdi. Bunların en başında “savaşa karşı emekçiye bütçe” mitingleri, anadilde eğitim mücadelesi, yolsuzluğa ve çetelere karşı gösteriler, kadın üyelerinin cinsiyetçiliğe karşı kararlı mücadeleleri, uluslararası sözleşmelerin geçmesi için yaptığı çalışmalar, özelleştirmelere, sürgünlere ve daha saymayı unuttuğum birçok sorununun gündeme getirilmesinde kamu çalışanları mücadelesinin, yani KESK’in öncü rolü tartışılmazdı. Toplumdaki eşitlik, adalet ve özgürlük isteyen yığınların adeta sesi olmuştu. Emek Platformu’nu çoğu kez harekete geçiren de yine KESK oldu. İş yerlerinde yüz binlere ulaşan üye sayısına sahipti. Kamu çalışanları için sokağın tek umuduydu.
Fakat siz bir dizi sorun da tespit ediyordunuz değil mi?
Elbette. Tüm bu güzel şeylerin yanında KESK yönetimindeki sendikacıların hepsi neredeyse sol bir partinin üyesi oldukları için sol bir koalisyon gibi çalışıyorlardı. Sol partilerin gündemi sendika yönetimlerini de belirler hale gelmeye başladı. İş yeri sorunlarıyla daha az ama siyasi gündemle daha çok ilgilenir olunmuştu.
Sendika şubelerinde alınan kararlar tabanın sesini duymadan alınıyordu. Hiçbir sol örgüte üye olmayanlar sendika aktivizmini bir yere kadar götürebiliyorlar daha sonra burada sol örgütlerin tahakkümüyle karşılaşıyorlardı. İş yerinden gelen sorunlar küçümseniyor, daha yüksek siyaset yapma hevesiyle davranan yöneticiler seçim sisteminde de delegelik yoluyla yönetimdeki varlıklarını muhafaza ediyorlardı.
Bu durum tabanda bir inisiyatif oluşmasının da önüne geçen sendikal bir sorunu büyütüyordu. “Sahte sendika yasasının” da geçmesiyle moral bozukluğu yaşayan KESK üyeleri Ankara eylemleri ya da basın açıklamaları gibi eylemleriyle de çok yorulmuşlardı. Alternatif sendikaların ortaya çıkması, Anadilde eğitimin tüzüğe girmesi, Kürt siyasetinde izlenilen milliyetçi tutumlar ve işyerleriyle olan makasın açılması KESK’in zorlu bir döneme girmesine sebep oldu.
AKP döneminde nasıl bir değişim yaşandı?
AKP hükümeti, emek örgütlerinin de vurguladığı gibi, sermayenin neoliberal politikalarını en iyi uygulayan memuruydu gerçekten. “Reform” adı verdikleri, özellikle de eğitim ve sağlık alanındaki uygulamaları hem hizmet alan hem de hizmet veren yoksul kesimler için bir yıkım oldu. Adım adım bu alanlar paralı hale getirildi. Tarihin en büyük özelleştirmeleri yapılmaya başlandı. 1986'dan beri yapılan özelleştirmelerin yüzde 89'u AKP iktidarında gerçekleşti.
Kamudaki sendikalaşma yasallaştıktan sonra, devlet bu alanı kendi denetiminde götürmeyi her zaman tercih etti. Bu nedenle, özelleştirmelerle hem küçülttü hem de hem de yerine kadrolu almayarak sendikanın etkisini kırdı aslında.
Özellikle Eğitim Sen’e üye olan çalışanlar istifa ettirilmeye ve bölücü vatan haini ilan edilmeye başlandı.
Bugün kamu çalışanlarının temel sorunları nelerdir?
Şu an öğretmenler içerisinde yüz bine yakın ücretli çalışan bulunmakta. Yüz bine yakın da öğretmen açığı var.
Ücretli çalışan bu kesim ders başı ücret alıyor. Zaten sendikalaşamıyorlar, yoksulluk içinde bir hayat sürmekteler. Mücadele içerisinde ürkekler çünkü iş güvenceleri yok ne yazık ki. Sözleşmeli alımlar olmakta ancak iş güvencesi yok, sendikası yok. Kadroya geçmeyi bekliyorlar. Uzman öğretmen olduk, başöğretmen olduk. Çok parçalanmışlık en büyük sorunumuz.
Nasıl bir mücadele öneriyorsunuz?
Bütçedeki açığı vergi ve düşük ücretlerle bizden çıkarmayı hedefliyorlar. Tabanda işyerlerinde eğitimcilerin birlikteliğini savunmak, haklarımıza sımsıkı sarılmak bu yüzden çok önemli.
AKP’nin bu işçi düşmanı çözümüne karşı gerçek ve birleşik mücadele kaçınılmaz.
Seçimlerden sonra moralsizlikten payını alan sendika yönetimleri “gericiliğe karşı aydınlık” vb şiarlarıyla AKP’ye karşı mücadelenin gericilik–ilericilik ikileminde bırakıldığını görüp meseleyi oradan çıkarmalı, yani bu siyaseti hızla terk etmelidir.
Altında milliyetçilik yatan ve işçi sınıfını bölmekten başka hiçbir faydası olmayan böylesi gündemlere bağlanmayı bırakıp gerçek sorunlarımızı sahiplenmeli; ücretsiz kreş, yemek, ulaşım, düşük kiralar, yaşayacak bir ücret, herkese kadrolu iş ve güvenceli statü, gerçek anlamda grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı için mücadele etmeliler. Biz iş yerlerindeki tüm çalışanlar bunun için yönetimlere basınç uygulamalı, birleşmeli ve birleştirmeliyiz.
İşçilerin morale, umuda ve kazanmaya ihtiyacı var. Sendika yönetimlerinin, iktidarın ölümü gösterip sıtmaya razı eden yeni ekonomik politikasını derdest eden bir mücadele programını birleşik bir şekilde örmesi biz emekçilerin en acil ihtiyacıdır. Tabandan bu yeni saldırı programına karşı işyerlerinde tüm işçiler haklarına sahip çıkmak ve ortak talepler etrafında birleşmek üzere bir araya gelmeli, bunlar, kongre süreçlerinde kamu çalışanlarının asıl meselesi olmalıdır.
(Sosyalist İşçi)